Yalan ekonomisi üzerine politikalar üretmiş ülkede yaşayanlar, mutlu olamaz. İlimden, bilimden, denenmişten, tecrübe edilmişten uzaklaşan… Hayattan, özünden, yaşamadan, yasamadan, adaletten, ahlaktan, onurdan, huzurdan uzaklaşır.
Yalan, kelimesi Türkçe yala kelime kökünden türer. Dili uzatmak, dil uzatmak anlamındadır. İftira atmak, bilmeden konuşan için de bu ifade kullanılır. Yalan ekonomisinde bilim, bilen, bilme yoktur. Dil uzatma, boş laf vardır. Bunun hüküm sürdüğü bir yerde, oldu da araya ekonomi bilimini, bilmeyi uygulamak isteyen çıkarsa hemen şeytan muamelesi ile günah keçisi ilan edilir.
Eğer hatalar silsilesi ile vücud zayıf kalmışsa, kemikler sayılıyorsa… Birden sağlıklı, güçlü, besili hale gelemezsin. Biri diyorsa ki “Ben buradan bir üfleyeceğim, hemen anında kilo alacaksın” bilin ki o balondur. Küçücük bir iğne bile onun garip canına yeter.
Kemikler sayılacak kadar zayıf kaldıysan belli bir program uygulayarak ve zamanla sağlıklı hale gelebilirsin. Belli bir süre, kontrol altında kalori toplaman gerekir. Kas dokuların eridiğinden protein de toplaman gerekir. Düzenli ve yeterli su alman gerekir. Böylesine zayıflık durumlarında hızlı sonuç taahhüt edilemez. Zayıflamış ekonominin, yani toplumun yaşam tarzı ancak yavaş yavaş iyileşirse sağlıklı olur. Küresel kabul görmüş sıhhatten (paradan), 30 kattan fazla zayıf kalınmışsa artık organlar işlevlerini yeterince yapamıyor demektir. Hatta bazıları hiç yapmıyor demektir. Bunun tedavisi de bir günde olmaz.
Eğer bünye zayıf ve hasta ise finansçın bile, hem de enflasyonlu ortamda zarar eder.
Enflasyon muhasebesi uygulanmadığından bütün bankalar çok yüksek kârlılık açıklarken Merkez Bankası çıkar 818 milyar TL zarar açıklar. Evet merkez bankaları kâr amacı gütmez. Bu aynı zamanda zarar da edemez demektir. Merkez Bankasına ödetilen kur korumalı mevduatlara koruma bedeli, halkın vergileri ile kapatılacak. Zarar, kamu zararı olacak hazineden kapatılacak. Milyon dolarlara sahip olanlara koruma sağlayan sistem, denk bütçe açığına sebep olacak, muhtemel yeni vergiye sebep olacak…
Ve en garibi 10 bin TL maaş alıp, geçinemeyen emekliye zam yapılmamasına sebep olacak.
Demek ki aslında fakirden alıp, zengine verilecek… Dooh Nibor(=>Robin Hood) sendromu topluma dayatılacak…
Ve bu fakirliğin tabana bu denli yayılmasına aracı olanlar ne yazık ki bankalarımız oldu… O bankalardan da talimat ve üç beş prim ile banka müdürlerini, müşteri temsilcilerini bu işe alet etti… Evet doğru finansımızı emanet ettiğimiz, paramızı, parımızı, yüceliğimizi emanet ettiğimiz kişiler, yoksuldan alıp zengine verilmesine hizmet ettiler… Hem de bu dolar mevduatlarını, kur korumalı mevduata geçirme iknasını, küçücük primlere yaptılar… Yoksul bırakılanın ahından pay almaya değmeyecek primlerdi bunlar… Yapmayanlarda oldu elbet… Onlar bilgili, geleceği görebilen, dik kalabilenlerdi… Onları tenzih ederiz…
Yoksulluk sınırının 54.700 TL açıklandığı bir yerde 17.002 TL asgari ücret verilmekte. Çalışanların yarısından fazlası asgari ücret ile çalışmakta…
İşçinin, çalışanın yoksul bile olmasının izin verilemediği bir dönemdeyiz ne yazık… İşçiden, emekliden zenginin parasına katkı yapmasının istenmesi de işte o yukarıda açıkladığımız balon teorisi… Her balon mutlaka patlar ya da söner…
Sene başında verilen 17.002 TL ile 34 TL olan benzinden 500 litre alınabiliyordu. Şu anda 400 litre alınabiliyor. Demek ki 17.002 TL, bu kısa sürede 13.440 TL’ye düşürülmüş. Bu hızla giderse, sene sonunda 17.002 TL, 7.000 TL’ye düşecek… Aradaki farkta milyon doları olan yurt içi ve yurt dışı zenginlere transfer edilmiş olacak… Elbette bu erime düzeninde, bu para yurt içi zenginde de kalmayacak. Ama o şimdilik, kısa bir süre daha kendini koruduğu için memnun gibi görünüyor…
Peki, para ondan nereye gidecek? Derseniz… Parası, paramız karşılığında değerlenen başta ABD, İngiltere, Almanya olmak üzere tüm ülkelere ölçeği nispetinde parça parça gidecek…
Gitmesinin nedeni; adım adım tedaviye müsaade edilmemesi… Ya da kısmen müsaade edilmesi… Borç alınan dolar ile döviz kuruna yapılan baskı tedaviye müsaade etmiyor… Bu tıpkı zekâta muhtaç birinin, yabancıdan borç alıp, bu para ile herkese yine yabancının ürettiği cep telefonu ısmarlaması gibi bir şey… Biz kura, borç aldığımız döviz ile baskı yapınca kime yarar?.. Elbette dövizin sahibine yarar… Döviz artan enflasyona ve yurtiçinde yükselen vergilere, maliyetlere oran ile ucuz kalmış olur. Ve körlük oluşur. Bu da ithal yemenin devamını sağlar. Kimse baskılanmayı sevmez… Türkün Lirası hiç sevmez… Bırakılsın artık Türkün Lirasının yani kendisinin üzerine baskılar kurma… Bırakılsın ki o da gerçek durumunu analiz edebilsin… Nüfusa oran ile az üretmenin ne hale getirdiğini görebilsin… Belli aralıklarla Merkez bankasının döviz bozdurması bizi korumuyor, sadece kandırıyor ve daha da ithal bağımlısı yapıp, tembelleştiriyor. Müdahale, baskı kesilirse hızla tüketici toplumdan üretici topluma geçme zorunluluğu hissederiz. Önümüzü apaçık görebiliriz. Kur korumalı mevduat için yoksulun cebinden alınanı geri koyabiliriz.
