Bu söz Rahmetli Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Türk siyasetine kırk yıl damgasını vurmuş, devlet adamı Sn. Süleyman Demirel’e aittir. Bir çok olay için geçerlidir. Türkiye 17 Nisan 2012 tarihinde yapılan bir referandum ile adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen yeni bir rejime geçti. Daha sonra 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri ile yeni sistem fiilen başladı. Sn. Recep Tayyip Erdoğan yüzde 51,9 oyla Cumhurbaşkanı seçildi. TBMM’nin ve Cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıla çıkarıldı. Milletvekili sayısı 600’e yükseltildi. (Bizim zamanımızda 450 idi). 

Sistemin eleştirisinden önce milletin kader ve yaşamında böylesine büyük bir değişiklik yaratan yeni sistemin yüzde 52 gibi bir oyla geçmesi yanlıştır. Bu oran, yüzde 70 olmalıydı. Diğer yandan getirilen bu yeni sistemin, dünyada bir eşi, benzeri yoktur. Dünyanın bazı ülkelerinde, ABD’de Başkanlık Sistemi mevcuttur. Ancak tüm bu sistemlerde, hesap verme, denetim, denge esası vardır. Örneğin; ABD’de Senato ve Temsilciler Meclisinin, büyük ağırlığı, yetkileri vardır. Bunlara ek olarak 9 üyeli, üyelerin hayat boyu görev yaptıkları, yüksek yetkilere, otoriteye sahip “Yüksek Mahkeme” mevcuttur. ‘Suprime Court” üyelerini, kimse görevlerinden alamaz. ABD’de, Başkanlık Sisteminin amacı, ülke menfaatlerini ilgilendiren, hassas hadiselerde, hızlı karar alabilmesi ve hareket edebilmesi için Başbakana yetki verilmesidir. Ancak Başkanın tüm tasarruflarında Parlamentonun denetim, onay yetkisi vardır. Yani Başkan, öyle her istediğini yapamaz. Büyükelçiler, Bakanlar Parlamentonun onayına tabi olup, meclisler bunları görevlerinden alabilirler. Tekrar ifade edeyim ki, parlamentoların rolü birinci derecede öndedir. Bizde ise seçilen Cumhurbaşkanı olağanüstü yetkileri haizdir. Adeta ülkeyi tek başına yönetir. Aldığı kararlar, çıkardığı kararnameler, hiç bir denetime tabi değildir. Bu sistemde, ne yazık ki, meclis işlevsiz, yetkisiz duruma düşürülmüştür. Milletin seçtiği milletvekilleri, milli iradenin asıl sahibi millete hizmet edememektedir. Zira Bakanlar, Cumhurbaşkanı tarafından kendi anlayışına göre atanmaktadır. Bakanlar, Bakan Yardımcıları, sadece kendilerini atayan Cumhurbaşkanına “Biat ve Sadakat” göstermekte olup, Meclisi ve Milletvekillerini dikkate almamaktadırlar. Kendileri, milletvekili olmadıklarından herhangi bir sorumlulukları yoktur. Kendilerini atayan güç, isterse görevden hemen alabilir. Bu durum, büyük bir çelişkidir. Bir milletvekili olarak, TBMM’ne sık sık giderim. Milletvekilleri hatta iktidar partisi milletvekilleri, odalarında kendilerine istek ve şikayetlerini anlatan vatandaşlara, “Maalesef bizde Bakanlara ulaşamıyoruz, Bakanlar bizi takmıyorlar, size yardım edemeyeceğim” diyorlardı. Milletvekillerine acıdım... 

