Yüce Allah, bize her şeyi bahşetmiş... Doğa, tabiat, ormanlar, akarsular, göller, 3 tarafı denizlerle çevrili, mümbit topraklar, madenler, ülkemizin değişik illerinde 4 mevsimi bir arada yaşama imkanları, her çeşit üretim olanağı, bol, bereketli herkese yetecek ölçüde, hatta dışarıya ihraç edecek kadar... 

Allah, dünyanın tabiat zenginliği ve güzelliği açısından, bize paha biçilmez, nimetlerini bahşetmiş. Örneğin; Antalya bir cennet köşesi. İstanbul Boğazı büyüleyici. Bodrum, Marmaris, Datça, Ayvalık, Altınoluk, Saros, Kapadokya, Doğu, Güney Doğu Anadolu’daki güzellikler, Marmara, Karadeniz, hangisini sayayım, hepsi şahane, Allah vergisi, eşi yok... Biz Türkler, bu topraklarda devletler, imparatorluklar kurduk, cihana hükmettik. Selçuk İmparatorluğu, Osmanlı Türk İmparatorluğu, Alpaslanların, Melikşahların, Keykubatların, Muratların, Fatih Sultan Mehmetlerin, Yavuz Selimlerin, Muhteşem Kanunilerin, torunlarıyız. Son olarak Büyük Atatürk bize, modern, uygar Türkiye Cumhuriyetini emanet ve armağan etti. Bu emaneti, kutsallığına inanarak, ebediyete kadar taşıyacağız. Atatürk ve Milli Mücadele Arkadaşları, bu Cumhuriyeti bize canları, kanları pahasına, büyük fedakarlıklarla kazandırdılar. Bunun değerini çok iyi bilmeliyiz. 

Yıllar önce İngiltere’den (LSE’den) dönünce, çalışmak istediğim iki kuruluş vardı. DPT ve Hariciye. O dönemde LSE’de beraber olduğumuz, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, DPT’de, Daire Başkanlığına atanmıştı. Ben DPT sınavını kazanmıştım. Kendisini ziyarete gittim. Epey eski günleri konuştuktan sonra, Nevzat Bey, “Selçuk gel, Müsteşar Turgut Bey’e gidelim, seni tanıştırayım,” dedi. Koskoca Özal, kudretli DPT Müsteşarı, Başbakan Demirel’in sağ kolu. Odasına girerken çok heyecanlandım. Ancak karşımda güler yüzlü, fevkalade rahat, karşısındakini de rahat ettiren, tevazu sahibi bir Özal’la karşılaştım. Nevzat Bey, “Ağabey, Selçukla LSE’de beraberdik. Yeni döndü ve DPT sınavını kazandı, ancak Hariciye’ye intisap etmek istiyor” dedi. Özal, bana dönerek, “Bak Selçuk, biliyorsun Demirel seçimleri kazandık, tek başına iktidar oldu (1965). Biz de göreve geldik. Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor, bizim (DPT), hazırlayacağımız, kalkınma planları ile Türkiye’yi uçuracağız, en kısa sürede gelişmiş ülkeler arasındaki yerimizi alacağız. Senin böyle bir kadroda yer almanı isterim. DPT’ye gir.” dedi. Aziz ülkemin, sevgili yurttaşlarımın, refahı, gelişmesi için çalışmak bana tarifi imkansız bir heyecan ve güç vermişti. Diğer plancı, çok değerli uzmanlarla birlikte kolları sıvadık, çok çalıştık... 

Yeterli olmasa da, ben her hükümetin ve her Başbakanın iyi niyetle, vatan ve milleti için elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettiğine inanırım. Gene yeterli olmasa da bugün, Türkiye, bölgesinin güç odağıdır. Yeterli olmasa da, diğer ülkelerle mukayese edildiğinde, Türkiye, İnsan Hak ve Hürriyetlerine önem veren, saygılı, demokratik rejimi uygulayan, iktidarların seçimle değiştiği, demokratik rejimin, kurum ve kuralları ile fonksiyon ifa ettiği, ferdi değerlerin olduğu, sağlıkta, eğitimde, konutta, sosyal ve ekonomik sektörlerde, bölge ülkelerinin önünde olduğu bir ülkedir. Türk Ordusu, kara, deniz, hava, jandarma kuvvetleri olarak çok güçlüdür. NATO’nun ikinci büyük silahlı kuvvetleridir. Bu nedenle Türkiye, Suriye, Irak, İran, hatta Ermenistan son olarak da Afgan muhacirler için bir umut, yaşam kapısıdır, can ve mal güvencesidir. 

