Gelişmek ifadesi elbette bir amaç uğruna ilerlemek, düşünmek, anlamak, harekete geçmek, çalışmak anlamındadır.

Tabi ki gelişmişte; harekete geçmiş, ilerlemekte olan demektir.

Bakın bunu anlamış, gelişmiş ülkeler neler yapıyorlar.

Japonya mesela; uzaydan güneş enerjisi elde etmek için çabaladı çabaladı ve sonunda hedefine ulaştı. 2025 yılında uzayda oluşturdukları güneş tarlalarında biriken enerjiyi ışınlama yöntemiyle Dünya’ya indireceklerini açıkladılar. Nihayet sürekliliği sağlayacak, dünyayı daha az tüketecek projeleri son aşamaya geldi. JAXA bilim adamları taa 2015 yılında 1,8 kw enerjiyi ışınlayabilmişti. 2025 olarak açıklandığına göre demek ki miktarı çoğaltmayı başarmışlar. Ve 2009 yılından beri üzerinde çalıştıkları güneş tarlalarından bol miktarda enerji ışınlayabilecekler. Elbette bu bir devrim. Ve insanlık merakla bu tamamlanmış sürecin sonuçlarını bekliyor.

Yine Toyota’da araçlarında Nvidia teknoloji çözümleri ile süper bilgisayarları ve güvenlik DriveOS işletim sistemli araçlar üretmeye başladı. Sensörlerle donatılmış bu araçlar buluttan direkt bilgi alabiliyor. Aurora ve Continental ortaklı bir sürüş sistemi oluşturuluyor. Otonom sürüş, güvenli yapay zekâ, süper bilgisayarın saniyede kentilyonluk veri işlemesi ile öncelikli olarak insansız kamyonları 2027’de piyasaya çıkaracaklarını açıkladılar.

Yine mesela canlı çeviri yapan televizyonlar satışa çıktı. Şimdilik her dili canlı çeviremiyor ama o da yakındır.

James Webb uzay teleskobu üç yıldır uzayda ve birçok veri göndermeye başladı. Uzayda şimdiye kadar görebildiğimiz en uzak spiral galaksiyi görüntüledi. Büyük patlamadan 600 milyon yıl sonra oluşan yıldız kümelerini buldu. Samanyolu galaksisinin ikizini görüntüledi. Bu görüntülerle kendi galaksimizin doğumuna dair birçok bilgininde gün yüzüne çıkacağı artık aşikâr.

Iphone ve Ipad katlanabilir cihazlarını piyasaya sunmaya hazırlanıyor. Yeni model SE 4’ün özellikleri konuşuluyor. Uzayda Android madenciliğini defalarca anlattık. Yıllardır yapıyorlar. Bu sebeple kendilerine kattıkları değerin tekrar detaylarına girmiyorum. Ve daha birçok keşif, buluş…

Diğer taraftan gelişmemiş ülkelerde, yani tam olarak anlamamış, harekete geçememiş ülkelerde ise; gelişmiş ülkenin ürettiği, mesela telefonu halkı kullanmak isterse, İMEİ kayıt ücreti adı altında vergi alınması ile yetinilir. Lakin harcın, ürünün kendisinden pahalı olmasına ayrıca özen gösterilir. O da yetmez üzerine iletişim vergisi de konur. Ardından her bir konuşmada ayrıca vergi ödenir. Elbette bu gelişmiş bir ülkede görülemez.

Yine mesela hiçbir yerde görülmemiş bir şekilde yurtdışı çıkış harcı alınır. Bir gelişmiş ülke vatandaşına, vergisini almayı bırak bunu anlatmakta bile zorlanırsınız.

Gelişmemiş ülkeler bolca otomobil de ithal eder. Sonra çıkar otomobil fiyatından çok vergi alır. Üretenden daha fazla kazanmış olur. Mesela Mercedes bir araç, üretildiği ülkede 10 bin Euro iken, üretmeyen ülke buna 50 bin Euro ister. ‘Mercedes haliyle kıskanır’ tabi ki diyemeyiz. Belki şaşırır. Çünkü böyle bir haksızlığa eğitimli vatandaşlar tepki koyar. Bunu yaparsa Mercedes, orada yaşayamaz olur. Gelişmiş, anlamış toplumlarda kimse halka zarar vermeye kalkamaz.

Gelişmemiş ülkelerde kazançtan ziyade tüketim üzerinden vergi alınır. Hatta öyle boyuta gelir ki toplam verginin %70’i dolaylı vergilere dayandırılır. Üreterek kazanılan paradan alınan vergi aşağılarda kalır. Çünkü üretimi yetersizdir. Tüketim toplumuna dönüştürülmüştür. Üretimden oluşan kazanç o devasa kamu harcamalarına yetmez. Haliyle gelişmiş ülkelerde görülemeyecek bir oranda dolaylı vergi uygulamasına geçilir. Tüketen tüketilir. Orada verginin bile vergisi olur. Bu arada verginin vergisini alan tek bir ülke var.

Elektrik, elektronik faturalarına da kamu televizyonu için eşi görülmemiş bandrol harçları konur. Yetmez! Ciro, hasta garantisi verilerek hastaneler kurulur. Birkaç kez denenmiş ve topluma çok zarar verdiği için dünyada uygulamadan kalkmış ‘yap işlet devret’ projeleri ile otoyol, havalimanı, köprüler yapılır. Proje maliyetinin dört kat fazlasını halk ödemek zorunda kalır.

