Batı dünyasındaki hastalık derecesindeki duygu durumu  İslamofobi ,  bizler için yeni bir kavram olmamakla birlikte tarihte vahşi katliamlara, saldırılara, tacizlere ve işkencelere tanık olarak yaşadığımız, bildiğimiz Avrupa’nın karanlık korkusudur. 1980’li yıllardan günümüze gelen “islamofobi” terimi kavramsal anlamdan daha çok tahrik içeren bir kavram olarak ifade edilip kullanılmaya başlamıştır. Dinlerin kardeşliği ve hoşgörünün savunulduğu ,insan haklarının ve siyasi özgür düşünceyi misyon edinmiş Avrupa Birliği(AB) ülkelerinde böylesine bir kavramın kullanılışı, savundukları görüşe ters bir duruş sergilediğinin kanıtıdır.
Aslında çıkarlarına yönelik ve yeri geldiğinde kendilerine özgü tabusal bir siyasi varlıklarının olduğunun da göstergesidir.

Özellikle İngiltere’nin Avrupa Birliği'nden ayrılmasından sonra dünyada milliyetçi düşüncelerin daha çok yaygınlaştığını görebiliriz. Eskiden de batının bu tarz yaklaşımları elbette mevcuttu. Ancak batı hariç tüm dünyanın hâkim olduğu yapı artık daha çıkara dayalı daha korumacı ve sınırları çizdiren bir milliyetçiliğin var olduğunu gösteriyor. İş birlikçiliğin hâkim olduğu devletlerarası ilişkiler, Covid-19 salgınının etkisiyle de farklı bir boyuta taşındı. Ülkeler sınırları kapattı, küresel salgın tehdidi  devlet bireyciliğinin önünü açtı. Siyasi, ekonomi konularında uluslararası işbirliğine giden ülkeler, sağlık konusunda  ortak işbirliği içinde uyum sağlayamadı. Alınan tedbirler yarıştı ve küresel sağlık örgütlerine karşı inanç zayıfladı. Bu sürecin art arda gelmesinin anlamı oldukça açık bu açıdan geniş bakıldığında ortaya çıkan sonucu fark etmemiz gerekir.
Yine günümüzün çözülemeyen bir politikası haline gelmiş olan göçmen sorunun içeriğine baktığımız zaman İslamofobinin etkilerinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Kendi ülkelerindeki savaştan ,baskıcı rejimden ,huzursuzluktan kaçan yeni bir umut arayışı arayan halka, yaşama ve barınma hakkına başka bir ülkede sahip olma amacıyla göç eden , haksızlığa uğramış insanların yaşadığı süreç en büyük örnektir. Özellikle bu göç dalgasının Müslüman ülkelerden geliyor olması AB ülkelerinin bu topluma göstermiş olduğu tavırlar İslamofobi düşüncesinin ne kadar baskın olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

Hedeflenen bu politika vaadedilmiş topraklar üzerinde, yani İslam ülkelerinin var olduğu bölgeye yönelik hamlelerdir. Bu yüzden  Müslüman ülkelerine düşen misyon ise ; ırkçılık terörizmin arttığı bu dünyada “barış yolu” olan İslam dininin özellikle medya yolunu kullanarak tüm dünyaya anlatması, “islamofobi” algısının yersiz ve hastalıklı bir düşünce olduğunun açıklıkla gösterilmesidir. Ama ne yazık ki milli ve dini değerlerinden vazgeçmiş, utancı temsil eden ülkeler ; başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere, bu anlatım görevinin liderini belirlemek açısından seçenek sunmamaktadır. Bu sebeple Türkiye, Müslüman toplulukların kabul edilebilir ,terör eylemlerinden bağımsız bir yapıda olduğunu göstermeli hatta “Türk Müslümanlığını” öne çıkarmalıdır. Siyasi arenada etkin, haklarını öncelikli diplomasi yolu ile savunan ,kültürel değerlere sahip, demokratik haklara saygılı ve uluslararası sistemde etkin biçimde yer alan örnek bir Müslüman ülkesi olduğunu göstermelidir. Uzun süredir içinde bulunduğu dış politika yolunda da zaten gösteriyor. Bu durum bütün dünyanın özellikle de batının iç sıkışlığını yeterince açıklamıyor mu ?