Yaşamım boyunca, Atatürk İlke ve İnkılaplarına, Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği laik, demokratik Cumhuriyete, ülkem, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, her daim bağlı kaldım, bu prensipleri korumak, kollamak için mücadele verdim. Ayrıca insan hak ve hürriyetlerine, adaletin bağımsız ve Tarafsız olmasına, fikir, düşünce, inanç hürriyetlerine, fikir ve düşüncelerin özgürce yazılıp, ifade edilmesine bağlı kaldım. İnsanların inandıkları dinin icaplarını, gericiliğe, yobazlığa tevessül etmeden, serbestçe, istedikleri gibi yerine getirmelerini savundum. Türkiye’nin, cemaatler, tarikatlar, şeyhler, insanları istismar eden hocalar, hacılar, mollalar ülkesi olmasına asla rıza göstermedim. Türkiye’yi yöneten iktidarların, hür, serbest, şeffaf seçimlerle sandık yolu ile, milletin oyları ile belirlenmesini, değişmesini şiar edindim. 

Vatanımız Türkiye, Büyük Atatürk’ün gösterdiği yolda, dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasına girebilsin diye çağdaş, medeni, ileri bir refah ülkesi olsun bölgelerarası dengesizlikler, gelişmişlik düzeyleri ortadan kalksın, vatandaşlarımın yüzleri, yarınlarından emin olarak gülsün diye, devlette (DPT), TBMM’de, deruhte ettiğim milletvekilliği görevlerimde samimi çaba harcadım. Çocukluk, gençlik yıllarımda, lisede, Mülkiye Mektebinde, özel sektör yıllarımda, yukarıdaki amaç ve ilkelerden asla taviz vermedim. Atatürk’e, Milli Mücadele arkadaşlarına, Cumhuriyeti kuranlara saygı göstermeyenlerle, hiç işim olmadı, onları sevmedim... Cennet mekan Atatürkçü ilkokul öğretmeni Neriman Hocanım ile Atatürkçü Orman Mühendisi, Yazar, Cevat Ziya Maruflu’nun evlatları olmakta, ben ve kardeşim Sancar Maruflu, her zaman, hayatlarımız boyunca şeref duyduk... 

Mülkiye’ye 5000 kişi arasından, çok zor bir sınavı kazanarak, 150 arkadaşımla birlikte girmek mazhariyetine eriştik. Her birimiz Türkiye’nin, doğusundan, batısından, kuzeyinden, güneyinden, vatanın her köşesinden, genelde devlet liselerinden (Örneğin, Ben İzmir Karşıyaka Lisesi Mezunuyum.) mezun olan Mülkiyelilerdik. Aynı yurtta, yatakhanelerde kaldık, nerede ise günün 24 saati beraberdik, birlikte yedik, içtik, ders çalıştık, eğlendik, gezdik, tozduk, iç-dış gezilere çıktık, aşklar yaşadık, sanat, kültür, spor faaliyetlerine katıldık... Ülkenin sorunlarına fevkalade hassastık. Atatürk ve Laik Cumhuriyet, özgürlükler, ülke meseleleri söz konusu olduğunda hep beraber bu hareketlerin simgesi olan, Atatürk portresini alarak sokaklara çıkardık, nümayiş yapardık. Bakın, aklımızdan bir kere bile sen kimsin, kökenin nedir, nereden geldin, hangi ırktansın diye ayrıştırıcı düşünce geçmezdi, geçmedi... Güneydoğudan gelen arkadaşlarımıza, asla ötekiler diye bakmadık.. Bazı arkadaşlarımıza, şaka olsun, espri olsun diye Kürt İsmet, Kurt Mustafa diye lakaplar takar, gülerdik... 