Bunca garip vergiler varken, pırlanta ve değerli taşların vergisi %1’de kalır. Bir de üzerine ‘Pırlanta vergisi artarsa, dünya piyasalarından pahalı olur. İnsanlar da gider yurtdışından alır.’ diye savunma yapılır. Eee ne güzel bırak alsınlar, ülkede değerli maden artmış olur. Tükenen, değerini yitiren, yok olan ürün almasından çok daha iyidir. Ne de olsa pırlanta zamanla değer kaybeden bir ürün değil. Ayrıca madem bu kadar hassasiyet var, o zaman değer kaybeden arabanın, telefonun, bilgisayarın dışarıdan alımını durduralım. Tükenen buğday, mercimek, ceviz, soğan vs.nin dışarıdan alımını yapmayalım. Tüm opsiyonları, çeşitleri milli kalelerimizde, fabrikalarımızda kendimiz üretelim.

Gelişim gösterememiş ülkelerde bir de rant hortlar. Mesela orada araba fiyatının 10 kat fazlasına taksi plakası satılır. İnşaat maliyetinin 10 kat fazlasına daire satılır.

Özünde de bunların hepsi sınanmaktır. Halklar düzenli olarak sınanırlar. Sebebi ise dünyayı korumaktır. Dünya nüfusunun artması ve dünyanın taşıyamayacağı bir orana çıkmasını engellemektir. Bu ekonomik sınamalar da dünyaya değer katanların, yaşamı anlayanların ayrıştırılması için yapılır. Başka toplumlardan geçinenler hızla elenir. İnsanlığa, canlılara değer katanlar mücadeleye devam eder.

Bilim adamlarının açıklamalarına göre; Dünya’nın 1 milyar kişiye ulaşması 100 bin yıl sürmüş. Ve çoğalma, bölünerek çoğalma şeklinde devam ettiğinden katlanarak sayı artmış. Ve sonraki 100 yılda, evet sadece 100 yılda dünyada 2 milyar insan yaşamaya başlamış. Sanayi devriminin ardından 100 bin yılda oluşmuş nüfus, 100 yıl içinde oluşuvermiş. Ondan da sadece 50 yıl sonra, yani 1970 sayımında nüfus 4 milyar olmuş. Bugün ise 8 milyarın üzerinde insan yaşıyor. Nüfus artış hızımız inanılmaz.

Daha da kötüsü, Bartlett’ın kap ile yaptığı küresellik testine göre 40 yıl içinde dünya nüfusu 32 milyara ulaşacak. Bu da kabın tamamen dolduğunu gösteren sınır oluyor. Demek oluyor ki dünya taşacak, yetmeyecek. Yaşam savaşı içgüdüsel olarak vahşileşecek. Kaynaklar tamamen tükenecek. Sürdürülebilir olmaktan çıkacağız. Muhtemel tekrar yamyamlık bile baş gösterecek. Daha önce beş kez yaşandığı bilinen kıyamet, yok oluş tekrarlanacak. İnsanlık imtihanını verememiş olacak.

Bugün, bu teorilerin hesabı ince ince yapılıyor. Mevcut 8 milyar insanın adım adım 2 milyar seviyesine çekilmesi ve kıyametin yaşanmaması için çalışmalar var.

Virüs, salgın, yanlış imar izinleri ile deprem, sel, zelzele, genetiği oynanmış ve sağlıksız ilaçlarla, hormonla yetiştirilmiş gıda bu önlemlerden bazıları… Ama hepsinden önceliklisi ekonomik sınav ile alınan önlem. Olumsuz hırsın, açgözlülüğünün, tembelliğin, ürettiğinden çok tüketmenin, başkasının ürettiğini tüketmenin, fitne, yardımlaşmama, kendi içinde bile bir, diri kalamama, ayrışma cehaletinde bulunma, katı, sert tutum, aslında kırılgan tutumdakilerin, yani esnek, ihtiyaca, gelişime, değişime açık olamayanların tespiti ile sayının azaltılmasıdır. Nispeten iyi durumda olanların ise daha iyi olan ile asimile edilmesidir. 

Ve maalesef ki! Bunu bugün planlayan da o geçmişin karanlık zihniyeti. Onlarca yıldır önce kendi zenginlikleri için diğer insanları sömürdüler. Rahat sömürebilmek için eğitimsiz bırakma mücadelesi verdiler. Gıdalarının bile genetiğini değiştirdiler. İlaç, gübre istemeyen binlerce yıllık buğdayı değiştirip, sağlıksız, sürekli ilaç isteyen tohumu insanlık adına yapılmış en güzel buluş olarak sundular.

Haliyle bu bilinci eksik bırakılmış toplumlar zaman içinde hastalığa, fakirliğe düştüler. Doğal süreç hemen buna tepki verdi. İnsanlar, hayatta kalabilmek, hayatın devam etmesini sağlamak için istemsizce çoğaldılar. Gözü doymazların tehdidine önlem almaya çalışırken çoğalmış oldular. Gel gelelim o sömürerek zenginleşenler, sanki kendileri melekmiş, muhteşemmiş gibi bugün dünya nüfusunu planlıyorlar. Ve bununla mücadele etme imkânımız elbette zor ama var. Can çıkmadan umut çıkmaz. Çalışarak, geri dönüşüme değer vererek, dünya kaynaklarını minimum seviyede tüketerek buna çözüm bulabiliriz.

Kendini dünyanın kahramanı ilan edenlerin, nüfusu planlama cüretini kendinde bulanların bu vahşi, hastalıklı, acılı çözümünü kabul edemeyiz. En temel yaşam kuramı olan ‘ürettiğinden az tüketme’ ile, birilerinin zenginliğini arttırmadan kendi çözümümüzün izinden gitmeliyiz.