(Çaresiz Mırnav’ın haykırışları)

Bu sabah gözlerimi gürültüyle açtım. Beyaz gür bıyıklı, hitler kılıklı Necip Bey’in sesi yankılanıyor koridorda. “Ben bu evin reisi değil miyim? Size kaç kez söyledim bu kedi bu evden gidecek. Bak yine kravatımı tırnakları ile parçalamış” diye söyleniyor evin hanımına. Ayaklarının önünde ne varsa tekmeliyor, ortam bir anda cehenneme dönüyor.

Bu eve geldiğimden beri Reis beni hiç sevmedi, görmedim hiç başımı okşadığını. Bana vurmak için hep bahanesi vardır, tekmeleri hazır asker gibi her an emrine amade. Bu adam hiç mi sevmez canlıları. Eve çiçek gelse burun kıvırır. İyi zamanlarında ayaklarına sürtünecek olsam tekmeyi basar. Evin hanımı biraz gülse azarlar. Çocukları ile hiç sohbeti yoktur. Meymenetsiz bir surat onun ki.  Sevgisiz bir adam işte.  Ne ister reis benden bilmem. Kimseye ilişmeden köşemde oturuyor, etrafı seyrediyorum. Var mı ona bir zararım, yok.

Bugün biraz keyifsizim. Bir tarafıma kıvrılıp yatmaktan uyuşmuş,  bacaklarımın uyuşukluğunu giderirken hissettim yüzümdeki ateşi. Vücudumun her zerresindeki tüylerim dahi uyuşmuştu. Dört ayağım üzerine durarak kalktığım yatağımdan reise görünmeden koridorun sonundaki mutfağa ulaşmam zor oldu. Küçük derin kap içindeki sütü dilimin ucuyla içmeye çalışırken hastalığımın yarattığı ateşin bıraktığı yaralar, diğer kaptaki mamayı rahatça yememe engel oluyordu. Zor da olsa karnımı doyurdum. Şimdi yatağıma geri dönmeliyim. Bir tüy kadar sessiz olmalıyım. Reis beni yakalamadan ve benden hıncını çıkarmadan ortadan yok olmalıyım. Eyvah işte geliyor, yakalandım. Gözlerinden ateş çıkıyor, burnundan soluyor. Üzerime üzerime geliyor bir kamyon gibi. “Ben şimdi ne yapacağım?” diye düşünürken yediğim tekme ile havada perende atıp, sehpanın üzerine düştüm. Çığlığıma gelen evin hanımının reise söylediklerini hayal meyal hatırlıyorum.

“Ne yaptın bey, o hayvanın ağzı var dili yok, merhametinde mi yok senin”
“Ağzı dili yok ama dişleri pekâlâ var, elbiselerimin hepsinde diş izleri var.” diye cevaplıyor reis. Oysa hiç düşünmüyor,  evde onun dışında beş kişi daha yaşıyor neden sadece reisin ve fasulye sırığı oğlunun elbiselerinde diş izim var? 

Bu evin kadınları sevgi dolu,  erkekleri merhametsiz ve bencil. Ben bu kadar bencil insanlar daha görmedim. Yediğim dayaklar bir tarafa, sanki evde yalnız kendileri yaşıyor. Beni de düşünsenize. Boyumu, kollarımın ve bacaklarımın kısalığını düşünün. İnsaf yahu. Bütün evi kendilerine göre düzenlemişler, arkadaş. Hiçbir şeye boyum yetişmiyor. Ben de haliyle her şeyi tırmalıyorum.

Mesela, evde yemekler buzdolabında duruyor. Ben aç mıyım, tok muyum düşünen yok.  Dolabın kapısını açamıyorum bir türlü. Kollarım ulaşmıyor. Tutacak yeri yukarıda, geçen gün kapısını açık yakalayıp girdim de, iki dilim tavuk budunu alana kadar malum yerim dondu. Reis;  “Yakaladım seni.” diye, arkadan yanaşıp tekmeleri ile vurmasın mı? Zaten iki gündür hastayım, senin yüzünden bacaklarımda derman kalmamış, şimdi bu dayak tuzu biberi oldu benim de iyice sinirlerim bozuldu. Gören de eve hırsız girmiş, bu da kıskıvrak yakalamış sanacak. Reis;  beni güler yüzlü kızın bu eve getireli üç sene oldu, alış artık yahu. Nedir senden çektiğim. Bende seni ısıracağım yeter artık ya. Isırsam “nankör” diyeceksin. Isırmasam kötü davranmaya devam edeceksin. Neyse bu kez de böyle olsun ama bu son, sabrım kalmadı bilesin. 
Ha ne anlatıyordum. Bu evde sadece buzdolabı değil, evdeki bütün diğer eşyalar, hep kendilerine göre ayarlanmış. Kapıların kollarına bile ulaşamıyorum. Yangın olsa bu evden nasıl çıkacağım hiç düşünen yok tabi.  Zaten iki düşmanım var bu evde. Biraz daha zorlarsanız, ortalığa işeyip, ilk denk getirdiğimde de bacaklarınızı ısıracağım bilesiniz. 

Fasulye sırığı ile görüşmek bile istemiyorum. Hep kaşları çatık, kavga edecek, enerjisini boşaltacak yer arıyor. Beni hırpalıyor, üzerimde boks denemesi yapıyor. Geçenlerde bütün misafirlerin gözü önünde,  durup dururken “Bıktım senin tüylerinden.” deyip tekmelemesin mi… Oysa ben baba, oğula sevimli görüneyim,  bir çift güzel söz söylesinler, başımı okşasınlar diye bütün gün tüylerimi yalıyorum. O bana  “Bıktım senin tüylerinden” diyor. “Ben de senin meymenetsiz suratından bıktım” diyeceğim ama söyleyemiyorum işte. Yaradan öyle yaratmış. Neyse ki fasulye sırığı, babasından biraz daha merhametli de anladı benim söylediğine bozulduğumu.

Sabahları iyice çekilmez oluyorlar. Neymiş efendim, sabah sabah, ayakaltında dolaşılır mıymış? Emredersiniz. Siz de benim bütün gün tepemdesiniz, “Oraya çıkma, buraya gel, otur dedim sana” türünden emirlerinizi yerine getiriyorum. Ben de memnun değilim bu durumdan,  ne yapacağız o zaman?

Her sabah evden çıkarken kapıyı üzerime kilitliyorlar. Hapis hayatı yaşıyorum. Ev buz gibi kaloriferleri de kapatıyorlar. Sokak kedileri gibi titriyorum kapalı yerde. Sevgili desen o da yok. Dışarı çıkamıyorum ki kendime eş edineyim. Anlayacağınız dertliyim dertli.

Ne demiş atalarımız, her şeyin ilacı sevgidir sevgi. Açlığa dayanırız da sevgisizliğe asla. Bizi sevin, tıpkı çocuğunuzu sever gibi. Buna o kadar ihtiyacımız var ki… Çaresiz Mırnav.