Ötesini Görebilmek…

OECD verilerine göre;

Almanya; nüfusu 85 milyon… İşgücü 43,9 milyon… İstihdam edilen 42,5 milyon… Emekli 21 milyon… Geliri olanların nüfusa oranı yüzde 78…

Türkiye; nüfusu 85 milyon… İşgücü 34,3 milyon… İstihdam edilen 30,7 milyon… Emekli ve sosyal yardım alanlar 15,3 milyon… Geliri olanların nüfusa oranı yüzde 54…

Dünyada söz sahibi gelişmiş ülke Almanya da çalışanlarının en düşük saat ücreti 12 Euro. Çalışanlar bir saatlik ücret ile 7 litre benzin ya da 54 adet yumurta, 12 litre süt, 1 kg peynir alabilir.

Ülkemizde en düşük saat ücreti 76 TL. Çalışanlar bir saatlik ücret ile 2 litre benzin ya da 13 adet yumurta, 3 litre süt, 0,26 kg peynir alabilir.

İstihdam verilerinde OECD ülkelerinin ortalaması %70,1 iken Türkiye de istihdam edilenler %53,6 olmuş. Yani OECD’ye üye ülkelerin en altındayız. Bu arada ortalamalarını da biz düşürüyoruz.

İşsizlik sorunu oluşturan sebeplerin en başında mülteciler geliyor.

Almanya’da da Türkler var diyene tekrar hatırlatmak isterim. Babaları sınav yapılarak Alman hükümeti tarafından tek tek seçilmiş, devletler arası sözleşmeler imzalanmış, pasaportları ile kontrollü bir şekilde Almanya’ya girmiş Türkler ile bu aynı değil…

Ayrıca Türklerin Almanya’daki sayısı bugün 3 milyondur… Türkiye’deki mültecilerin sayısı ise 13 milyon, 2011’den beri doğmuş kayıtsız çocuklar da cabası…

Türkiye’de mültecileri, Hatay Samandağ hariç ülkenin her yerinde görmek mümkün…

Hastaneler mültecilerin sağlık sorunlarını ücretsiz çözdüğünden bir iş yerinde çalışırken ‘illa sigortam olsun’ diye diretmiyor mülteci…

Bu da aynı net maaşı alsa bile Türk vatandaşının bir şirkete maliyeti ile neredeyse yarı yarıya fark ediyor. Ve işveren mülteciyi tercih ediyor. İşverenler aslında şekilci bir yaklaşım ile günü kurtarmaya kaçıyor.

‘Zaten enflasyon, kredi, borç bir yandan, satışlar, kâr marjı da düştü bunaldım’ diyerek, sorunu başından değil sonundan çözmeye çalışıyor. Ve düşük görünen ama sonrasında oldukça yüksek maliyetliyi tercih ediyor.

Çünkü sadece o anı görebiliyor ya da bir sebepten görmek istiyor. Adeta elle tutulabilen, direkt görülebilen puta inanmak gibi… Ötesine fikri yetmiyor.

Türk vatandaşları iş bulamayınca harcama yapamıyor. Alım güçleri düşüyor. Zaman içinde ailesine bakamamak, çocuğuna önlük, kitap alamamak onu daha da katılaştırıyor.

Ahlaki değeri, medeniyet anlayışını sorgulamaya başlıyor. Şiddeti, gaddarlığı, mafyalığı, intiharı artıyor. Ekonominin arz-talep ilişkisi iyice sekteye uğruyor. Talep azalınca, sözde maliyet hesabı yapmış işverenler üretimlerini azaltmak durumunda kalıyor.

Üretim azalınca ödedikleri vergi azalıyor. Vergi kaçırmanın yollarına bakıyor. Nasıl olsa af gelir boş ver diyor. Vergi gelirleri bütçeye yetmez oluyor.

Bu da vergi zammı, tüketim ürünlerine yapılan dolaylı vergi artışı getiriyor. Vergi, zam oluyor. Fiyatlar yükseliyor. Almak daha da zorlaşıyor. Çiftçi, sanayici maliyet yükselmesi ile ürüne zam yapmak zorunda kalıyor.

Hooop hızlıca gümrük vergileri indiriliyor. İthalat cazip hale getiriliyor. Yerli üretici kur, vergi, mülteci, itibar adına lüks kamu yükü ile zamlanmış elektrik, doğalgaz maliyetleri yüzünden…

Borç, mülteci ve kamu lüksü yükü olmayan yabancı üreticiyle rekabet edemiyor. Diğer taraftan tembelleştirilmiş, enerjileri boşa akıtılmış Türk vatandaşlarını tüketicisi yapmış küresel devletler, bu geniş pazarı kaybetmek istemiyor.

Kendi ülkelerinde üretimin azalmasını, işsizliğin artma riskini alamıyor.

