Martin Luther; Protestanlığın doğma sebebi…

Bugün, ortaçağ karanlığı olarak andığımız günlerde yaşadı. 15 inci yüzyılda Roma imparatorluğunun baskısı ve zulmü iyice tırmanmıştı. Batmakta olan bir devin çırpınışları gibi sert, hovarda ve acımasızdı…

İmparatorluğun, daha doğrusu kralın elinde kalan en önemli silahı Vatikan olmuştu. Papazları kendine itaat eden biatçılardan seçiyordu ve çok para veriyordu. Papazlar kralın koruyucuları olmuştu. Din ile insanları sömürüyorlardı. Kutsal emanetleri parası karşılığında ziyaret edilmesi ile kazanılacak sevap… Hristiyan inancına göre dünya ile cennet arasında kalma süresini kısaltacak, cennete hızlı gidişi sağlayacak Endülüjans satışı en temel gelir kalemleriydi… Bu gelirler sayesinde saray rahat bir hayat sürüyordu. Bunun içinde en büyük görev papazlara düşmekteydi. Papazlar halka hitaplarında, hutbelerinde, halka gönül, akıl, bilim yolunda doğru haberler verme vakitlerinde, tam tersi korku yaratan cümleler kurarlardı. Halkı Tanrı ile korkutmaya çalışır, krala biat etmzlerse cehennemin onları beklediğini anlatırlardı. Krala karşı halkın birleşmesinden korktukları içinde sürekli ayrıştırıcı, bölücü vaazlar verilirdi. İncil’i, İncil’den kendi anlamaya çalışanların şeytan olduğunu söylerlerdi. İncil Hristiyanlığı sapıklıktır derlerdi. Çünkü birlik olmaları işlerine gelmezdi. Birlik, dirlik, dirilik, güç getirirdi. Halkın anlaması, dirilmesi, güçlenmesi, bilinçlenmesi sömürülmelerini engellerdi.

Bu din tacirliğinin devamı için, Avrupalıların incili anlamaması gerekiyordu. Bu sebeple İncil sadece Latince okunabilirdi. Başka dillerde okumak Tanrıcayı inkârdır diyorlardı. Yaratan, diğer dilleri de elbette kendi yaratmıştı. Tüm diller onun ol demesiyle olmuştu. Yani tüm diller Tanrıcaydı. Ama her nedense yarattığı diğer dillerde kitabının okunmasını istemediği anlatılırdı. Aslında bu ifade ile çocuklarından birini diğerlerinden ayıran anne gibi, yaratanın adaletsiz olduğunu ima ediyorlardı. Ama bu önemli değildi. Ceplerinin dolması asıl olandı. Papazların lafı “Birçok dilin oluşmasını sağladı ama o birçok dilde okunmasını yasakladı” ya getirmesi büyük bir kandırmacaydı. Ve elbette yaratana atılan bir iftiraydı. Roma’ya bağlı Alman, Yunan, Fransız, İtalyan, Slav halklarda Latince bilmediğinden, okuması, anlaması için gönderilmiş kutsal kitabı okuyamıyorlar, dolayısıyla anlayamıyorlardı. İncil’den bir şey öğrenmek istediklerinde papazlara başvuruyorlardı. Papazlarda günün koşullarına uygun yorumlar yapıyorlardı. Zamanla her şeyin kendilerine sorulması ile papazların egoları iyice şişmişti. Bu aldatma elbette Martin Luther döneminden çok önce başlamıştı. Ta 3’üncü yüzyıldan itibaren Roma Kralı, Roma’nın tek adamı, din ile aldatarak halkını sömürüyor, para kazanıyordu. Muaviye de put ticaretinden para kazanmayı onlardan öğrenmişti. Din, sarayın en önemli ticaret kalemi olmuştu. Kiliselerin temel görevi dini anlatmaktan çok, kralın geleceğini korumak için vaaz edilen yerlere dönüştü.

O güne kadar birçok din adamından itirazlar olsa da Martin Luther kadar etkileyici ve sistemli bir çalışma içine girilememişti.

Şunu da tekrar edelim ki bu ortaçağ karanlığında aforozların çok can yaktığı, işkence ile can aldığı, giyotinlerin konuştuğu, kazıkta yakmaların cirit attığı bir dönemde halkın içinde sade bir papazın, din görevlisinin, Martin Luther’in yaptığı büyük cesaretti.   

Martin Luther mevcut işleyen din kurallarının, İncil’de yazılan gerçek din olmadığını anlatmaya başladı. İnsanların incili kendi dillerinde, araya aracı, papaz koymadan, okuyarak öğrenmeleri gerektiğini anlattı. Yaratanın sözlerini direk kitabından okumak her kulun, inananın temel hakkıydı. Öte yandan kralın koruyucuları halini almış papazlar bu işten çok memnundular. Bu sayede halkın arasında ilah gibi yaşıyor. Saygı ve zenginlik görüyorlardı. Bu düzenin, çıkarları için halkın fakirleştirilmesi düzeninin bozulmasına izin vermezlerdi. Halka sürekli, bu dünyada fakirliğin, çektikleri çilelerin cennet ile ödüllendirileceği anlatırlardı. Ama elbette kendileri oldukça besili ve yağlıydılar. Belli ki onların cennet merakı yoktu.