Bizler, İzmirlisi, İstanbullusu, Urfalısı, Karslısı, Diyarbakırlısı, Edirnelisi, Hakkarilisi velhasıl hepimiz, Atalarımızın yadigarı olan Türkiye topraklarında yaşayan, yetişen Mülkiyelilerdik.. Aynı yemekleri sevdik, kuru fasulye, pilav, hoşaf hepimizin milli yemekleriydi, aynı takımları tuttuk, Ankara’da, Türk Milli Takımının maçlarına elimize Türk Bayrağını alıp, gittik, tezahürat yaptık.. Okuldan mezun olduk, bazılarımız kaymakam, vali, bazılarımız maliyeci, bazılarımız hariciyeci, büyükelçi, bazılarımızda benim gibi plancı olduk. Tek idealimiz vatanımıza büyük hizmetler vermek olduk... 

Benim ilk, orta, lise çağlarım İstanbul’da, özellikle İzmir’de geçti. Komşularımız, mahalle arkadaşlarımız arasında Musevi, Levanten, Rum, Süryani kökenli olanlar vardı, hepimiz bu vatanın sahipleri, Türk vatandaşlarıydık. Eşit haklara sahiptik. Sonra ne oldu... Aramıza, insafsızca nifak tohumları atıldı, bilhassa Güneydoğulu vatandaşlarımız arasına, “Siz Türk değilsiniz, Kürt’sünüz. Türkiye’den koparılacak topraklar üzerinde, ayrı devlet kuracağız, bunun için mücadele edeceğiz” tarzında, alçakça, insafsızca propagandalar sokuldu... 1984’te Eruh’ta başlatılan PKK katliamları, saldırılar, yukarıda ifade ettiğim güzel duyguları sarstı, yıprattı. Benim İstanbul milletvekili olarak, görev yaptığım Mecliste, HADEP’li milletvekili arkadaşlarımız vardı. Meclis kürsüsünden, kendi yandaşlarına mesaj vermek için, kırıcı, bölücü konuşmalar yaparlardı. Yaşamları boyunca, vatandaşlarımız arasında asla ayrım yapmayan, bu vatan hepimize yeter deyip, herkesi vatanın sahibi gören, benim gibi düşünenler çok yaralandık çok üzüldük... Buna rağmen, kürsüde konuşan HADEP milletvekillerinin üzerine yürüyen, onları susturmak isteyen vatanperver milletvekillerine itidal, sabır, anlayış telkin etmeye çalışırdım. 

Voltaire şöyle demiş; “Muhaliflerin, muarızların konuşmaları beni deli ediyor, zırvadan çıkarıyor, ancak fertlerin fikirlerini korkmadan ifade etmesi, serbestçe konuşabilmeleri için hayatımı veririm...”

Amerikan iç savaşında, kuzey, güney birbirlerine girdi, yüzbinlerce insan öldü. Şimdi Amerikalılar, bu savaşlardan dolayı utanıyorlar, pişmanlık duyuyorlar. Bugün Amerika’nın her köşesinde, dünyada erişilemeyen refah standartlarına, insani yaşam değerlerine sahip olarak, özgürlük, mesut yaşıyorlar. İnanıyorum ki, bizim ülkemizde de bu saçma, neticesiz, onbinlerce insanın kaybına, maddi zarara maruz bırakan savaş sona erecek, aileler, ocaklar sönmeyecek, çocuklar yetim kalmayacak, bunu yapanlar, tahrik edenler pişman olacaklar, herkese yeten bu vatan toprakları üzerinde ayrışmasız, eşit vatandalar olarak yaşayabileceğiz... 

Şurası asla unutulmamalıdır ki, şehit kanları ile sulanmış bu Aziz Vatan, Türkiye, bölünmez bir bütündür. Parçalanamaz... Şanlı ordumuz, güvenlik güçlerimiz, korucularımız ülkemize yönelebilecek bütün tehdit ve saldırıları defedecek güce sahiptir. Eminim ki, her bölgede, özellikle Güneydoğu’da yaşayan devletine, milletini, vatanına bağlı, kökeni ne olursa olsun, tüm halkımız, yüksek vatan aşkı ile Türkiye’nin parçalanmasına hiç bir zaman cevaz vermeyecektir. Türkiye birdir, bütündür, ayrışamaz...