İnsanı hayata bağlayan tek şey elbette sevgidir. Hatta öyle ki! Yaradan sadece sevginin o müthiş ışığını görmek için bu koca evreni yaratmış olabilir. Ağacı, kurdu, kuşu, böceği, insanı da bunun için yaratmış olabilir. İnsan, yaptığı seçimin nedenini anlayabilmek için bu sevgi yoluna muhtaçtır. Kim bilir belki de sadece bu sevgi ışıltısı eşliğinde anlamın tadına varabilmek için bu seçimi yapmıştır.

Varoluşun muhtemel ilk sebebi, doğaya hayat veren o sevgidir. Sevgi birlikte kalabilmeyi, bir bütün olmayı sağlayan en önemli servettir. Serdengeçtiler vardı geçmişte, başı bozuk askerlere verilirdi bu unvan. Ser ‘baş’ demekti. Serdengeçti ‘başından vazgeçenler, gözü kara’ anlamında kullanılırdı. Servet ise başı kalabalıktı. Başları bir arada tutabildiği için bu ismi aldı. Çünkü en büyük ödül, servet ayrışma engellerini aşma yetkinliği göstererek bir kalabilmekti. Servet, birlikte kalabilmek için yapılan eylemlerin neticesiydi. Tek amacı da gülen yüzleri, sevgiyi çoğaltabilmekti. Eylemi, çalışmayı çoğaltabilmekti.

Anlam aramak, okumak, düşünmek, hareket etmek, çalışmak, araştırmak, gelişmek, ilerlemek, üretmek, birine değil insanlığın tamamına hizmet etmek, gönüllere girebilmek, doğaya hizmet etmek, birlikte hareket etmek, bunun için imalathaneler, atölyeler, fabrikalar, kurumlar kurmak hep sevgiyi çoğaltabilmek içindi.

Gel gelelim günümüzde birlikte kalabilme, sevgiyi yayabilme araçlarımız konkordato ilan ediyor. Ve bu ne yazık ki son yıllarda artarak çoğalıyor. Yedi ayda 1554 firma konkordato ilan etti. Firmalar piyasamızda tutunamıyor. Kârlılıkları, kaliteleri, araştırmaları, verimli olma kabiliyetleri, fayda verme imkânları azaldı. Konkordatoya gidenler önce tasarruf yaptılar. Sonra işçi çıkartılar ama yetmedi. Son bir gayret iflas etmemek için kredi, kaynak yapılanması peşinde koşuyorlar. Zarar eden kurum çok ama kazandıkları paranın alım gücü düştüğü için motive olamayıp bırakanda çok. Uğraşılarına, çabalarına değmediklerini ifade ediyorlar. Birikimlerini, alım güçlerini eriten üretim sisteminden çıkmak istiyorlar. Ülkeyi orta vadede, anlamadan eritecek olan faizde, rantta kalanların, üretenlerden daha çok kazandıklarını görüyorlar.  

İşte bu virüs böyle lanet bir virüstür. Elini taşın altına koymak isteyenlerin elini derhal taşın altında sıkıştırır. Böylece elini taşın altına kimse koymak istemez. Şehrin yolları üzerindeki, evinin bahçesindeki, kişinin gönlündeki taşlar bile alelade ortalıklarda kalıverir. Gönüllere giden yoldaki o koca taşı kucaklayıp kenara atmak isteyenin canı yanınca, o koca taşlar ortada kalır, üzerinden geçmek zorlaşır. Sevgi azalır, ışıltısı sönmeye başlar. Gelecek kaygısı başlar.

Ve hızla toplumun tüm kademelerine sirayet eder. Emeklinin 14 bin TL maaş aldığı, karnını dahi doyuramadığı, kimsenin bunu düzeltmek için bir şey yapmadığı bir piyasada kimse sağlıklı kalamaz. Varoluşun sebebi sevgi azalınca, bireysel finansal çıkarlar önem kazanınca adım adım yokluk herkese sirayet eder.

Önce çalışan işçiler yakalanır ‘satın alamama’ virüsüne, ardından beyaz yaka, memur, esnaf, KOBİ derken holding yönetim kurullarına kadar sirayet eder. Bugün bir memur, hafta sonu gelip de “Bakkaldan biraz kuruyemiş, bisküvi, içecek vs. alalım da evde ailecek şöyle güzel bir sinema keyfi yapalım” dediğinde bile, eskiden çal oynasın, vur patlasın eğlendiği tavernaya ödeyeceği parayı ödemek zorunda kalır. Bu bile artık lüks oldu.

Evet herkes kendi çapında, adım adım erir. Ve tabi ki aynı şeyleri deneyerek bu erimeyi düzeltemeyiz. Kişilerden şirketlere kadar her yere sıçrar. Bugün iyi gittiğini söyleyebileceğimiz bir KOBİ, geçmişte bir günlük kazancı ile misal bir kg altın alıyorsa, artık yüz gram alabiliyor. Yine iyi gittiğini düşündüğümüz holdingler, geçmişte yıllık kazançları ile kendi alanlarında fabrika kurabilirken, artık çok zorlarsa, ancak şube açabiliyor. Ufak ufak değil büyük bir hızla küçülüyor ve geleceksizleştiren bireyselleşmeye yönleniyor. Herkes kendini kurtarma çabasında. Çoğu da alabildiği kadar kaynağı alıp, okuma vs. bahaneleriyle yurtdışına kaçıyor. Farkında olmadan vatanın köküne bir balta da o vuruyor.

