Bazen şu içinde yaşadığım kentin insanlarını anlayamıyorum, kendimi uzaydan gelmiş gibi hissediyorum. Oysa kentimi seviyorum, yaşadığım yere kendimi bağlı hissediyorum, ben bir İstanbulluyum diyebiliyorum. Ancak bazen öyle olaylar ve insanlarla karşılaşıyorum ki ister istemez kendimi sorgulamak zorunda kalıyorum. Şimdi bunlardan seçtiğim birkaç olayı yorumunuza sunuyorum. Olay1: Özel halk otobüsündeyim, akşam iş çıkış saatleri ve Büyükdere Caddesi'nde devamlı bir yoğunluk var. Birinci köprüye çıkış veren Zincirlikuyu'yu Beşiktaş'a doğru az geçtikten sonra bir durak var, Köprülü Kavşak. Bu durakta inip Boğaz Köprüsü üzerinden Anadolu yakasına geçen otobüslere binmek mümkün. İçinde bulunduğum otobüs ise Maslak yönünden Beşiktaş'a doğru gidiyor ve güzergâhı üzerinde olan Köprülü Kavşak durağında durması gerek. Uygun zamanda düğmeye basıyorum, yetmiyor sözlü söylüyorum ineceğimi. Şoför oflaya puflaya durağa yanaşma çabasına giriyor. Otobüsten birkaç kişi "ne saygısız insanlar var, bizi şu durağa sokuyor" diye homurdanıyor. Homurdayan ve şoförle birlik olanların düşüncesi: Bir kişi için bu kuyruk olmuş trafiğe gireceğiz, halbuki yol üstünde insin (Büyükdere Cad. üzerinde ve sağımda üç şeritli bir yol devam ederken inmem bekleniyor) veya binmesin. Bir vatandaş olarak güzergâh üzerinde istediğim durakta inmek hakkına sahibim, ve en güvenli iniş biçimi olan durağa yanaşılarak inme ritueli de hiç tartışalacak mesele değil, doğru mu? İnsanlar ne kolay haddini aşabiliyor, ukala ve sorumsuzca birilerini yargılama hakkını kendinde bulabiliyor. Şoför umarsız, sanki benim özel isteğimi yerine getiriyor edasında. Maalesef şoför ve ukala yolcular yerine ben kendimi sorguluyor acaba hata bende mi diyorum. Olay2: Normalde vatandaşın inip elini kolunu sallaya sallaya yürüyemeceği Boğaz Köprüsü üzerindeyiz. Ama nasıl oluyorsa birisi bunu başarıyor. Bir problemli vatandaş dikkat çekmek ve akşam iş saatinde evine gidenlere işkence çektirmek için plan yapmış, köprüde aptalca bir şov yapıyor. Ben Avrupa?dan Asya'ya geçmeye çalışıyorum, olay ise karşı yönde. Ama nedense bizim yön de diğeri gibi ilerlemiyor. Acaba bu yönde de bir çılgın mı var diye düşünürken gerçeği görüyorum. Meraklı şoförler ya durmuş izliyor, ya da ağır giderek trafiğin şişmesine neden oluyor. Bizim otobüsten muavin bağırıyor; "şu deliyi izliyorlar hayret bişi, buna bu kadar kıymet vermeye değer mi, bırakın gitsin?. Köprüde eylem yapmak engellenemiyor, peki trafiğin akışı niye sağlanamıyor" En az 20 dakikalık bir işkence sonrası köprü geçiliyor. Kedinin başına ne gelirse meraktan lafını hatırlıyorum ve bu kişiyi izlemenin nasıl bir zevk olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sonuç başarısız, anlayamıyorum. Olay3: Suadiye Şemsettin Günaltay Caddesinde yaklaşık bir aydır süren hemen hemen 300-400mt boyunca devam eden İSKİ'ye ait boru döşeme çalışmaları yapılıyor. Kentin altyapısının en düzgün olduğu zannedilen bir mahallesi burası. Ama yanlış, ISKI altyapısında birseyleri değiştiriyor. İki gün kadar suların kesilmesine katlanıyor Suadiye sakinleri. Çalışma alanı boyunca trafik tek şeritten ilerliyor, etraf toz toprak, sanki gecekondu mahallesi, iş makineleri her tarafta, çalışmayan trafik lambaları, her yöne canının isteği gibi gitmeye çalışan şoförler, karşıdan karşıya geçmeye çalışan zavallı yayalar. İşçiler sabah 08:30 civarı çalışmaya başlıyor, akşam 19:00'da bitiriyorlar. Gece vardiyası, işi çabuklaştırma çabası yok. Ancak kocaman bir tabela var: Ak-ay inşaat, Çevreye verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı. Bu çağda, bu medeniyet seviyesinde, Türkiye'nin en modern mahallesinde yaşananlara bakıp bir türlü anlayamıyorum. İşçiler bazen kamyonun radyosununun sesini öyle açıyorlar ki kendimi eski Topkapı garajında minübüsler arasında gibi hissediyorum. Kimsenin kılı kıpırdamıyor. Özür de dilenmiş ya, daha ne yapılsın? Köstebek yuvasına dönen güzelim cadde elbet bir gün asfaltlanacak ne acelem var ki? Acaba telaşlı davranan, sabırsız olan ben miyim, yine kendimi sorguluyorum. Olay4: İstanbul'da bir kaç yıldır hizmet veren yeşil IETT otobüsündeyim. Malum cep telefonları kapatılıyor. Ama bu yasak nedense herkes için geçerli değil. Kural tanımayan bazılarının telefonla konuşmak için yaptıkları numaralar: "Aaa, öyle mi, ben telefonun kapatılacağını bilmiyordum (sanki ilk kez otobüse binmiş, veya küçük bir olasılık ama ilk kez bindiğini kabul edelim etrafında gayet büyük boyutlarda yazan yazıları da mı okuyamıyor?)", "konuşmuyorum ki, sadece mesaj yazıyorum (önemli olan telefonun açık olması değil mi?)", "neden sadece beni uyarıyorsunuz, herkes konuşuyor (yavuz hırsız evsahibini bastırır)" veya herşeye rağmen aldırmadan, yanıt da vermeden konuşmasına kısık bir ses tonuyla devam edenler. Bu manzara karşısında yine ben kendimi sorguluyorum: Neden kendimi telefonumla haberleşmek özgürlüğümden men ediyorum? Yanıtını bulamıyorum.