Rahatça ondan alım yapabilelim diye borç veriyor. Ülkeye dolar girince arz-talep sebebinden kur olması gerekenden az artıyor. Ama denk bütçemizin faiz giderlerini arttırıyor… Yüksek faizde yine zam, enflasyona dönüşüyor.

Türk çiftçi ve sanayici, maliyetleri doğru yönetilmiş yabancıyla rekabete zorlanıyor. Haliyle Türk çiftçi, sanayici yeniliyor. Üretim bir daha azalıyor.

Bu sırada maliyeti düşük diye çalıştırdığı mülteciler aldıkları her bir kuruş maaşı, dövize çevirip ülkelerindeki ailelerine gönderiyor.

13 milyonun yarısı her ay ortalama 300 dolar gönderse aylık 2 milyar dolar Suriye’ye, Pakistan’a, Afganistan’a kaçıyor. Dolar azalınca Türkün Lirası ucuzluyor.

İthale, yabancıya bağımlı kalmış ülkemize, en sağlam darbe; kendi vatandaşını işsiz bırakıp, mülteci çalıştırandan geliyor.

Putperestlik de tıpkı böyledir. Ötesini, elle tutamadıklarını göremeyenler kıyameti yaşar.

İşte Samandağ’ın farkı bu! Ötesini görebilme… Kendi berrak sularını, karıştırıp bulandırmamışlar. Başkalarının yaşadığı, bulanıklığın altından görünmeden gelecek tehlikeden ders çıkartmışlar. Dünya devletlerinin hızla ilerlediği bir çağda, ekonomi savaşları çağında, eğitimi düşük mültecilerin gelişen dünyaya ayak uydurulmasını engelleyeceğini görmüşler.

Dünyanın gelişiminden kopmuş toplumlara dönüşmek istememişler.

Orta vadede benliklerine, yaşam kalitelerine, medeniyetlerine tehdit istememişler.

Peygamber efendimizin işaret ettiği, adını verdiği Medine’den, medeniyetten kopmak istememişler.

Medeni kalmışlar. Allah ile kul arasına girip yobazlığa kaçmamışlar. Kaçanlardan uzak durmuşlar. Kadın ya da erkeklerinde, Allah’ın her insana verdiği ve sadece kendine hesap vermesi gereken öze, özele girmemişler.

Samandağ nüfusunun çoğunluğu Arap Alevisi, Suriyeliler 2015 yılında Samandağ’a yoğun ilgi göstermişler. Ama ötesini görebilen Samandağlılar onlara iş vermemiş. Vatanlarını zor durumunda bırakıp kaçan, yarın bize ne yapmaz demişler. Ve mülteciler Samandağ’dan gitmek durumunda kalmışlar.

Bugün Samandağ’ın gençleri, mültecilerin gittiği yerlerdeki cinayet, elle sözle taciz, toplu taşımada çekilen gizli videolar, tecavüz, işsizlik, alım gücü zorluklarını görünce, 2015’te buna izin vermemiş abileri, ablaları ile gurur duyuyorlar.

Ötesini görebilen Samandağlılar bugün en çok devletine katkı yapan, vergi veren ilçemiz. İş imkânı bulabilmiş gençleri tecrübe kazanmış, çalışkan, atılımcı kalabilmiş. Zihinleri arınmış, açılmış. Aydınlık yolu seçip, yurtdışında büyük işler yaparak ülkemize döviz getirenlerden olmuşlar. Modern bir hayat sürüyorlar. Kadın erkek ayrımcılığı yok. Medeni bir ortamda hayatlarını sürdürüyorlar.

Bunu cumhuriyete, cumhurun kendi kendini yönetme hakkına borçlu olduklarının farkındalar. Cum, cuma, cemin hürriyetine düşkünler. Atatürk’ün dediği “Bir seviyeye gelmiş insanları neden aşağı seviyeye inmesine müsaade edelim ki!

Onları üst seviyeye çıkartmalıyız.” Sözünü örnek almışlar. Üst seviyeye çıkarma tabi ki bir devlet organizasyonudur. Kişi bazlı yapılamaz. Bu sebeple onlar yapabilecekleri kadarını, yani kendilerinin alt seviyeye çekilmesine müsaade etmemişler. Evet hepsi Atatürk’ün ve devrimlerinin insanlık adına ne denli faydalı olduğunun farkında… Ve onun Allah yolunda, ilimle bezenmiş fikirlerine sahip çıkıyorlar.

Misafirperver, demokrat ve laikler. Laik, layık, liyakat sahibi insanlar iş başında olduğunda ancak güzel günler yaşayabileceklerini bilincindeler.

Ülkemin diğer şehirlerine bakınca…

Birbirine güvenen, hırgür, hırsızlığın olmadığı güzel insanların yaşadığı Samandağ’dan örnek alınacak çok şey olduğu görülüyor… Yaşanmışlıklar onlardan öğreneceğimiz şeyler olduğunu anlatıyor.