Toplumun değersizleşmesi, ilk olarak alt gelir dilimlerinde görülür, doğrudur. Lâkin tekrar edelim bu değersizlik virüsü hızlıdır. Öyle kaçamazsın yakalar. Aynı şeyleri yaparak da bu virüsten kurtulunamaz.

Büyük bir temizlik gerekir. Sadece kendi gereksinimlerimizi, en temel ihtiyacımız sevgiyi göz ardı ettiğimiz zamanlarda, bir kişiye biat başlar. Tek dert aman ona ve ailesine bir şey olmasın oluverir. Hatta evladından bile alıp ona verenler çıkar. Evladı şehit düşer, onun evladı zenginleşir.

Bu sorunun tek temizlik maddesi ‘Liyakat’ tır.

Liyakatli insanların, yani bakteriyofajların, yani iyi, faydalı virüslerin yaşatılması ve her yerde görevlendirilmesi en önemli meselemizdir.

Liyakat sahibi insanlar görev alamıyorsa, ecüş bücüş mülakatlara takılıyorlarsa, evde boşta oturtuluyorlarsa gericilik, gerileşim tam olarak yaşanıyordur. Kirlenmiş, yıpratılmış, yaralanmış, hasar almış bölgeleri ancak ve ancak bakteriyofajlar, yararlı virüsler, liyakat sahibi insanlar, yapacağı mesleğin eğitiminin en iyisini almış insanların mücadelesi ile, o kötü kalpli ‘satın alamama’ virüsleri hızla vücuttan atılabilir. Fabrikalar, yani bir arada tutanlar, ayrışmayı engelleyenler adım adım tekrar büyümeye başlar. Araştırmalar artar. Gelişim hızlanır. İnsanlar çalışma imkânı bulur. Sosyal güvenlik açıkta kalmaz. Sosyal güvenlik parası, biri dedi diye başka alanlara aktarılmaz. Özel hastaneler aracılığı ile yapılan usulsüzlükler biter. Böylece emeklinin de ‘satın aldırmama virüsü’ yok edilir. Liyakatli insanlar bu kurumlarda açığa, açlığa götürecek işlere izin vermez. Halka gitmesi gereken hizmet, para, birilerinin cebine gitmez. Emekliler, yıllarca çalışıp didinenler hak ettikleri gibi yaşayabilecekleri maaşa kavuşur. Halk arasındaki ikilikler hızla kaybolur. Sevgi topluma tekrar hâkim olur. Trafikte kavgalar biter. Sokakta anlamsız siyasi ayrışmalar biter. Hastanelerde bebek ölümleri biter. Kadın, çocuk cinayetleri biter. Çocuk evlilikleri biter. Anayasa, An’a, geleceğe hazırlayan yasa çiğnenmez olur. Hukuk, düzen, disiplin gelir. Okullara dadanmış uyuşturucu biter. Dışarıdan gelen emirler, aşağılayan mektuplar, bağımlılık biter. Çünkü rekabet edebilecek ürünler üretmeye başlamışsındır. Para kazanmaya başlamışsındır. Dış güce artık el açmazsın, onun parasına ihtiyaç duymayınca emirleri de onda kalır. Haliyle dış güçcülük oynanmaz.

Başlar insanlar birbirleri ile hoş sohbetler yapmaya, gülücükler açar sokaklarda, trafikte kurallara uyum başlar. Hır-gür, hırsızlık, kavga dili biter. Yanıltan, aldatan cümleler sarf edenlere inanan kalmaz.

Çünkü yüreğinde sevgi yeşerenler yaratana, yaradan da onlara yaklaşır. Haliyle bu aldatmaca orada filizlenemez.

Bugün sevgi meselesini gündeme almamızın tabi ki sebebi 10 Kasım…

Bağımsızlığımızı yeşerten, bu topraklarda sevgiyi çoğaltan, dinimizi kitabımıza, Kuranı Kerime uygun yaşamamızı sağlayan, Anadolu’da, Trakya’da Türk halkına yapılan soykırımı durduran. Türklerin, Yunan askerlerince yer yer Ermeni-Rum çetelerce soykırıma uğramasına ses etmeyen, hatta zaman zaman destekleyen, göz yuman işgalci İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı, Yunan’ı ülkeden def eden, vatanı bizlere ve özellikle gençlere emanet eden Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 86’ıncı yılında saygı ile anıyoruz. Ruhun şad olsun. Nurlar içinde uyu paşam. Dualarımızdasın.

Her geçen gün insana, doğaya verdiğin önemi, sürekli vurguladığın barışı, sevgiyi, ayrışmama, bir kalma, birlik içinde yaşama çabalarını daha iyi idrak ediyor ve yolundan yürümeye çabalıyoruz.

Bu vesile ile bir kez daha; Vatanımızın işgalini ve Türk soykırımını durduran, başta Atatürk’ü, o birbirinden değerli silah arkadaşlarını ve doğru stratejiyi tam olarak anlayıp uygulayabilen cephedeki sevdalarımızı, dedelerimizi minnet ve saygı ile anıyoruz.