Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Mart 2014 dönemine ilişkin açlık ve yoksulluk sınırlarını açıkladı.
Türk-İş, ortalama bir Türk ailesinden yola çıkarak, 4 kişilik bir ailenin açlık ve yoksulluk sınırını 1987’den beri hesaplayıp, yayınlıyor.
Açlık sınırı ölçülürken, kişilerin yaşamlarını, yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını sağlayamamasının sınırı hesaplanmaktadır.
Açlık sınırı, bir ailenin yaşayabilmesi için gereken minimum tutarı ifade eder ve aile bireylerinin yeme-içme ihtiyaçlarına göre ayrı ayrı hesaplanmaktadır.
Açıklamaya göre sadece aylık gıda harcamaları; yetişkin erkek 321,16 TL, yetişkin kadın 262,84 TL, 15-19 yaş çocuk 339,30 TL,  4-6 yaş çocuk için 225,63 TL olarak hesaplanmıştır.
Mart 2014 dönemi açlık sınırı 1.149,02 TL’dir.
Yoksulluk sınırı ise; bir ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için gerekli miktarı ifade eder.
Gıda ile birlikte giyim, barınma, elektrik, ısınma, sağlık, ulaşım, su gibi temel ihtiyaçlar için ise minimum 3.742,73 TL’ye ihtiyaç duyulduğu açıklandı.
Bu rakam, yaşam standartlarının minimum seviyelerde olması halini göstermektedir.
Türk-İş, dört kişilik bir ailenin aylık yaşam maliyetinin, bir yıl öncesine göre 431,25 TL artış gösterdiğini de ifade etmiştir.
Türk-İş’in hesaplamalarına göre, gıda enflasyonundaki artış %13’tür. Bu oran TÜİK’in hesaplamalarına göre %10 olarak açıklanmıştı.
Bugün, bir çalışan için tavsiye edilen asgari ücret net 846 TL’dir. Yani Yoksulluk sınırının sadece %22’sidir.
Açlık ve yoksulluk sınırları ile mevcut durumu karşılaştırdığımızda ise tüm ailenin çalışma zorunluluğu kaçınılmaz görünüyor.
Bu durumda ise temel iki sorunu karşımızda buluruz.
İlki, ülkemizde tüm aile bireylerinin istihdamını sağlayacak altyapımızın ve üretimimizin olmaması, ikincisi ise, çalışma zorunluluğu sebebiyle eğitiminden fedâkarlık etmek zorunda kalacak çocukların varoluşudur.
Bu ekonomik sorun tomlumsal sorunları da yanında getirecektir.
Belki de bunu öngören devlet adamlarımız, bu sebeple Avrupa’nın en büyük adliye sarayını açma ihtiyacı duydu.
Daha da üzüntü verici durum ise, “en büyük adliye sarayı bizde” diye övünüyoruz, oysaki “adliye sarayının küçüğü” ile övünülmelidir.
Son 8 yılda, 131 yeni adliye sarayının yapılması, adliye çalışanlarında %26’lık artışın olmasının altyapısını, bu ekonomik dar boğazı ve bağlı olarak artan suç miktarını da gösterir.
Yine buradaki diğer hatta temel sorun ise; küreselleşme ile birlikte aidiyet duygusunun kaybedilmesidir.
Açlık ve yoksulluk gelirinin altında geliri bulunan toplum, kendisini aidiyet duygusu ile güvence altında da hissetmeyerek, yanlış yolları deneyebilir.
Gelir fazla olan bireylerin yanında ile geliri az olan bireyler, kendini oraya ait hissetmemesi de doğal bir sonuç olacaktır.
Aidiyet duygusu; toplumu, aileyi bir arada tutan en önemli değerimizdir.
Aile gelirinin azlığı veya yokluğu durumunda, yaşam kaygısı ile manevi değerlerimizin ikinci plana atılması halinde, asıl sorun ile yüz yüze geliriz.
--------------------------------------------------------------
Gayrimenkul yatırımcılarına kötü haber!
Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca, kentsel rantların kamuyla paylaşılabilmesi için çalışmalar başladı.
Arazi, ev, bina gibi yatırımlardan elde edilecek kârın bir kısmının devlete ödenmesi gündemde.
Tarihte de bu tür vergilere rastlayabiliyoruz.
Bu verginin diğer adı ya da bir benzerinin adı “varlık vergisi”dir.
1942 yılında, savaştan çıkmış, yorgun ve hızla atılıma ihtiyaç duyan Türkiye’de “varlık vergisi” kanunu meclisten tek seferde geçmişti.
1942 yılında, yaklaşık 18 milyon yaşlı nüfusumuz ile savaş sonrası hızlı bir büyüme sağlayamıyorduk. Ülkede Ekonomik kriz mevcuttu.
Başka ülkelerde de örneği görüldüğü üzere, savaş sebebiyle bu tür uygulamalar normal karşılanabilir.
Ama ekonomik verilerimiz ile övündüğümüz günümüzde, bu tür ek vergilerin çıkartılması “ne oluyor?” sorusunu da beraberinde getirecektir.