İnsan elbette düşüncelerini yaşar. Ya kendini geliştirir düşler, düşkünlük görmez. Ya da başkasının düşüncesine sığınır ve haliyle başkasının çıkarı için kolayca harcanır. Bir insanın arkasına sığınmamak, düşkün kalmamanın ilk adımıdır. Ki buna ‘kula kul olmamakta’ deriz.

Düşüncelerini başkasının yönlendirmesine müsaade edenler, adım adım 14 yy. düşünürü İbni Haldun’un uyarılarını yaşar.

Düşünür İbni Haldun toplumsal çöküşü tariflerken, ilk olarak toplumda dayanışmanın yok olması ile baş göstereceğini belirtir. Ardından üretime dokunur. Üretme üstünlüklerini, yetilerini azaltan toplumların çökeceğini söyler. Evet hem de bunu 7 yy. önce söyler. Ve devamında derki ‘bu üretmeyen, tembelleştirilen toplumlar hızla tüketim çılgınlığında boğulurlar’. Haliyle orada hemen vergiler, cezalar düzenli olarak artar uyarısını da ekler. Sonra liyakat kaybolur der. Özellikle devlet kademelerinde, layık olmayan ama tanıdığı, akrabasını iş alımında tercih etme başlar. Selçuklu Sultanı Turgut beyin uyguladığı, yazılı ilk kez onunla görülen, Fransızların da 18 inci yy. Fransız devrimi ile bu Türk yasasını kendinde de uyguladığı layıklığa, laikliğe o çöküş toplumunda düşmanlık başlar. Fatih Sultan Mehmet’in “Allah’ın insana soracağı soruları siz bir insana soramazsınız, namazı, orucu siz sorgulayamazsınız. Siz sadece ‘Halin vaktin yerinde mi? Bir ihtiyacın var mı?’ gibi insanın insana soracağı soruları sorabilirsiniz.” Dediğini ve bu destur ile yönettiğini hepimiz biliriz. Bu da Fatih Sultan Mehmet’in, insan olma liyakatlığı ile yaratana layık, laik olma anlatımıydı. Yine kendisi bu liyakatlık, laiklik anlayışı içinde İstanbul’un fethinden sonra kimsenin inancına müdahale etmemiş. Ve hürce yaşamalarını sağlayacak liyakatli insanlarla çalışmıştı. Aynı zamanda MS. 325 İznik konsilini de unutmamışlardı. Bildiğiniz gibi İznik’te Hristiyan din adamları Konstantin eşliğinde toplandı. Bu konsili de; o günkü ismi ile Konstantinopolis’e yerleşmiş Türkleri ve kültürünü silme kararı çıktı. Yunan inanç usulüne geçilmesini kabul ettiler. Hristiyan din alimleri, Konstantin’in bu oyununu sonradan anlayacaklardı. Konstantin tanrı olma gayesindeydi. Halbuki Türklerden öğrenmişlerdi. İnsan çalışarak, kendini ispat ederek, layık olduğunu halka göstererek, laik olabildiğince görevinde yükselme üzerine hayat kurgulanmıştı. Rüştünü ispat etmeden, göstermeden yükselme ancak tanrısal bir yeti olabilirdi. Konstantin bu kararlarla ne yazık ki tanrısallaştı. Mevkisini korumak için çabalamasına gerek kalmadı.

İbni Haldun toplumsal çöküşü tanımlamaya, adaletsizliğin artması ile devam ediyor. Adaletsizlik öyle bir virüstür ki! Bir kere göz yumulursa, o adaletsizlik göz yumanın kapısına mutlak gelir. Anlayamadan adaletsizlik haneye ulaşır. Adaletin olmadığı bir yerin, kısa sürede adı da namı da kalmaz.

Ardından ‘umutların yıkılması’ der İbni Haldun… Umudun kalmadığı bir yerde gençler durmaz. Göç başlar der. Sonrada gençlerin umuduna ket vuranlara seslenir. ‘İblisane bir gurur ve kibir başlar’ der. Hemen ardından gösterişten bahseder. Büyük büyük saraylardan, koruma ordularından bahseder. Yalakalıktan da bahsetmeden etmez. Milletin malını, itibar ya da başka adlar ile aldatarak yiyenin etrafında bir dolu insanın birikeceğinden bahseder. Bunlarında milletin hakkından pay almak için yalakalık peşinde koşacağından bahseder.

En sonuncusu ise gerçekten çok vurucu…

Aslında orada oluşmuş yozlaşmadan bahseder. Etrafında bunca olanları görmemiş ya da görmek istememiş, kendi fikrini geliştiremeyen, yozlaşmış insanların varlığından bahseder.

İşte 7 yy. önce bizi uyardığı bu felaketlerin üstesinden gelebilmenin tek yolu, öncelikle yaşanmış bu uyarıları can kulağı ile dinlemektir. Düşünebilen ve hareketlenebilen toplum olabilmektir.

Düşünmenin yaygın olmadığı bir yerde toplum kıymetlenemez. Elbette kıymetlenemeyen de kıyametlenir. O toplum üzerinde kıyametler eksik olmaz. Bir gün tren faciasında mahşer yaşanır, insanlar can verir. Acılar, çığlıklar henüz dinmemişken önlem almayı reddetmiş bir maden çöker. Deprem olur, bina inşaat safhasında eksik malzeme yüzünden o binalar tuz buz olur. Çocuklarını kurtaramamanın o tarifsiz acısını, cehennemi yaşar anne babalar. O biter, sel gelir. Dere yatağına verilen inşaat izinleri ile insanlar sele kapılır. Ticaret maliyetleri artar. Maliyetli diye iş güvenlikleri alınmaz. İş kazaları bitmek bilmez. Hop yangın olur. Önlem alınmadığından alarm bile ötmez. Yol gösteren yangın ışıkları yoktur. Kimi uykuda yakalanır. Kendi kokuları içinde hayatlar kaybolur. Yanında yatan evladının öleceğini göre göre çaresizliğin o tarifsiz acısını yaşar. Kıyamet ordadır.

