21 Kasım 2005 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde iki makale yayınlandı. Biri Sn. Emre KONGAR'ın yazdığı "Değişimcilik geriye dönüş değildir" diğeri Sn. Erdal ATABEK'in "Körü körüne inanç.." adlı makalesi...

Sn. Kongar yukarıda zikredilen yazısında değişimin asıl amacının çağdaşlık filan değil geriye gitmek olduğunu iddia ederek, çağa uyum sağlarken demokrasiden, laiklikten, sosyal devletten hukuk devletinden vazgeçilmesinin amaçlandığını anlatarak şunları söylemektedir:

Demokrasiye bir saldırı anlamını taşıyan "şeriat devletinin" siyasal bir simgesi olarak toplumsal yaşamımıza soktukları "türbanı" "özgürlük ve değişim" adına savunan bunlar.

Sn. Kongar'ın daha önceki yazılarında da İslam'a saldırırken halkın değer yargılarını yokmuş veya kaale alınması gerekmezmiş gibi yaptığını biliyoruz. Bir yazısında laiklik olmadan demokrasi olamaz gibi bir genelleme yaparak fahiş bir hatalı söylemde bulunmuştu. Biz yazılarımızda şunu söylemiştik; Saddam, Nasır, Hafız Esat ve Habip Burgiba gibi İslam coğrafyasında yönetimi elinde tutan totoliter diktatörlerin laik olduğunu söylemiş ve bu tezin yanlış olduğunu ispatlamıştık. Kaldı ki laiklikten öte bir misoynu temsil eden Marksist-materyalizmin Sovyet ve Çin uygulamaları totoliter diktatörlük şeklinde olmuştur. Yani laiklikle, dinsizlikle, demokrasi arasında bir bağlantı yoktur. Çoğu kere en laik ülkeler, halk düşmanı en totoliter diktatörlerce yönetilmiştir. Kaldı ki, şeriat devletinin antidemokratik olup olmadığı da şüphelidir. Bir sistemin demokrasi veya totoliterzim olup olmadığı, insanları özgür bırakıp bırakmamasının, iktidarın el değiştirmesinde dürüst seçim yolunun kullanılmasına, kararları çoğunlukla alırken, azınlıkların haklarına saygı gösterme gibi ölçütlerle tesbit edilmektedir. Rejimin karekteri dini otoriteye, saygı, tarihi süreç (tarihi mataryalizm tezinde olduğu gibi) gelenekler gibi her toplumda farklılık arz eden kültürel unsurlar her ülkenin rejimine ayrı karekter vermektedir. Sosyoloji alanında profesör olmuş bir zatın şeriat devletinin demokratik olmayacağı tezini savunması ciddi bir ilmi hatadır. Şeriat devleti de pekala demokratik olabilir. Şeriat devleti totoliter de olabilir. Nitekim Kuran'la ve Peygamber'in getirdiği seçim yollarıyla bağdaşmamasına rağmen 4 halifeden sonra tüm İslam coğrafyasında padişahlık veya saltanat egemen olmuştur. Şeriat devletinin mutlak demokratik olacağı tezi de yanlıştır, totoliter olacağı tezi de... Şeriat devletinin demokratik olup olmayacağı toplumsal talep ve tercihlere bağlıdır. Bizce demokrasinin bile demokrat olup olamayacağı dürüstlüğüne, insana değer vermesine, insanları eşit kabul etmesine, ortak kararları önceden belirlenmiş herkes için geçerli hukuk kurallarına göre verip vermesine bağlı olarak değişmektedir. Toplumu çok zenginler ve çok fakirlerden müteşekkil köle-efendi çelişkisine sürükleyen plütokratik liberalizm, aşırı özgürlük taleplerine rağmen son derece baskıcı bir karektere bürünebilir. Nitekim Amerika'da aşırı liberal devlet dinci-polis devletine dönüşerek, demokratik karekterini kaybetmeye başlamıştır. Bu devlet, zengin sınıfın çıkarlarını koruyan ve fakirleri ezen faşist bir dönüşüme uğramıştır. Sonuç olarak devletin dindar olup olmaması, liberal olup olmaması önemli değildir. İdeolojik tek düzeliği hedef alarak tek tip insan yetiştirmek ve insana saygı gösterip göstermemesine bağlı olmaktadır. Dolayısıyla insanın dindar olup olmamasıyla demokrasi arasında olumlu veya olumsuz bir bağlantı yoktur. Şeriat fikrine sahip olan insanın da demokrasi düşmanı olduğu tezi, temelden sakat bir fikirdir. Hele hele Sayın hocanın söylediği, türban şeriat devletinin simgesidir, gibi bir varsayım tamamen mantık dışı süpekülatif bir varsayımdır.