Martin Luther’in bu reform, yani öze dönüşü ifade eden cümlelerini önce halk anlayamadı. Wittinberg üniversitesinde yayımladığı 95 maddelik bildiriye kadar ne anlatmak istediği halkın büyük kısmınca anlaşılamamıştı. Luther din ile yapılan sömürüyü anlatıyordu. Gerçek dine dönülebilmesi halinde Roma’nın şatafatına akıtılan paraların duracağını, saray şatafatının biteceğini ve halkın cebinde kalan paralar ile halkın kendini geliştirebileceği, ilerleyebileceğini, daha da zenginleşeceğini anlatıyordu. Verdiği bu savaş, özünde ekonomik savaştı. Ekonomisi zayıflayan halk hürriyetlerini de yitirirdi. Roma halkı o günlerde sadakaya muhtaç kalmış, sadakatini satılığa çıkarmıştı. Saray ve papazları bir kâse çorba, çay, kömür, makarna sadakası ile sadakat sağlanıyordu. Halk bu küçük sadakalara muhtaç bırakılmıştı. Halkın, kendi kralınca sömürülmesinin önüne geçilmeliydi.

Martin Luther, kiliselerin halkın hürriyetine zeval verdiğini, fakirliği, bu dünyada cehennemi yaşattığını ve Roma’dan bağımsız kendi milli kiliselerini kurmalarını gerektiğini anlattı. Bu milli çağrı Alman milli duygularını hareketlendirmeye yetti. Sadece kilise olarak değil eğitimde de bağımsız hareket etmeleri gerektiğini anlattı. Halkın ezildiğini görmelerine rağmen Romaya, saraya kendi çıkarları için biat eden devlet adamlarını eleştirdi. Martin Luther İncili Almancaya çevirdi. Bu papanın hiç hoşuna gitmedi. Halk bilinçlenemezdi. Halk yaratanı kendi istedikleri kadar anlamalıydı. Kitap derhal yasaklandı. Ve meydanlarda yakıldı.

Bu arada Martin Luther’e bu ilhamı ve gücü veren çok tanıdık biri olmuştu. İtalyan bir gezginin anılarını yayımladığı, Anadolu’da kendisini tanıma fırsatı bulduğu, hatta bir süre beraber mahpusta yattığı, Yunus Emre ve fikirlerini anlattığı kitabını okumuştu. Ondan iki asır önce birilerinin ‘din ile halkı sömürme’ düzeni ile savaştığını öğrenmişti gezginin anılarından… Yunus Emre’nin Kuran’ı Kerimi nasıl Türkçeye çevirdiğini, şiirleriyle Kuranı gittiği yerlerde anlattığını öğrenmişti. Martin Luther, kitabın Yunus Emre ile ilgili olan bölümünü defalarca okudu.

Kitabı yakılan, idamı istenen Luther, Wartburg’a sığındı. Burada İncil’le ilgili iki kitap daha yazdı. Almanlar İncilin tercümesinden etkilenmişlerdi. Bu tercüme ile bir anda herkesçe sevilen, tanınan oldu. Halk dini baskıların, din adamlarının toplumu ayrıştırma söylemlerinin bitmesini dillendirmeye, meydanlarda konuşmaya başladı. Roma bunca şatafatından vazgeçemezdi. Derhal kolluk güçlerini halkın üzerine saldı. Çok kan döküldü. Saray eşrafı kendi çıkarlarının, lüks yaşamının bitmemesi için halkına acımadı. Terörist eylemler çoğaldı. Hapishaneler tıklım tıklım doldu. Halk yine de direndi. Hem de Luther’in “Şeytanla mücadele” tabiri eşliğinde direndi. Ama kolluk güçlerinin silah gücüyle baş etmek çok zordu. Ayrıca asker, devlet, iletişim gibi araçları, gücü elinde bulunduran Roma sarayı, halkı cani, hain, terörist benzetmeleri ile sindirmeye ve tekrar ayrıştırmaya çalıştı. İftiralar ile kendine taraftar, asker toplamaya çalışıyordu.

Ama ak, hak, halk sonunda yine galip geldi. Halk, zamana uygun akıl ve bilim yolunda dinini yaşama imkânı buldu. Protestanlık doğdu. Kiliseler kendi dillerinde vaazlar vermeye başladı. Din kitapları kendi dillerinde basıldı. Alman halkı İncili kendi dillerinde anlayarak dua etmeye başladı. Roma sömürüsünden, Roma’nın israfından, lüksünden kurtuldular. Yaratanı direkt kendinden, kitabından anlayarak, papaza, aracıya ihtiyaç duymadılar. Böylece Roma emperyalizminden kurtuldular. Sorunlarına çare bulabildiler.

İşte tamda bu ve benzeri sebeplerle; Müslümanlarda da imamı Azam Ebu Hanife hazretleri namazda okunan Fatiha suresi için gelen Fars kökenli birinin sorusu üzerine “İster Arapça orjinal oku. İster kendi dilinde oku” demiştir. Bu söylemi ile namazdaki surelerin milli dil ile okunmasının caiz olduğunu belirtmiştir.

Çünkü yaratanı kendinden anlamak, gönderdiği kitabından anlamak, sadece okumak değil anlamak her şeydir. Anladığın bir şey seni kendine daha çok bağlar… “Kuran Müslümanlığı sapıklıktır, zındıklıktır” demek, kula kul olmuş, gözü kararmış papazlara inat, Allah’ın kitabını anlamak, yaratanı aracısız, direkt kendi sözleriyle idrak etmek, bizi güzele, doğruya, yaratanın bizlere verdiği göreve yaklaştırır.