Din faktörünü siyasetten ayrı tutulduğuna inanmak ya da  siyasete katkısının hiç olmadığını düşünmek yanlış bir yönlenme olacaktır.

Din olgusunun bir ülkenin dış politikasına etkisi konusu bugüne kadar çokça tartışılmıştır. Elbette dış politikayı şekillendiren birçok belirleyici unsur bulunmaktadır işte din faktörü de bunlardan biridir. Dinler bilindiği üzere sosyolojinin  bir parçasıdır ve toplumları kontrol edebilmek için oluşturulan siyasal meşrutiyette önemli bir yere sahiptir. Din-Devlet- Siyaset ilişkisinde kimi zaman siyasetçiler dini kullanarak toplumları yönlendirme konusunda uzman olmuştur. Çeşitli yönetimlere karşı din ve mezhep savaşı çıkartarak ülkelerin meşrutiyetine müdahale eden ve zor durumda bırakan küresel güçler özellikle bu durumu günümüzde de hala devam ettirmektedir. Son cümleyi yazımı okudukça çok daha iyi anlayacağınızdan eminim.
 
Konuyu daha iyi detaylandırmak için bize geniş perspektif sunan tarihe bakmamız gerekiyor. Türklere Anadolu'nun kapılarını sonsuza dek açan Malazgirt Meydan Muharebesi Avrupa’yı tedirgin etmiş oluşan İslam birliğinin üzerine Haçlı Seferlerini düzenleme kararına kadar itmiştir.8 defa haçlı seferi düzenlenmiştir. İleriki tarihlerde İstanbul’un fethi ve  Bizans’ın yıkılmasıyla Türk düşmanlığı Avrupa’ya yayılmaya başlanmıştır. Bununla da kalmayıp Katolik kilisesi Anadolu ‘da İslamiyet’i etkisizleştirmek için çalışmalara başlamıştır. Ta ki Avrupa ‘da artık seküler sistemin geldiğine inandırılan Otuz Yıl Savaş’ına kadar.
 
Dini temellere dayanan Otuz Yıl Savaşı ve sonucunda imzalanan Vestfalya Anlaşmasını hatırlayalım. Modern çağın başlangıcı olarak da kabul edilen Vestfalya Antlaşması, Uluslararası İlişkiler literatürü için de çok önemlidir. Katolikler ve Protestanlar’ın arasındaki çekişme sonucu ortaya çıkan mezhep savaşı aslında bir nevi güç savaşı haline gelmiştir. İmzalanan Vestfalya Antlaşması sonucunda dine dayalı büyük savaşların devri sona ermiş, Avrupa’nın siyasal gelişmelerinde dinin önemi azalmaya başlamıştır. Avrupa’nın sekülerleşmeye başladığı önemli anlardan biri olduğuna inanılır. Ancak bu din altında daha çok güç savaşı odaklı bir hadisedir nitekim batının dini dayatmaları hem kendi içerisinde hem de İslam ülkelerine karşı asla bitmemiştir.
 
Örneğin Osmanlı Devleti'nin dâhili ve harici birçok sorunuyla ilgilenen İngiltere’nin Osmanlı nezdinde ki Büyükelçisi Stratford Canning’ 1806 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını önleyebilmek için “İslam Dini”ni terk etmeleri gerektiğini söylemiştir. Durumun en net açıklamasını Amerikan kamuoyunda Türk düşmanlığı ve Ermeni sempatizanlığının artmasında ciddî rolü olan Merzifon Amerikan Koleji Başkanı George E. White yapmıştır. White 1918‟de “Hıristiyanlığın düşmanı Müslümanlıktır. Müslümanların en güçlüsü Türklerdir. Buradaki hükümeti devirmek için Ermeni ve Rum dostlarımızı desteklemeliyiz. Kutsal görevimiz bitinceye kadar daha çok kan akıtılacaktır.” demiştir.
 
1992 yılında İskoçya’da yapılan bir NATO toplantısında Eski İngiliz başbakanı Margret Teacher şunları söylemiştir: “Sovyetler dağıldı ve biz düşmansız kaldık. Düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz. Onun için kendimize yeni bir düşman bulmamız gerekir. O da İslam olacaktır”. 1999 yılında ise  Papa II. Paule Hristiyanlık üzerine hedefini açıklarken “ Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştı. Üçüncü bin yılda hedefimiz Asya‟dır, demiştir.
 
Bu açıklamadan tam iki yıl sonra 2001 yılında küresel bir tiyatro oyunu olduğuna inandığım  ABD’deki  İkiz Kuleler uçaklar tarafından vurulduğunda Başkan Bush da yaptığı açıklamada “Haçlı Seferleri”nin başladığını söylemiştir. Ve o tarihten sonra vahşetçe dökülen kanların sebebi bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Hatta olayların ardından batı destekli islamı kötüleştirilme projesi “ islami halife ordusu”  IŞID’ın oluşturulması en güzel örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.30 bin sayıdan oluşan terörist grup Hristiyanlara ve Yahudilere eziyet etmiş ve aynı zamanda Amerika’ya da savaş açma tehditinde bulunarak tüm dünyada oluşturmak istedikleri islamofobi algısının büyümesine katkı sağlamıştır.
 
Batının “İslomofobi” hastalığının ne derecede ileri seviyede olduğunu hepimiz biliyoruz. Örneğin Avrupa Birliği’ne alınmamamızın sebebi de yine bize yansıtılan nedenler veya demokratik, ekonomik kaygılar değil. NATO’ya dahil olabilen bir Türkiye, Avrupa Birliği’ne senelerdir kabul edilmiyor. Bunun asıl sebebi islamın Avrupa’ya açılacak olan kapısını sıkı sıkıya kapatma istekleridir. Batıya yansıyabilecek islam düşüncesinin altından kalkamama korkusudur.
 
Türkiye’yi hala Osmanlı Devletinin devamı, Ortadoğu’nun bir parçası ve tüm dünyanın islam yüzü olarak kabul ediyorlar.Her ne kadar batının modern ve çağdaş yapısını sunmaya çalışsalar da içlerinde kalan “Haçlı Seferleri” sevdası ve yobazlığını gizlemeye çalışıyorlar. Öyle ki İncil Hezekiel 38’de adı geçen “Mesech” devletinin Türkiye olduğunu ve birleşeceği birkaç devlet ile İsrail’i yok edeceğine inanıyorlar. Evet yazarken veya sizler okurken ne kadar çağ dışı ve mantıksız geldiğinin farkındayım. Ama inandıkları bir şey var ve bunun üzerinde kendi politikalarını oluşturuyorlar. Bu asırlar öncesinde de böyleydi şimdi de böyle. İşte bizler bu konuda bilinçlendiğimiz zaman dünya siyasetinde oluşturulmak istenen çarkın daha da farkında olacağız.