Gazeteleri tarıyorum... Basınımızda başka köşe yazarlarımızın bir kısmı olmak üzere o derece rehavet var ki sanki üzerlerine ölü toprağı serpilmiş. Bir kısım yazarlarımızda hadiseleri Türk milleti perspektifinden ele almıyorlar adeta düşman gözüyle konulara yaklaşım gösteriyorlar.

Hadiselere kendi halkının değerlerine saldırma, kendi halkını küçümseme, milli değerleri alaya alma yönüyle bakıp, hiçbir mevzuda analitik yöntemlere, ispat mükellefiyetine dayanmadan ampirik yaklaşan; çok geveze beynine su çıkmış bir yazarımız köşesine bir alıntı yaparak şöyle diyor;

"Örneğin işte Oscar Wilde'ın çın çın çınlayan bir sözü:

- Vataseverlik, zalimlerin erdemidir.

İngiliz yazarı Richard Aldington'un ise, balon patlatma iğnesi çuvaldıza dönüşmüş;

- Milliyetçilik, kendi bokunun üzerinde öten salak bir horozdur."

Yaşadığı topluma, Türk insanına en ufak saygısı olmayan kansız, ruhsuz tekliflerle ciddiyetini kaybetmiş bu yazarımızı geçelim.

D.B. Tercüman Gazetesi'nde (17 Şubat 2005) Sn. Yayım ERALP bir mini yorum yaparak şöyle buyuruyor(!);

"Suriye ile İran'ın Amerika'ya karşı beraber hareket etme kararı almaları bence yanlış bir karar. En azından Suriye bakımından.. İran zaten kendisini yalnızlıktan kurtarmak istiyor... Lübnan eski Başbakanı'nın öldürülme olayından sonra bazı parmaklar Suriye'yi gösterdi. Suriye bu işi içinde olmadığını göstermeye çalışmak yerine İran ile işbirliği yapma kararı alarak adeta suçu kabul etmiş oldu. Suriye ve İran'ın durumları farklı. Suriye'den istenen Güvenlik Konseyi kararı gereği askerlerini Lübnan'dan çekmek. Bunu yapması gerekir. İran ise nükleer silâh peşinde koşmakla itham ediliyor. Şimdi sanki iki eksi bir araya gelerek bir artı yaratmak ister gibiler."

Sn. Diplomatbey uzun yıllar Türkiye'nin çıkarlarını bu zihniyetle mi savundu diye endişe duyuyoruz. Soruyoruz; Sayın Yalım ERALP Bey! Bir devlet tehdit görünce düşmana teslim olması politikamıdır? ABD + İsrail ekseni bir talepte bulunursa bunu yerine getirmek bir mecburiyetmidir?

Lübnan Başbakanı Sn. Harrari'nin öldürülmesini Suriye yaptı diyorsunuz. Şayet böyle ise elinizdeki vesika ve dökümanlar neler? Nerden biliyorsunuz? Ne çabuk böyle bir karara vardınız?

Suriye'nin bu işin içinde olmadığını bu terör kimin işine yarar? kime hizmet eder? Kimin politikalarına dayanak teşkil eder? suallerini sormuş olsaydınız bunu Muhaberat mı Mossad mı yapmış olduğunu anlardınız. Biz Suriye'nin avukatı değiliz ancak bir diplomatın hadiseleri berrak bir şekilde tahlil etmesi doğru teşhislere istinad eden doğru çözümler üretmesi gerekmez mi? Sn. Eralp'ın bir dönem Türk dış politikasındaki etkisi düşünüldüğünde milletimizin nasıl yanlıştan yanlışa sürüklendiği noktasında üzüntü duymamak mümkün değildir.

Yazının devamında Sn. Eralp şunları söylüyor; "Bu bence ikinci yanlışları. Türkiye'nin iki komşusunun uluslararası gerginliğe yol açması kuşkusuz Türkiye'yi rahatsız eder ve zor durumda bırakır.

Suriye ile İran uluslararası sistemin dışında kalmak istedikleri izlenimini verdikçe Güvenlik Konseyi'nden yaptırım kararı alınmasını daha kolaylaştırırlar."

Ne yani? Amerika höt dedi diye teslim mi olsunlar? Bu mudur milli tutum ve duruş. Türk dış politikasının kendi halkının çıkarlarına istinad etmeyen duruş sergilemesi başkalarının çıkarlarına göre tutum sergileyen diplomatlar yüzünden olduğu açıktır. Bizce Sn. Yalım Eralp doğru teşhiste bulunamadığı gibi doğru telkinlerde de bulunamıyor. İran ve Suriye'nin şahsında milletimize teslimiyetçiliği telkin ediyor. Bizce ağır tehdit altında bulunan İran ve Suriye'nin ABD'ye karşı ortak cephe kurması doğru tutumdur. Yanlış düşünen bizim monşerdir.