Ekonominin temeli şu tespite dayandırılır. “İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlıdır”.

Doğru yönlendirildiğinde, doğru eğitimi aldığında tatmin olabilen, tutarlı olabilen, alçak gönüllü olabilen, şatafattan uzak durabilen insan, dünya kaynaklarının kıymetini bilendir. İhtiyaçlarını bu bilinçle belirler. Öte taraftan doğru eğitim alamamış insan, tatminsiz, tutarsız olabiliyor. Bu da yanında kibir, sonradan görme tavırlar, bitmeyen bir hırs ile tüketim çılgınlığı getirebiliyor.

Sınavımız da işte bu zaten! Haliyle kendimize sormamız gereken soru da şu; insanlık olarak ihtiyaçlarımızı, mevcut dünya kaynaklarına sıkıştırabilecek miyiz?

Bugünkü görüntü ile rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. Yapamadık, olmadı…

Parada tatmin olamıyoruz. Hırslarımıza yenik düştük. Hepsini kendimize istiyoruz. Haliyle başlıyor bir hile düzeni. Daha çok kazanmak için ürünlerin genetiği ile oynuyoruz. Amaç maliyet ucuzlatmaktı. Ama oynama ile daha fazla üretilebileceği keşfedildi. Bu seferde hemen satış için pazar, müşteri oluşturulmalıydı. Ve hoop 8 milyar oluverdik. Çok değil 100 yıl önce 2 milyar dünya nüfusu vardı. 100 yılda dörde katlandık. Daha önce ise 1000 yılda anca dörde katlanmıştık.

Tıp gelişti. ‘Doğumlarda ölümler azaldı’ falan denmeye başlandı.

Evet gelişti ama ahlaksızlık bu canım keşfede sıçratıldı. Baksana 140 bin TL için bebek katilleri hortlamış. Hastanelerle ortak iş yapmaya başlamışlar. 19 hastanede 12 bebeği daha çok para kazanma uğruna kuvözlerde katledilmişler. Devletten, milletten para çalmak için seri bebek cinayetlerine girişmişler. En büyük düşmanı kaplanın bile ceylan yavrusuna dokunmadığı dünya düzeninde, ne tür bir canlı formu olduğu anlaşılamayan caniler bebekleri öldürmüş. Hem de sadece 140 bin TL için…

Evet ölümleri azaltmak için tıp gelişti ama diğer taraftan daha çok para uğruna mikroplarda geliştirildi. Bazı mikroplarda maliyet azaltmak için eksik protokol, iş güvenliği uygulamasıyla kendiliğinden gelişti. Bugün domuz gribi, hiv, aids, sars, deng humması, chikungunya, ituri, Irak kolerası, Zimbabve kolerası, Haiti kolerası, gujarat, yeni kabakulak, Afrika menenjiti, sarı humma, mers, ebola, hıyarcıklı veba, jaundice, zika, Angola sarıhumma, korona, maymun çiçeği gibi yeni salgınlarda ölenlerin sayısı elli yıl önceki doğumda ölenlerin sayısından çok daha fazla. Demek ki tıp gelişmiş ama mikropların gelişimini engelleyebilecek insani, ahlaki seviyeye ulaşılamamış.

Haliyle tıp gelişiminin faydası da nötr kalmış.

Bu garip nüfus artışıyla, dünya kaynaklarının yetmemesinden birileri çok ama çok zengin oldu. Bunlar gıda da ‘raf ömrünü’ bulmuşlardı. Bu sayede gıda küreselleşebildi. Bu zenginlikle aynı oranda dünya insanlarının büyük çoğunluğu da kademeli olarak bu kaynaklara erişemeyecek kadar fakirleşti.

Bu serveti ve aynı anda az kaynağı çoğaltma işi temelde iki düşünce ile başladı. 1- Genetiği oynanmış gıda yapımı, 2- Genetiği bozulmuş kağıt para basımı,

Bu sayede gelişim oldu ama ondan daha fazla gerileşim oldu. Tıp gelişti, virüsler de gelişti. İnsan hakları arttı, ekonomik sömürü arttı. Haberleşme araçları arttı, silahlanma arttı. Medeniyet arttı, terör arttı. Genetiği oynanmış gıdalar arttı, organ mafyası arttı. Para, piyasanın arzından fazla basıldı. Yani genetiği bozulmuş para piyasaya sürüldü, fakirlik tabana yayılıverdi. Faiz sebep enflasyon sonuç dendi. Cansız faize, hataların sonucu bir veriye yani suçluya değil suçlunun ilimden uzak, hatalı yönetiminden doğan verilere “sen bi kenarda dur” baskısı yapıldı. Enflasyon çıldırıverdi. Çıldıran enflasyon, fiyat endeks kurumlarınca saklanmaya kalkıldı. Bu seferde hem faiz, hem işsizlik, hem mülteci, hem enflasyon çıldırıverdi. Enflasyon; ucuz, sigortasız, vergisiz mülteci çalıştırma ile düşürülmek istendi. Sanki kölelik çabalarına girişilmişti. Hızla Türk vatandaşları işsiz kaldı. Uyuşturucu, mafya, intihar, çocuk ve kadın katliamları artıverdi.

