NEHİRBOYU
NEHİR GÜLEREN
Hızla giden bir trenin penceresinden bakan yolcular gibiyiz...
Avrupa’da ya da Japonya’da hızlı trenlere binmiş olanlarınız vardır. Tren o kadar hızlı ilerler ki, pencerenin dışındaki dünya bir hayal gibi görünür. Binaları, ağaçları, insanları sınırlayan çizgiler flulaşır, görüntüler birbirine geçişir, uzar, bulanıklaşır. Bazen ağaçlar canavar gibi gözükür ya da bir büyük kuşu küçük bir böcek gibi algılarız. Yani gözümüz yanılır. Arada sırada net bir görüntü yakalarız.
İşte bu çağın bilgi akışı da aynı böyle işliyor. Yoğun bir bombardıman altında gibiyiz. Bombanın ne yönden, ne şiddette geleceği de belli değil. Şaşkın şaşkın bir o yana bir bu yana bakıyoruz. Bu bombardıman kanallarının en önemlileri internet üzerindeki sosyal paylaşım siteleri. Yolda koşuştururken, arkadaşımızla yemek yerken, gece yastığa başımızı koymada, cep telefonlarımızdan twitter ve facebook hesaplarımızı kontrol ediyoruz. Çoğunluğu yüzeysel, bir satırlık bilgilerle olan biteni anlamaya çalışıyoruz. Yanlış “tweet” edilen bir haber üzerinden binlerce kuş yorum yapıyor, kampanyalar başlatılıyor... Yanlış, biri tarafından düzeltilene kadar olan oluyor. Elektronik posta kutularımızı dolduran fıkralar, makaleler, “10 kişiye gönder, zengin ol” ya da “yönlendirin, yardım edin” mektupları her yanımızı sardı. Okurken harcadığımız zamanı bir yana bırakalım, maruz kaldığımız bu bombardıman bizleri ne hale getiriyor... Gerçek olup olmadığı belli olmayan kişilerden aldığımız, gerçek olup olmadığını bilmediğimiz haberler ruhumuzu nasıl harmanlıyor... Mutsuz birinden gelen bir şarkının ardından, o gün çok neşeli uyanan birinin yolladığı çılgın melodiler... Bir aşağı bir yukarı, bir ileri, bir geri...
Bir de bu haberlere konu olanlar, onların yakın çevreleri ve ailelerinin ruh halleri var. Geçen hafta hastaneye kaldırılan Münir Özkul’un öldüğü bilgisi internetteki sosyal ağları salladı. Sonunda eşi basın önüne çıkıp haberi yalanlamak zorunda kaldı. Sanırım geçen baharda da Cem Yılmaz’ın araba kazasında öldüğü haberiyle bütün bir gün perişan olmuştuk. Sosyal paylaşım siteleri üzerinden arkadaşlık kuranların başına gelmeyen kalmıyor. Hangi bilgi güvenilir, hangisi değil... Ailelerimizi, çocuklarımızı, kendimizi nasıl koruyacağız...
Öte yandan, 29 Aralık’ta Şırnak’ta 35 gencin ölümüyle sonuçlanan bombalama haberini ilk sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla öğrendik. Televizyon ve radyo kanallarında akşama kadar tek bir haber yayınlanmadı. Hükümet açıklama yapmadı. Ama biz bütün gün ölenlerin görüntülerini, karların üzerine yatırılmış bahtaniyelere sarılı bedenlerini internette defalarca seyrettik, yorumları okuduk. Yani vatandaş olarak birinci derecede haberdar olmamız gereken bir konuyu yine internet üzerinden öğrendik.
Bu bilgi alışverişinin gerçekten son derece yararlı olduğu başka alanlar da var. Arama motoru Hazreti Google herşeyi biliyor. Dünyanın öbür ucundaki kütüphanelere, arşivlere bir kaç saniye de ulaşıveriyoruz. Gitmediğimiz ve hatta hiç gitmeyeceğimiz diyarları avucumuzun içi gibi öğrenebiliyoruz. Oturduğumuz odada dünya önümüze seriliyor. İnsanlar yüz yüze iken yapamadıkları isyanları internet üzerinden örgütlenerek gerçekleştirebiliyorlar. Bu sayede daha demokratik, daha barışçıl ve daha adil bir dünya düzeni kurma yolunda ilerleyebiliyor muyuz? Her şeyi daha çok kontrol ettiğimizi zannederken aslında daha çok kontrol altına mı alınıyoruz?
Öyle ya da böyle, kamusal alanın esnediği yepyeni bir düzlemde, yepyeni değerler sisteminde hareket etmeye başladık. Buna bağlı olarak, sanal alemin etik değerlerlerinin nasıl oluşacağını, bu işin sonunun nereye bağlanacağını birlikte izleyeceğiz ve hatta bu sürecin bir parçası olacağız. “Paralel Evren”i uzaklarda aramayalım. Tam yanı başımızda, en çok bilgisayarımızın olduğu mesafede.
[email protected]