Türkiye’de Paul Auster’ı on gün öncesine kadar kaç kişi tanıyordu ya da adını duymuşluğu vardı? Ülkemizde yayımlanan kitaplarının satış rakamlarına bakarsak yetmiş milyonluk ülkemizin yedi binde biri herhâlde. Belki bu bile son derece iyimser bir tahmin. Paul Auster 29 Ocak’ta Radikal Gazetesi’nde yayımlanan röportajında şöyle dedi: “Hapiste yatan yazar ve gazeteciler yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyorum! Kaç kişi oldu? 100’ü geçti mi? Biz demokratlar Bush’lardan kurtulduk. Bir savaş suçlusu olarak yargılanması gereken Cheney’den kurtulduk. Neler oluyor Türkiye’de! En çok endişelendiğim ülke. Demokrat yasaları olmayan ülkelere gitmiyorum davet alsam da. Aynı sebeple Çin’den gelen davetleri de geri çeviriyorum. Bu hükümetleri protesto ediyorum.” İşte bu sözler üzerine Başbakan Erdoğan yanıt verdi ve ortalık toz duman oldu...
Uzun süren polemik işe yaradı: Paul Auster’ın Aralık ayında Can Yayınları tarafından yayımlanan son kitabı “Kış Günlüğü” en çok satanlar listesinde zirveye oturdu, kitapçı raflarında en ön sıraya dizildi ve her şeyden önemlisi Paul Autser Türkiye’de ilk kez hak ettiği ilgiyi gördü. Herhâlde şu anda Türkiye nüfusunun yüzde doksanı Paul Auster’ın en azından adını öğrendi. Bildiğim kadarıyla ülkemizde ilk kez bir siyasetçi bir yazarı bu şekilde zirveye taşıdı. Toplatılan bazı kitapların da çok sattığı olmuştu ama bir siyasetçiyle yazar arasında yaşanan polemiğin ardından böyle sonuç alındığını anımsamıyorum.
Kimdir Paul Auster? Altmış beş yaşında Polonya asıllı Amerikalı yazar, çevirmen ve senarist. Columbia Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra bir süre Fransa’da yaşadı. Stephane Mallarme, Joseph Joubert gibi pek çok Fransız yazarı İngilizce’ye çevirdi. İlk eşi Lydia Davis, ikinci ve şimdiki eşi Siri Hustvedt de kendisi gibi yazar. Kitaplarını, yazdığı dil İngilizce’de okuduğum için dilinin ve anlatımının son derece yalın olduğunu söyleyebilirim. Bu yalın anlatımıyla kimlik sorununun, insan ilişkilerinin, yaşamdaki beklenmedik karşılaşmaların ve rastlantısal deneyimlerin derinlerine iner. Anlatırken kendisi de anlamaya çalışır sanki. Kahramanı da bu araştırmada bir araçtır. Pek çok romanı otobiyografiktir. Kimi zaman öykülerinin sonunu sonuçsuz bırakır. “Bundan sonra siz ne yaparsanız yapın!” der gibi. Çağımıza yön veren entellektüellerden biri olarak görülen Fransız felsefeci Derrida’ya benzetilir.
Çok sevdiğim iki Hollywood filminin de senaristidir. Harvey Keitel ve William Hurt’ün baş rollerini paylaştığı “Duman” ve yine Harvey Keitel ile Mira Sorvino’nun oynadığı “Lulu Köprüde” unutulmaz baş yapıtlardır.
Kısacası Paul Auster’ın yazdıkları ve söyledikleri dünya entellektüel camiası tarafından heyecanla beklenir ve izlenir.
Bir entellektüelin dünyada olup bitenlere kayıtsız kalması beklenemez. Sanatçılar, edebiyatçılar, akademisyenler taraf olurlar ve düşüncelerini ellerindeki malzemeleri; kağıt, kalem, boya, mermer, taşla ifade ederler ve o noktadan sonra da ortaya dökülen topluma mal olur.
Siyasetçiler ve entellektüeller arasındaki polemikler de genellikle entellektüeller yararına işliyor. Emile Zola’nın Yahudi olduğu için Fransız Ordusu’nda haksız bir yargılamanın kurbanı olan Yüzbaşı Dreyfus’ı savunduğu ve Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinin ilk sayfasını kaplayan “İtham Ediyorum” ( J’Accuse) adlı açık mektubu kalemin muhteşem zaferlerinden biridir.
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez Nisan 2009’da Tirinidad ve Tobago’daki Amerika Zirvesi’nde A.B.D. Devlet Başkanı Barack Obama’ya, Uruguaylı yazar ve gazeteci Eduardo Galeano’nun “Amerika’nın Kanayan Damarları” isimli kitabını hediye etti. Obama kitabı teşekkür ederek, büyük bir memnuniyetle aldı. Kitabın satışları dünyanın her yerinde zirve yaptı. Galeano’nun kitabı önce Avrupa’nın sonra da A.B.D.’nin Latin Amerika ülkeleri üzerindeki etkilerinden ve baskılarından söz etmekteydi. Obama kitabı okudu mu, okumadı mı ya da yararlandı mı, yararlanmadı mı onu bilmem ama, kinayeli hediyesini alırken tatlı tatlı gülümsüyordu.
Uluslararası siyaset pragmatik bir bakışla, ülkenin çıkarları için kimi zaman sinsi, gizli, kimi zaman açıkça yürütülmesi gereken sahte eylemlerin arenasıdır. Bu da öyle kolay bir iş değildir. Tarihi, diplomasi kurallarını iyi bilmek, edepli ve âdaplı olmak gerekir. Siyaset aynı zamanda hasmın seni ne kadar çileden çıkarırsa çıkarsın, nezaketinden taviz vermeme, gerektiğinde yalnızca dinleyip yanıt için uygun gün gelene kadar sabırla bekleme iradesini göstermektir. İngilizler bu alanda iyidir... Amerikalılar da...
Bir iki yıl önce biz de Paul Auster’ı bir etkinlik için Türkiye’ye davet ettik. Programına uymadığını bildirerek davetimizi nazikçe geri çevirdi.
Paul Auster’ı artık “iyi biliriz!”