İkinci bir çelişki de, Cumhurbaşkanı hem devletin başı hem de kendi partisinin genel başkanıdır. Ülkenin karşılaştığı kritik hadiselerde, diğer partilerin başkanlarını nasıl bir araya getirecek, uzlaşı ve çare bulacaktır. Parti başkanları, karşılarında tarafsız, her partiye eşit uzaklıkta olması gereken bir Cumhurbaşkanı beklerken, rakip partinin başkanın toplantısına, davetine neden icabet etsinler. Üstelik o zat, tarafsızlık ve bağımsızlık yemini ettiği halde!... 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde, demokrasinin en vazgeçilmez unsuru olan “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi de ortadan kalkmıştır. Yasama, Yargı erkleri, “Tek Adamın” etkisine girmiştir. Buna basını da ekleyebiliriz. Bizim dönemimizde Valiler, Büyükelçiler, Yargıç ve Savcılar, bir partinin değil, devletin temsilcileri idiler. Çok iyi hatırlıyorum. Özal’la beraber gittiğimiz bir yurtiçi gezisinde, mutadı veçhile, Özal önce Valiliğe gitti. Validen ilin sorun ve ihtiyaçları hakkında bilgi aldı. Valinin ısrarına rağmen, Valinin makam koltuğuna oturmadı. Miting için vilayetten ayrılırken, Valiye “Sen burada kal, biz siyaset toplantısı yapacağız. Sen devletin Valisisin, sakın benimle gelme” dedi. Bu davranışı, bir çok, gerçek devlet adamında gözlemlemiştim. Şimdi ise Valiler, beyefendinin otobüslerine çıkmazlarsa, ertesi gün görevden alınırlar. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, devletimizin temeli olan işleyişini, teamüllerini, yapısını yer ile yeksan etmiştir. Şöyle ki, eskiden Bakanlar, Bakanlıkların başında siyasi kişilerdi. Devleti bilen, işleri yürüten, devlete sahip çıkan müsteşarlar, müsteşar muavinleri vardı. Bu yapı ve teamül yok edilmiş, müsteşarlıklar kaldırılmış, yerlerine nasıl, hangi kriterlerle atandıkları belli olmayan “Biat” edecek kişiler getirilmiştir. Burada devlet mevhumu değil, seçene sadakat önceliklidir. Demokratik sistemin esası milletin sandık yolu ile seçip, TBMM’ne yolladıkları milletvekilleridir. Milletvekilleri, halkın sesi, yegane temsilcileridir. Vatandaşlar, talep ve şikayetlerini, meclise gelip milletvekillerine bildireceklerdir. Milletvekili, görevini hiçbir şeyden çekinmeden yapabilmesi için, dokunulmazlığa sahiptir. (Bazı ülkelerde, örneğin İngiltere’de, milletvekilliği unvanını alanlar, mecliste, görevleri sona erse bile bazı dokunulmazlık haklarına sahiptirler.) Maalesef milletvekillerinin ve meclisin itibarı her geçen gün geriye gidiyor. Çeşitli toplantılarda, etkinliklerde, devlet memuru olan polisler, milletvekillerini itip kakmakta, milletvekillerine müdahale edip, kafa tutabilmekte, hatta hakaret edebilmektedirler. Bu kabul edilemez. Bunun önlenmesi, TBMM Başkanının, Cumhurbaşkanının, ilgili Bakanın sorumluluğundadır. 

Eskiden yasa gereği, Valiler, Büyükelçiler, Yerel Yönetim İdarecileri, bölgelerinde bulunan eski/yeni milletvekillerini bulurlar, toplantı, spor müsabakaları ve etkinliklere davet ederlerdi. Bunlar dumura uğramış, yerini saygısızlık almıştır. İşin en acı tarafı, bu muamelelere maruz kalan, hatta iktidar partisi milletvekilleri ve TBMM Başkanı sesini çıkaramamaktadır. Şu duruma bakın, Cumhurbaşkanı yok iken yerine TBMM Başkanını vekalet etmesi gerekirken, Cumhurbaşkanı Yardımcısı vekalet ediyor. Bu nasıl iştir... 

Daha önce Özal, Demirel, Başkanlık Sistemini düşünmüşlerdi. Ancak onların düşündüğü sistem, meclise önem ve öncelik veren, denge ve denetime bağlı bir sistemdi. Bir insan en üstün, en iyi tahsili yapmış olsun, birkaç lisan bilsin, sanata, kültüre, spora, görgü, denetime sahip olsun, yani ezcümle 4x4 üstün meziyetli olsun, yine de tek adam olarak bir devleti yönetemez, tek başına karar veremez. Bunu yaparsa ülkesini, büyük badirelere sürükler. 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Sn. Demirel’in ifade ettiği, “Neyin olması için, neyin olmayacağını göstermiştir.” Bu model, Türkiye’ye uymamıştır. Türkiye “astığım astık, kestiğim kestik” anlayışından en kısa sürede kurtulmalıdır. Türkiye’ye uygun sistem “Parlamenter Demokrasi” olup, egemenliğin mabeti TBMM olmalı, halkın serbest oyları ile oluşan Meclis, Milletvekili Bakanlar, meclisten çıkmış Başbakan önem ve öncelik taşımalıdır. Büyük Atatürk’ü emaneti, Çankaya Köşkü tekrar TBMM’nin seçtiği, tarafsız, bütün parti ve kurumlara eşit uzaklıkta bulunan Cumhurbaşkanı ikametgahı olmalı, Beştepe Sarayı kültür, eğitim, sağlık sektörlerine devredilmelidir. Bu geçiş, TBMM’de milletvekillerinin basiretleri veya Türk milletinin oyları ile yapılacak bir referandumla yerine getirilmelidir. Neyin olması için, neyin olmayacağı anlaşılmıştır!