Bu hafta içinde tarafıma Türkiye İstatistik Kurumundan bilgilendirme geldi.
“Buzda Koşmak Zordur ve Güven Eksikse” başlıklı yazılarımda ifade ettiğim işsizlik verileri hakkında bilgilendirme mektubu gönderdi.
TÜİK, ”İstihdam ve işsiz göstergelerinin hesaplamasında; SGK ve İŞKUR’a bakılmaksızın, hane halklarında bulunan 15 ve daha yukarı yaştaki tüm fertlerle kayıtlı olup olmadıklarına bakılmaksızın anket yapıldığını ve  fertlerin beyanına dayalı olarak istihdam ve işsizlik göstergelerini hesapladıklarını” tekrar hatırlattı.
Bu yöntemin işgücü araştırmasında uluslararası tanım ve kavramlara uygun olduğunu da hatırlattı.
Fakat eleştirimiz; 21’nci yüzyılda, teknoloji çağında, hâlen el yordamı ile işlem yapılmasınaydı.
Bu sistemde, işgücümüzün belli bir kısmını yani 29 milyonun çalışıp çalışmadığını görebiliyoruz.
Halbuki tamamının yani 57 milyonun durumunu görebilmeliyiz.
Bugün nüfus müdürlüklerimizde bu teknoloji ve altyapı var.
Örneğin; Bir tuşa basarak, her yurttaşa tanımlanmış TC kimlik numaraları ile SGK, Bağkur, eğitim kurumları, yani gerekli olan kurumlar arasında bağlantı kurulabilir ve işsizlik oranı daha sağlıklı çıkartılabilir.
Adı geçen bu yazılardaki eleştirilerden biride, artık işsizlik verilerinin hesaplanmasında “anket uygulamasının” demode kaldığı idi.
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığına bu önemli konu hakkında verdiği bilgiler için teşekkür ederim.

-------------------------------------------------------------

Cumhurbaşkanımız Balıkesir’de ekonomi ödül töreninde “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye’de öyle yönetilmelidir” dedi.
Anonim şirket; özü itibarıyla anonim olandır.
Yani sahibi belli değildir.
Borsa’ya kote olmuştur ve birçok yatırımcıya satılmıştır.
Profesyoneller tarafından yönetilir.
Ama dünyada bile böyle yönetilen birkaç tane şirket var.
Türkiye’de ise sözde var ama uygulamada yok...
Mevcut anonim şirketler; Türkiye’de patron şirketi tadında yönetilmektedir.
Cumhurbaşkanımızın bu konuşmayı ekonomi ödüllerinde yani patronların fazlaca olduğu bir toplantıda yaptığını da hatırlayalım!
Bu bilgiler ışığında varsayalım ki Türkiye bir anonim şirket olsun!
Anonim şirketlerin olası problemlerde tutumları nasıldır? Hatırlayalım!
Ve “devlet” ile karşılaştıralım...
Şirketlerde;
Kuruluş amacı “para kazanmak ve kâr” elde etmektir.
Hatta bu amaç için her türlü yol mübahtır.
“Egemenlik” patronun dudakları arasındadır.
Sermayesi olan yönetir.
Çalışanlarına tamamen kazandırdıkları ölçüde değer verilir.
Çalışanların verimli olması, hızlı olması, zamanının büyük kısmını işine ayırması beklenir.
Çalışanın ailesine ve çocuklarına yeterli vakti ayıramaması problem değildir.
Aşağıdaki resimde bir motorsikletin ne kadar “verimli” kullanıldığını görüyorsunuz.
Tek motosikletin en fazla iki kişiye ulaşım imkânı sağlaması gerekirken, aynı benzin ve zaman ile dokuz kişiye ulaşım imkânı sağlamış...
Verimlilik can güvenliğini ve insani değerleri hiçe sayabilir.



Bunun örneğini malesef Soma maden ocaklarında gördük.
Sırf bu sebepten, resmi açıklamalara göre 301 işçimiz hayatını kaybetti...
Yöneticilerin aldığı yanlış kararlar sebebiyle zarar edilirse, ceremesini yine çalışanlar çeker.
Çalışan, amirinden gelen emir doğrultusunda emeğini ve alın terini son damlasına kadar akıtmıştır.
Ama yanlış proje yada bir karar ile uygulamadan zarar edildiğinde çalışanın performansı tartışılır.
Şirketlerde patron vardır ve doğal olarak şirketin efendisidir.
Bir yerde “efendi” ifadesi varsa tarihsel süreç ve insan doğası içinde “efendi-köle” ikilemi otomatik olarak gündeme gelir.
Bu durumda çalışana “köle” elbisesi giydirilmiş olur.
Mutlak kâr elde etmelidir, zarar ettiğinde ise;
İlk olarak çalışanlar işten çıkartılır.
İflas-erteleme talep edilir.
Alacaklılar mahkeme kararı ile hacze gelir.
Ocak 2015 döneminde sadece bir ayda 2 milyar USD cari açık açıklandı.
Merkez Bankasına göre dış borcumuz 400 milyar USD.
Türkiye her ay düzenli olarak cari açık verirken,
Yani gelirleri ile giderlerini karşılayamazken, zarar ederken şirket yaklaşımı ile her an ülkeye haciz gelebilir.
Ve en nihayetinde patronların yaşam ve sefası ile çalışanların yaşam ve sefası arasında uçurumlar vardır.
Ve bu uçurum asla iyileştirilemez...
Demokratik Devletlerde;
Tüzel yapı vardır.
Egemenlik halktadır.
Yönetenleri halk seçer.
Tüm çalışmalar toplumun mutluluğu için yapılır.
İşçi can güvenliği her şeyin önündedir.
Yabancılara borçlanma ancak yatırım şeklinde, halkın üretmesini sağlaması refah seviyesini yükseltmesi için yapılabilir.
Ekonomi, uzmanlarca yönetilir ve cari açık verilmesine yada yurtdışı giderlerinin gelirlerden fazla olmasına, zarar edilmesine sebebiyet verilmez.
Oldu ki verildi! Bu toplumu direkt değil endirekt etkiler.
İflas-erteleme söz konusu dahi olamaz.
Haciz hak getire, devlet milletindir.
Bu topraklar atalarının kanı ile alınmıştır, basiretsiz yöneticilerin hataları sebebiyle satılamaz.
“Efendi” yoktur, “Vekil” vardır.
Vekil ile vatandaş arasında yaşam kalite farkı yoktur.
Temelde görülüyor ki!..
Şirketlerde “para” en önemli değer iken, Devlet’te “insan” en önemli değer.
Hal böyleyken; “O mu? Bu mu?” diye tartışmayalım bile!!!