Çünkü ekonomi neydi? Ök’tü, Oikia’idi. Evdi, düzendi, disiplindi, geleceğe hazırlanılan yerdi. Ana tavrı gösterebilmekti. Bu sebeple annesiz yavrulara öksüz dediğimizi hemen hatırlayalım! Diğer taraftan ök; düzeni kaybedilmiş, disiplini yitirilmiş, sınırları çiğnenmiş bir yerde geleceğin olmayacağını da vurgulamaktaydı.

Genetiği bozulmuş gıda ve parayı keşfedenler; çeşitli oyunlarla tuzağa düşürülmüş halkları, eğitim seviyesi yetmeyen halkları kendine kaynak görür. Onları tüketmekten çekinmez. Tuzağı göremeyen halklar bir anda tüketenken, tükenen olmaya başlar. Avcı olduğunu zannederken, av oluvermiştir.

Genetiği oynanmış gıda ile; hastalıklardan, kanserden av olur, tükenirsin.

Genetiği oynanmış kağıt para basımı ile de; faiz sarmalına tutsak edilir. Kolay, emeksiz para peşine düşürülür, tembelleştirilir, haliyle değersizleştirilir av olur, tükenirsin.

Genetiği oynanmış para basımı kaşifleri; gaip olana görülmeyen şeylere insanların sorgusuz sualsiz ve çok miktarda para ödeyebildiklerini de keşfetmişti. İnsanlar göremediği işin, fonun, yatırımın daha ulu olduğunu düşünüyorlardı. Böylece kısa sürede zenginleşeceklerini zannediyorlardı. Hem böylece, garip zenginleşmede illa ki oluşacak kul hakkı yeme gibi ağır bir suçun sahibi kendi de olmayacaktı.

Ama uyanıklık ettiğini düşünenin bilmediği şey; aslında av kendiydi. Sadece şimdilik farkında değildi.

Doğumla başlar sınav, sınanma, zorlanma…

Kolayca, emeksiz büyümek yoktur. Kolay, emeksiz eğitim yoktur. Kolay, emeksiz iş yoktur. Kolay, emeksiz evlat yoktur. Kolay, emeksiz sınav yoktur. Ve elbette kolay, emeksiz para yoktur.

Bir işin kolay olmasını istersen, işlerini kolaylamak istersen, konu ne ise onun için çok fazla emek harcamak gerekir. O konu hakkında olabildiğince derinleşmen gerekir. Ancak o yoğun çalışmalarının ardından kolayca işlerinin altından kalkabilirsin. Ve kolayca o işten para kazanabilirsin.

Genleri ile oynanmış bir fare artık fare değildir. Fare imiş gibi görünür. Genleri ile oynanmış gıda artık gıda değildir. Gıda imiş gibi görünür. Genleri ile oynanmış para da artık para değildir. Para imiş gibi görünür. Aslında artık o peşinde koşanı parlatan değil, paralayan olmuştur.

Paralanmamak için; kim ne derse desin, ihtiyaçların sınırsız lâkin kaynakların sınırlı olduğunu bilerek yaşamak önceliğimiz olsun. Bu sebeple en güzel şekilde ama israf etmeden yaşama bilincini yakalamalıyız. Buna aklımız fazla fazla yeter. Mesela TBMM mutfağında her gün kilolarca yemeği çöp yapmamanın yolunu kolayca bulabiliriz. Böylece pazarlarda akşam kalanları toplayanlar bir nebze azalır. Yurtdışı görüşmeye giderken gerekli gereksiz, beş – altı uçak, insan gitmemeyi çözebiliriz. Böylece et ve balık kurumu önünde bir kilo kıyma için gece 3’te sıraya girenler azalabilir. Okullara yapılan hademe tasarrufundan vazgeçilebilir. Okulların pisliği, ağır tuvalet kokuları dindirilebilir. İşi tanıdıklara değil, gerçekten o işi en iyi yapana, ehline vermeyi çözebiliriz. Böylece depremde yıkılmayan, dere yatağına, verimli ovalara yapılmayan binalar inşa edebiliriz. Bu milletin serveti olan toprak altı madenlerimizi birileri zengin olsun diye değil de milleti zenginleştirsin diye devlet olarak çalıştırabiliriz. Ekonomik hataları örtmek, döviz kurunun yükselişini durdurmak için KKM gibi ürünler üretip, genetiği bozulmuş para basıp fazladan piyasaya sunmayabiliriz. Yaşanmış, gerçek verileri saklamayabiliriz.

Ök, ekonomi düzeni, disiplini basittir. Sızdıran yerleri onarmak, vatandan, milletten eksiltmemek, insanı tüketilecek bir şey olarak görmemek, yamyam olmamak yeterlidir.