Geçmiş hükümetlerde, sorumluluk alarak Başbakanlık, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı yapmış olan zatlar, Merkez Bankası’nın faiz oranlarını sabit tutmasını eleştiriyorlar, “Dünyada faizi yüksek yedi ülkeden biriyiz” diyorlar. Oysa yapılan doğrudur. 

Türkiye, OECD ülkeleri arasında, ferdi tasarruf oranı en düşük (%11) ülkelerden birisidir. Yatırımların artması, istihsalın yükselmesi, istihdamın/işsizliğin çözümü, buna bağlı olarak, ülkemiz için hayati önemi haiz, ihracatın artması (hedef 500 milyar dolar olmalı), için sermaye terakümü şarttır. Sermaye ya dahili tasarruflarla ya da dış borçlanma ile oluşacak yatırıma gidecektir. Yatırımların artışının diğer bir yolu da, yabancı sermayedir. İç tasarruflar, vatandaşa cazip gelecek, faizlerle sağlanır. Yani fertler, elde ettikleri gelirin bir kısmını tasarruf ederek, faiz karşılığı bankalara yatıracaklar, bankalarda bu tasarrufları yatırım projelerine yönlendireceklerdir. Eğer faizleri makul düzeyde tutmazsanız, fertler dövize, Dolar/Euro’ya yönelirler. Bu durum, pahalı ithalat, daha yüksek enflasyonist eğilim demektir. Bu nedenle faiz, kur, tasarruf oranları, iktisat bilenler tarafından ustaca kullanılmalıdır. Eğer siz, faizin yatırımlar üzerinde menfi etki yapacağını düşünüyorsanız, bizim Devlet Planlama Teşkilatı’nda yaptığımız gibi yatırım ve ihracat teşviklerini devreye sokarsınız. Düşük faizli, uzun vadeli krediler (sermaye), yatırım için arazi tahsisi, vergi muafiyetleri ve iadeleri gibi teşvik tedbirleri yolu ile yatırımları arttırabilirsiniz. Yatırım yapan müteşebbis, düşük faizli sermayeye eriştiğinden, cari faizden etkilenmez, sağlanan tasarruflar, daha büyük sermaye olanağı temin eder. 

Tekrar ediyorum, biz bunu DPT yıllarında yaptık ve sonuç aldık. Bunlar, DPT’yi kaldırdılar, birbirinden değerli planlamacıları yok ettiler, yatırımı kimle, nasıl planlayacaklarını bilmiyorlar! Ekonominin tepesinde, DPT kökenli arkadaşımız Sn. Elvan, Hazine ve Maliye Bakanı olarak görev yapıyor. AKP’nin ekonomi kurmaylarından gene DPT kökenli Sn. Cevdet Yılmaz var. Beyefendi ile neden konuşmazlar, planlamanın önemini vurgulamazlar? Ülkenin kendi iç kaynaklarından, tasarruflardan oluşan, kapital, kalkınma için yeterli olmazsa, dış borçlanmaya gidilebilir. Ancak bu konuda fevkalade dikkatli olmak gerekir. Dışarıdan sağlanan sermaye ciddi, rasyonel, katma değer ve istihdam yaratan yatırımlara dönük olarak kullanılmalıdır. Ben bir siyasetçiyim. Siyasette şüphesiz muhalefet, iktidarı, hem de sert biçimde tenkit edecektir. Yapılan yanlışları söyleyecektir. Ancak bunu yaparken, bilimin ve iktisat teorilerinin dışına çıkılmaması, hep eleştiri yerine, çözüm yollarını da ifade edilmesi gerekir. İktidarda, gösteriş yatırımlarından, hesapsız, kitapsız projelerden, israftan mutlaka uzak durmalıdır. Eninde, sonunda iktisat biliminin gerçekleri, herkesin yüzüne tokat olarak inecektir. 

Siyasette hedef, fertleri adil gelir ve refah dağılımına, sosyal iyileşmelere kavuşturmaktır. Türkiye’nin ihracatını, yüksek hacimde arttırması, turizm ve dış alem gelirlerinin istikrarlı olması hayati öneme haizdir. İstihdam ve işsizlik ciddi boyutlardadır. Özellikle, üniversite mezunları işsizdir. Hiç olmazsa, işsizlere iş, ekmek parası temin için, gerçekten ihtiyaç duyulan, öğretmen, polis, doktor, hemşire, sağlık teknikeri, ambulans elemanlarının atanmaları yarar sağlayacaktır. 

Diğer çok önemli bir sektör de, ziraat ve gıda alanıdır. Devletin zirai yatırımları teşvik etmesi, çiftçi ve toprakla uğraşanlara sahip çıkması şarttır. Hollanda örneğinde olduğu gibi, zirai istihsal, ihracat için tüm imkanlar mobilize edilmelidir. Ziraatın, GSMH içinde 300 milyar doları aşması şarttır. Mevcut işletmelere ek olarak, ABD olduğu gibi modern çiftlikler (Ranch Systems) geçilmeli, tarımda, modern üretim sağlanmalıdır. Bu alanda yabancı sermayeden de yararlanılabilir. Tekrar başa dönersek, iktidara karşı muhalefet yapılacaktır. Ancak herkesin ülke gerçeklerini mazide kendi yaptıklarını unutmadan tavır alması daha doğru olacaktır.