Düşünce yetileri elinden alınmış toplumların kararları, geleceklerini belirler.

Bakın ABD’de Trump yeniden seçildi. Daha Bismillah gelir gelmez “Çok maliyetli olduğundan iklim anlaşmasında çekileceğiz” dedi. Devam etti “Rüzgâr enerjileri projelerinin iznini durduracağız” dedi. Tabi çat panel üreten şirketlerin değeri düştü. Şirketler işçi çıkartma aşamasına geldi. Durur mu Trump? Danimarka’nın, Kanada’nın topraklarını satın almaya kalktı. Adam Danimarka başbakanını aradı “Grönland’ı bize satın” dedi. Sanki sebze alıyor. Sanki Danimarka Ali babanın çiftliği, öyle sat dendi mi satılıyor. Eminim Danimarka başbakanı telefonda büyük şaşkınlık geçirmiştir.

Hangi kimliksiz toprağını yabancıya satar ki? Hangi vatansever toprağını yabancıya satılma fikrine şaşırmaz ki? Tabi Danimarka’nın cevabı pek Trump’ın istediği gibi olmadı.

Trump’ta da şöyle bir refleks gelişmiş. İstemediği bir cevap duyunca hemen ‘gümrük vergilerini arttıracağım’ diyor. Çocuk gibi… Kaç kere Çin’i, Almanya’yı, Kanada’yı, Meksika’yı, Danimarka’yı gümrük vergilerini arttırmakla tehdit etti. Bu arada 1 Şubat 2025’ten itibaren de %25 gümrük vergisi uygulanabileceği tekrar söyledi. Adam istikrarlı, dört yıl önce kaldığı yerden devam ediyor.

Bu toprak isteme üzerine Danimarka’da sesler yükseldi. Trump’a hakaret eden vatansever bir vekil çıktı. Hem de Avrupa konseyi kürsüsünde “Defol” diye haykırdı.

Ama bak Avrupa vatanseveri vekil! Vatanseverlik tüm vatanseverlerin duygularına anlayabilmektir. Bana dokunmuyor ya da işime geliyor diyerek yanlışı görmezden gelirsen gün gelir o yanlışçı başı senin de kapına dayanır. Yıllarca Ortadoğu’yu karıştırmalarına göz yumdunuz. Hatta bir de yetmez arka çıktınız. Gün geldi Ortadoğu tükendi. Sömürmeye alışmış o yanlışçı başı kimin kapısına dayanacağını düşünüyordun ki? Elbette kimi yakalarsa onun kapısına dayanacak. Çünkü alıştı onlar. Toplumları birbirine düşürüp, ayrıştırıp, oradan nemalanıyorlar. Sömürme eksilince ya da yetmemeye başlayınca yeni sömürülecek bölge arıyorlar. Bu şimdilik Grönland… Yıllarca başkalarına bulaşırken sesi çıkmayanlar, kendine dokununca Avrupa konseyinde ‘defol’ diye avaz avaz bağırınca etkili de olmuyor. Bu ızdırabı onları tanımasından. Biliyor Ortadoğu’da hangi aldatmacalara başvurduklarını. İnsanları önce cahilleştirip sonra sömürdüklerini. Aynısının kendi ülkesinde de yapılacağından korkuyor. Garip olan bunu görmesi değil, garip olan bunu yeni fark etmiş gibi yapması… O vekil konuşmasında “800 yıldır Grönland Danimarka kraliyetinin toprağıdır” diye de bağırdı. O vekil Anadolu’yu 1071’den itibaren Türk yurdu olarak görse de Anadolu’da ta 3 üncü yüzyılda Romayla, Alanlarla savaşıp Ana Don’a, Avrupa’ya yerleşen Türkler olduğunu görmezden gelse de, Anadolu kazılarında 5 bin yıllık Sümer tabletlerinde Türk isimli krallar çıktığını görmemiş gibi yapsa da Türkler 800 yıldan çok daha önce, binlerce yıldır bu topraklarda…

Zamanı geldiğinde 5 bin yılı görmezden gelip de Ermeni, Kürt vs. gibi bölücü oylamalara girersen, gün gelir senin o 800 yılını da tanımayanlar çıkar.

Ülkelerin, toplumların farklı farklı olmalarının bir sebebi vardır. Doğaya, canlıya rekabet içerisinde, hevesle, motivasyonu yüksek bir şekilde hizmet edebilmektir. Dengeyi, denkliği sağlayabilmektir. Bu sebeple hiçbir yerde tekelleşme kabul edilmez. Ülke bazında tekelleşme de kabul edilemez. Dünyanın en güçlüsü benim psikolojisi her zaman sağlıksızdır. Yaratılış amacından hızla saptırır. Sonra da gelir ABD gibi sağa sola kabadayılığa çıkar. Bugün bazıları da “Bak görürsünüz Çin bunların hakkından gelecek” falan diyor. Bizde ‘o dışkı değil de bu dışkı’ derdi eskiler… Eee yani ABD gidecek, Çin tekel olacak. Çin tek güç olunca, denge, denklik mi gözetecek? O da başlayacak kabadayılık yapmaya…

Unutma! Güç tekelleşiyorsa zülüm, kıyamet kaçınılmazdır.

İnsan düşünmek üzerine kurgulanmıştır. Haliyle düşüncelerini yaşar. Kıymeti de kıyameti de kafasında geliştirdiği ya da geliştiremediği düşünceler ile kendine çağırır.