Ancak hocanın şu sözleri siyasi iktidarın icraatlarını eleştiri noktasında doğrudur:

Oysa onların kastettikleri anlamda "değişim" demokrasi yerine çoğunluk diktatörlüğünün, laiklik yerine İslamcılığın, sosyal hukuk devleti yerine, iç ve dış sömürünün ve bölücülüğün kabulü anlamını taşıyor.

Bizce hocanın doğru anlatması gereken nokta şudur: Türkiye'de dini bir takım hakları gerçekleştireceğim diyen çevrelere dış güçler, arkanızdayız, diyerek çıkarlarına uygun sömürü düzeni kurduruyorlar. Onlar da İslam'ı kurtaracağız derken topyekün milleti başkalarının kucağına atıyorlar.

Sn. Erdal ATABERK konuya şu tartışma ile başlıyor:

Önce "dindarlık" ile "köktendincilik" arasındaki farkı anlayalım. "Dindar", kendisini bağlı olduğu dinin kurallarını uygulamakla yükümlü sayar, yaşamını buna göre düzenler ama kendi dışındakilerin yaşamına karışmaz. Kendisinde bu hakkı görmez ve müdahale etmez. "Köktendinci" ise kendisinin yaşadığı din kurallarına herkesin uyması için çalışmayı görev bilir, yaşamını bu amaca adar, bu uğurda yapması gereken her şeyin doğru olduğuna inanır.

Laik toplum düzeninde dindar ile dinsiz birbirine karışmadan yaşarlar, insan olarak değerlerini din belirlemez, yaşam düzeninde dine bağlı öncelikler yer almaz. Oysa, laik toplum düzeni, köktendinci için engeldir; başkalarına müdahale etmesini, "biz ve öteki" ayrımını yapmasını engeller. Onun için de köktendinciler laik toplum düzenini ortadan kaldırmaya uğraşır, bu uğraşı dine bağlılıklarının bir görevi olarak kabul ederler.

Dinle ilişkileri açısından her grup da her ülkede yaşamaktadır. Ateistler (dine inanmayanlar), agnostikler (bilinmezciler), inancı olup ilgisizler, dindarlar, köktendinciler bütün toplumlarda bir arada bulunurlar. Laik toplum, bunların hepsinin bir arada yaşamasına eşit hak tanıyarak olanak verir. Din toplumları ise dinin egemen olduğu kesime üstün bir konum verirken "öteki"leri ancak üstün konumdakilerin izin verdiği ölçüde kabul eder.

Sn. Erdal ATABEK'e bakarsanız güzel şeyler söylüyor, ama orta paragrafta diyor ki; "Laik düzende dindar ve dinsiz birbirinin yaşamına karışmaz beraber yaşarlar." Bu faraziye doğru mu? Mesela türbanlı bir hanım diyor ki; "Ben böyle giyineceğim", diğeri ona diyor ki; "Sen böyle giyinirsen ötekinin üzerinde baskı olur."

O diyor ki ben ötekine karışmıyorum. Kendimden mesulüm hem sen demiyor musun laik ve Müslüman birbirine karışmadan bir arada yaşayacak. Sen sana bak, ben bana bakayım. Her koyun kendi bacağından asılır. Sen bana karışma, ben sana karışmıyorum.

Şimdi bu düşünceye Sn. Erdal ATABEK ne diyor? Laik toplum düzeni köktendinci için bir engeldir. O anlayışını yaygınlaştırmaya ve laik düzeni ortadan kaldırmaya çalışır...

Böyle bir düşünce hem süpekülatiftir hemde aşırı zorlama bir yorumdur. Adama derler ki, arkadaşım sen benim beynimin içini mi okuyorsun, falcı mısın? Kaldı ki hukukta eyleme dönüşmemiş bir fikir suç değildir.

Hani argoda bir söz var; "Ben diyorum ki hapishane duvarı o diyor ki babannemin düğün çuvalı". Böyle varsayımlar üzerine koca koca profesörler bir kaşık suda fırtına kopartırlarsa bu ülkede huzur olur mu? Bizce problemin kaynağı, abartılı düşünerek ötekini art niyetle suçlamak ve kendinin haklı olduğunu inadına savunan antidemokrat (tahakküm) iç güdüdür. Bu inat, bu ülkeye çok zaman kaybettiriyor. Bazılarını da hasmın kucağına itiyor.

Sn. Erdal ATABEK inançtan kastettiği bunlar körü körüne hurafelere inanıyor. Bu çağda böyle bir inanç olabilir mi? Mantığı ise laiklik hiçbir zaman demokratik karekter kazanamaz. Biz öteden beri diyoruz ki; müdahale etmede, ülkeyi karıştırmada, fesat kaynağı olarak laiklik değil ateizm kullanılıyor. Ateizm laiklikmiş gibi gösterilerek halka baskı yapılıyor. Samimiyetle laikliği savunanlar da bu tuzağa düşüyor. Bizce bu zihniyet yanlıştır.