Ali’nin şapkasını Veliye, Veli’den de Ahmet’e politikaları faiz, rant, para politikalarıdır… Tek başına hiçbir işe yaramaz.
Fakir ya da zengin, halkla uğraşmayı bırakıp üretimi artırmalıyız, gençlerin enerjisinin boşa akmasını engellemeliyiz, israfı kesmeliyiz… Yabancılarla, Türkiye’de yapılacak iş sözleşmelerinde yetkiliyi Londra mahkemeleri değil İstanbul, Ankara mahkemeleri yapabilmeliyiz. Hizmet için seçilmiş, halkına hizmet etmek için meydan meydan dolaşıp oy istemiş, halka hizmetkâr olmayı talep etmişler, hizmetkâr gibi yaşamalı… Kendine yazlıklar, kışlıklar yapmamalı… Yazlıklara uşak tutmamalı… Senede bir kez kullanılacak diye oralarda gizli işsizlik yaratılmamalı… 365 günün 10 günü çalıştırılıp kalan 355 günü insanlar boş bırakılmamalı… Tembelliğe, israfa yol açılmamalı… Seçim dönemlerinde kilometrelerce afişe, parti bayraklarına boğuluyoruz. Neden bu millet bu israfı, enflasyon adı altında karşılamak zorunda bırakılıyor? Araba filoları da kesinlikle medeni ve demokratik değil… Bir hükümette, filoların anlamsızca arka arkaya hareket etmesi, bir dünya zamlanmış el benzini hoyratça yakması, milli parayı daha da değersizleştirir. Ve tabi ki diğer taraftan peynirin, etin, sütün, enflasyonun biraz daha pahalanmasını sağlar.
Defalarca yazdık ama tekrarlayalım. Bir ülkenin itibari, lüks ya da israf asla olamaz. İtibar halktır… Düşünsenize lüks, israf ile Türk itibar elde edilebilseydi, Türk demek yasaklanır mıydı? Bu nasıl bir tezat… Andımız yasaklanır mıydı? Yaşadık bunları TC bile kaldırıldı. Kurumların başından Türk ifadeleri çıkarıldı. Bu nasıl bir itibarmış ki Türkiye’de halk kendine Türk diyemiyormuş… Burası Türk yurdu… Yüz yıl öncede Anadolu Birleşik Devletleri gibi değişik isimler gündem edilmeye çalışılmıştı, doğru… Ama mücadele gücümüz ile bilmeye, ilime inanan, aydın liderlerimiz ile yine Türk kaldı, Türkiye kaldı. Tek itibarı da halkı oldu… Ve bu itibarı sayesinde kısa sürede toplumların örnek aldığı, gelişmiş ülke oldu… Milletler cemiyeti “Lütfen gelin bize üye olun” dedi. Kendi davet etti, rica etti. Sizi aramızda görmekten onur duyarız dedi. Şimdiki Avrupa Birliği gibi kriter, şart koymadı. Çünkü halkın bizzat kendisi kriterdi, yeterli karakterdi. İtibarlı o halk diğer ülkelerde, kıtalarda paktlar kurdu. Onlara liderlik etti.
Ta Roma imparatorluğundan beri, senatoda hizmet için seçilmiş hizmetkârların, Sezarların lüksü, halkı fakirleştirmiştir. Halkın zenginliği, hizmetkârların iyi hizmetine ve kişisel zenginleşmemesine bağlıydı.
Fakirliği, açlığı, yokluğu, karanlığı tabana yayan israf, bu sebeple haram kılındı… Liyakatli insanlara makamlarda görev vermemek, layık olamamak, laiksizlik, aldatma, yetkin olunmamasına rağmen makam işgali, kandırılabilecek kadar yetersiz kalma, açgözlülük, hırs, oburluk günah kılındı…