Hayat, hep başkaları için yaşamakla geçiyor; onu kırmasam, bunu incitmesem, onun için şimdi bunu yapmalıyım, bunun için şimdi bunu değiştirmeliyim gibi... Tıpkı siyasette oy toplamak için yerine getirilmesi mümkün olmayan sözlerin söylenmesi; açılım deyip fazla açılmaktan açık denizlerde boğulmak gibi…
Bazen kaçmak; bir sahil kasabasında ya da bir dağın başında herkesten ve her şeyden uzakta yaşamak isteyebilir insan. Düşerken elinden tutup kaldıracak güvendiği birisini isteyebilir yanında. Tıpkı kandırılmış ve dağlarda yaşamaya mahkûm edilmiş hayalleri olan gençler gibi…
Hayatın zorluklarından kurtulmak daha aydınlık günler yaşamak için hem gitmek ister, hem de yaşamın güzelliğinde kalmak ister o gençler. En çok küçük yaşta zorla dağlara çıkarılan çocuklar burkar yürekleri. 
Hayatını gözden geçirip çocukken kurduğu güzel arkadaşlıkları düşler genç yürekler. Ne kadar çıkarsız, ne kadar temiz günlerdi;  ellerinde kan lekelerinin, bomba izlerinin olmadığı günler. Oturur bir ağacın dibine, gözleri dalar uzaklara, derinden bir ahh çeker o günlere… 
Büyüdüğünde, çocukken edindiği güzel arkadaşları hatırlamak istemediği günleri yaşar. Hayatın çarkı bazen öylesine acımasız döner ki, çocukluktaki çıkarsız duygular, yerini birden menfaate, düşmanlığa ve çocukluk arkadaşını harcamaya bir adım ötesinde de öldürmeye bırakır. 
Bazen çocukluk arkadaşlarının, dostlarının mevsimlerini kaçırdığını fark eder tıpkı kendi çocukluğunun baharını kaçırdığı gibi. Bu süreçte boş durmaz genç yürek, başka dostlar ekler hayatına. Yani omuzuna dokunacak sandığı dostlar, kalbine girecek sandığı dost eller… Sonra, onların da mevsimlerini kaçırdığını görür, kollarında ölür dağda edindiği dostları,  ne için öldüğünü dahi bilmeden… 
Hayatın kıyılarında yaşarken dostça bakan gözler arar etrafında, göremez; büyümüştür artık. Çevresinde oluşan kin ve nefret dolu gözlere daha fazla dayanamaz yüreği ve gelir çocukluğundaki vatanının mert askerine teslim olur. Görmüştür ve anlamıştır ki, siyasetçilerin ve dış ülkelerin piyonları onları acımadan kullanmıştır. 
Bu vatanın topraklarını düşmandan kurtarırken omuz omuza çarpışan atalarının kanlarının döküldüğü topraklarda, teslim alanla, teslim olanın aynı toprakların insanı, kardeşleri olduğunu görmüştür artık. 
On yıl önce sınır komşularımızla sıfır sorunla başladığımız hayatımıza, şimdi sıfır sınır komşu ile devam ediyoruz. Ne yurt içinde ne de yurtdışında siyaseti başaramıyoruz. Her şey hallaç pamuğu gibi. Cumhuriyetin getirdikleri, çoğunluğun eli ile yok ediliyor. Kendi içimizdeki sorunlarla baş edemezken, sınır komşularımızın iç işlerine karışıyoruz. Kendi halkımıza deprem gibi büyük bir felakette dahi bu denli lüksünü kurmadığımız manavlı, kasaplı ve dahi kuaförlü yeni bir çadırkent kurup  ülkemize kabul edilen mültecilere ve içlerinde gelen ajanlara kol kanat geriyoruz. Kendi halkımız bir paket makarnaya, bir torba kömüre muhtaçken ve yoksulluk içinde kıvranırken biz başka halkları doyurup Angelina Jolie’den kocaman bir aferin alıyoruz. Elbette, yardıma muhtaç olanlar başka halklar dahi olsa yardım edilmelidir. Ancak bunun bir disiplini ve kontrolü de olmalıdır. Sınırlarımız deli kızın süzgeci gibi…
Acılarımız hep içimizde, kimseyi üzmemeye, kırmamaya devam ediyoruz.  Acıları yaşarken, bir şeyleri yapmak zorunda kalmak yıpratıyor insanı, kardeşin kardeşi vurduğu gibi. Karşısında ki anne, baba, sevgili, çocuk ağlarken, ağlamamak için kendini zor tutmak ve hep yutkunmak gibi.
Mültecilerin geldikleri günlerden itibaren gittikçe yoğunlaşan terör olayları sonucunda her gün şehitler veriyoruz. Geçtiğimiz hafta verdiğimiz şehitlerimizle toprağa yeni fidanlar dikildi. Onlar toprakla kucaklaşıp bedenen yok olsalar da yerlerine yetişen genç fidanlar var, elbette ülkemizi koruyacaklar canları pahasına. Ancak o şehitler sayesinde yataklarında rahat uyuyanlar masa başında kararlar alarak şehitleri ve onların ailelerini yok sayamazlar. 
Şehitlerin ardından ağıtlar yakan anne, babalar eş ve çocuklar Türkiye’nin durumuna ve kayıplarına bakıp iç geçiriyorlar. Kimisinin düğün davetiyesi, gelinliği, damatlığı hazırdı. Eğer hain kurşunlar sevenleri ayırmasaydı, beş gün sonra evleneceklerdi. Kimisinin eşi beş aylık hamileydi. Doğmamış çocuğun, babasını görme hakkı, babanın evlat kokusunu içine çekme hakkı alındı elinden bir hiç uğruna.
Şehitlerin aileleri yaşadıkları acılarla güçlendi, büyük acılarda bile ayakta kalmak ve başka şehit ailelerine destek olmak, güçlü duruşlarda güçlü beden gibi. 
Bugün içimizde bir şeylerin kırıldığını hissediyoruz. İçimizdeki duygulara yeniliyoruz belki de, o boşluklara kim bilir kaç kez girip çıkıyoruz ülke olarak. Kim bilir yürek kırgınlığını kaç kez yaşıyoruz. 
Ülkemizin tükenişini, ağır ağır “son” a gelerek tıpkı ışıkla pervane gibi bir oluşum içinde bitişini, bitişin verdiği insancıl ezikliği hissediyoruz şu günlerde. 
Kimi zaman hayatı yenilemek gerekir, durup arada bir nefes almak gibi. Şimdi yeni başlangıçlar yapmalıyız.
İçimizde neden yaşadığımıza ve değerlerimize ilişkin bir şeyler kaldıysa tıpkı şehitler gibi başımız dik alnımızın açık olur. Yoksa yaşamış olmak için yaşarız. Başkasının gölgesinde kendi gölgemizi  kaybetmiş olarak…