Örneğin; Türkiye, sağlık alanında bölgesinin en yüksek standartlarına sahiptir. Evet dışarıdan böyle görünmesine rağmen, bize göre Türkiye henüz olması gereken refah ve gelişmişlik düzeyine ulaşamamıştır. Daha yapılacak çok iş vardır. Türkiye, iktisatta, sanayide, ziraatta, ulaştırmada, milli gelirde, ihracatta, istihdamda, teknolojide, bilim ve bilişimde çok daha ileri noktalarda olmalıdır. Yapılanlar önemli, ancak yeterli değildir. Türkiye’nin ileri düzeyde gelişmeye dönük kaynakları vardır. Ancak bunlar rasyonel, akılcı, israftan uzak politikalarla, seferber edilmelidir. Planlama, liyakat, uzmanlık, iş bilirlik ön safta olmalıdır. 

Bugün Türkiye’de, ekmek elden su gölden misali, 6 milyonu aşkın Suriyeli yaşıyor. Diğer göçmenlerle birlikte 8 milyon misafirimiz vardır. Tamam! İnsani gerekçelerle bunlara bakalım. Bunlara harcanan 100 milyar dolarla, Türkiye kendi insanının refah ve gelişmesi için büyük projeleri gerçekleştirebilirdi. “Önce Can, Sonra Canan”... 

Bu Taliban denilen eli kaplı çapulcu çeteleri ile bir yere gidemezsiniz! Kapağı Türkiye’ye atmak isteyen göçmenler, bir beka sorunu durumuna gelmiştir. Bunlar aşırı doğurganlıkları ile giderek çoğalarak, Türk nüfusu içinde yer edinmek, söz sahibi olmak hatta Türkiye’nin kaderine hükmetmek niyeti içindedirler. Bu hadiseye hiç kimsenin cevaz vermesi beklenemez. Suriyeliler, Afganlılar, Iraklılar, İranlılar, bizdeki etnik gruplar gelecek için ciddi tehlikedirler! Görmezlikten gelinemez, derhal tedbir alınmalıdır. Türkiye, Türklerindir... 

Türkiye’yi, geri gidişten, bağnazlıktan, yobazlıktan uzak tutmalıyız, müspet ilime inanmalıyız. Büyük Atatürk’ün ifade ettikleri gibi, Türkiye’nin, yeri muasır, Batı Uygarlığıdır. Bölge ülkeleri, kendilerine göre Türkiye’yi bir ümit, yaşam ışığı olarak görebilirler. Ancak yapılanlar kafi değildir. Bu güzel, Yüce Allah’ın her şeyi bahşettiği ülkemize yazık(!) etmeyin. Doğru dürüst yönetin, ülke aleyhine, tasarruflardan uzak durun, vazgeçin! Bir insan düşünün, dünyanın en iyi okullarında okumuş olsun, birkaç lisan bilsin, ekonomiye, güzel sanatlara, tarihe, edebiyata, dış politikaya, velhasıl her konuda bilgili, yetişmiş, ihtisas sahibi olsun. Bu insan tek başına ülkeyi yönetemez, kararlar alamaz, ülkenin, milletin kaderi, geleceği ile oynayamaz, hükmedemez. Böyle bir yönetim tarzı, aslı hoş görülemez. Her yönetim, gerekli mercilere, yaptıklarının hesabını vermek, sürekli denetim altında olmak durumundadır. Bu denetim ve kontrolü, milletin temsilcileri olan Milletvekilleri, Parlamentolar (TBMM) yapmalıdır.