Bu dava sonucunda Yargıtay; başkasının kaçak kullanımından dolayı, dürüst vatandaşın bu bedeli ödememesine dair karar vermişti.
Geriye dönük 10 yıl boyunca kesilen “kaçak-kayıp bedellerinin” iade edilebileceğinin bildirilmesinin ardından birçok kişi dava açtı.
Anlaşılan BEDAŞ bu durumdan rahatsız; dürüst, zamanında ödemelerini yapan vatandaşı da kapsayacak bazı olumsuz uygulamalara geçmiş...
Faturanızı oldu da 15 gün ödeyemediniz. İnsanlık hali, olur ya, unuttunuz ya da sıkıştınız. Geçmişten hiç borcunuz yok! Sorunlu abone değilsiniz!
Sadece son dönemden 15 günlük bir gecikme var...
Hemen yetkililer geliyor.
Elektriği kesmek için sadece saati mühürlemiyor, daireye giden kabloyu söküyor ve gidiyor.
Olaydan haberiniz oluyor, gidip ödemenizi yaptıktan sonra BEDAŞ müşteri hizmetlerini arıyorsunuz.
Kayıt açılıyor ve 2 iş günü içinde yetkililer tekrar gelerek daireye giden elektriği onarıyor.
Bir de üzerine 20,89 TL açma-kapama bedeli ödüyorsunuz.
Bu arada buzdolabında erzağı olanlara kötü haber, 2 günde muhtemelen hepsi bozulur.
Okula giden çocuklar varsa mum ışığında çalışır ve nostalji yaşar.
Yargıtay kararı yüzünden halka kızmış BEDAŞ yetkilileri; dürüst vatandaşı her fatura geciktiğinde 2 günlüğüne, hem de 21’inci yüzyılda, Ortaçağ karanlığına zamanda yolculuk yaptırmaya kararlı görünüyor...
Bu arada “Neden kabloları ile birlikte söküyorsunuz?” sorusuna verilen cevap ise; “Enerji Piyasaları Düzenleme Kanunu gereği kesiyoruz” oluyor.
İronik ama kayıp-kaçak bedelinin iadesi için kızdığı kanunun arkasına sığınıyor.
Görünen o ki; özelleştirmeler ile birlikte sosyal devlet olgusu kayboluyor.
Bundan sonra patronların iki dudağından çıkacaklara göre yaşayacağız.
Kişisel egoların ilk ve direkt muhatabıyız...
———————————————
2013 yılında 151 milyar USD olan ihracatımız 2014 yılında 157 milyar USD’ye yükseldi.
%4’e yakın bir büyüme söz konusu.
Bu aslında yeterli bir büyüme sayılmaz.
Zaten sadece 2013 ile 2014 yılı arasında, ortalamada %6’lık bir kur artışı söz konusuydu.
Bu kur artışı ile birlikte ihracatçılarımız, rekabet halinde olduğu başka ülkelere göre maliyet avantajı sağlamış oldu.
Bu sebeple ihracatçılarımızın; yabancı piyasalardaki pazar paylarını döviz artışından daha fazla büyütmeleri beklenirdi.
Bu arada TL değer kaybettiğinden USD olarak hesaplanan ihracat da artmış göründü.
Basın tarafından her ne kadar dillendirilmese de; 2013 ile 2014 arasındaki bu %6’lık döviz artışı “devalüasyon”dur.
Bu devalüasyon; ihracatçılarımıza geçici fayda sağlar.
Fakat diğer taraftan ülke varlıklarının değerini aynı oranda azaltır.
Türkiye’nin değerleri olan; marka, şirket, işçilik, arsa, tarla, bağ, bahçe, daire, ev ne varsa her şey değerinden kaybeder.
Bu sebepledir ki Türkiye’de 2001 ekonomik kriziyle oluşan siyasi krizin meydana gelmesindeki en büyük pay yaşanmış devalüasyon’du.
2001 yılındaki bu devalüasyon, basın tarafından rahatlıkla ifade edilip eleştirilebiliyordu.
Bu sayede halk bilinçlendi ve yanlış politikaları sonucu devalüasyon oluşmasına ve Türkiye’nin durduk yerde değer kaybetmesine sebep olmuş hükümet haklı olarak devrildi.
İhracata gelince; devalüasyondan arındırılmış ihracatımızda bir önceki yıla göre azalma yaşandığını görüyoruz.
İhracatçılar Birliği bu azalışa batı pazarlarındaki krizin sebep olduğunu ifade ediyorlar.
Fakat rakamlar ihracatımızın %45’ini Avrupa ülkelerine yaptığımızı gösteriyor. Geçen yıla göre %10’a yakın bir artış var.
2014 yılında Ukrayna’daki iç savaş, Rusya’daki kriz, Kırım olayları, Ortadoğu’daki bitmeyen savaşlar ve İŞID bu pazarları güvenli olmaktan çıkarmıştı.
Bu sebeple tahsilatı daha garanti, güvenilir ama çok daha az kârlı Avrupa ülkelerine yönelmişiz.
2013’ten bugüne dövizdeki devalüasyon %30’ları geçti.
İhracatçılarımızın eli artık çok daha güçlü, ama uzun dönemde bu %30’luk devalüasyon ülkenin maliyetlerine yansıyacağından ülke olarak daha güçsüz olacağız.
Bugün bile ihracatımızdan daha fazla ithalatımız mevcut.
Avrupa Birliği’ne girebilmek adına birçok üretim alanından çekildik ya da bu alanların sayısını azalttık.
Bu sayede de varlıklarımızı yavaş yavaş sömürebiliyorlar.
Her yaptırım ve düzenleme kendi menfaatlerine.
Piyasalarımızla istedikleri gibi oynayabiliyorlar.
Böylece küresel alanda sürekli değer kaybediyoruz.
Gelişmiş ülkeler bizi ve diğer gelişememiş ülkeleri tüketiyor.
Avrupa ve ABD nasıl bu kadar acımasız oldu? Başka ülke insanlarını, kendi insanları için nasıl harcayabiliyorlar?.. Bu soruların cevabı için sizi biraz geçmişe götüreceğim.
1790 yılında Avrupa’da Fransa’da bir akım başladı.
Din adamlarından meclise, senatoya bağlılık yemini etmeleri istendi. Yemin etmeyenler ise hapse atılacaktı.
Bu sayede din, siyasi amaçlara hizmet edebilecekti.
Din adamlarının çoğu bunu kabul edip bağlılık yemini ettiler.
Fakat dinin alet edilmesini içlerine sindiremeyen din adamları da çıktı. Bunlar hapse girmemek için kaçmak zorunda kaldılar.
Özellikle Nazilerin Avrupa’yı karıştırdığı dönemde bu kaçan din adamlarının varisleri binlerce insanı kurtarmıştı.
Ama o gün bugündür Avrupa’da ve ABD’de siyasiler dini istedikleri gibi kullanabildi.
Zaman içinde postmodern toplumların maneviyatlarının kaybolmasına, sadece siyasi emeller ve para için yaşanmasına vesile oldu.
Gelişmiş ekonomilerin, dinin ikinci planda olduğu düzenin, paranın ilk hedef olduğu bir topluluğun, başka ülkelerdeki insanların can ve mal kayıplarına duyarlı olmasını nasıl beklersiniz!!!