Okullar açıldı, havalar serinledi ve nihayet herkes yuvasına döndü. Ben de biraz gecikmeli de olsa sizlerle buluşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Pazartesi tüm okulların açıldığı gün inanılmaz bir hızda Boğazköprüsünü geçtim. Sanırım pek çoğumuz için de böyle oldu. Bu nasıl sağlandı hala düşünüyorum, çünkü kayde değer bir sonuç çıkarılabilirse hergünkü çilemize bir çözüm olabilir. Kimileri; insanlar işlerini erteledi, acil işi olmayanlar nasıl olsa ertesi gün de gidebilirim diyerek yola çıkmadı yorumunu yapıyor kimileri ise Ramazan dolayısıyla zaten giriş çıkış saatleri farklılaşmıştı diyor...Acaba gerçek neden ne? Bana kalırsa iptal edilen veya ertelenen yolculuklar var, ayrıca pek çok veli okulun ilk günü olması münasebetiyle çocuğunu kendisi götürmek istedi. Yani işyerinden izin aldı ve daha geç bir saatte köprüyü geçti. Bir de tedbirli davranmak isteyenler köprü yerine deniz yolunu seçmiş olabilirler ki bu sayede köprü üzerinde önemli bir araç birikimi yoktu. Bu konu daha üzerinde düşünmeye değer bir konu. Bu arada metrobüs ile ilgili ilginç bir gelişmeyi sanırım duymuşsunuzdur. Metrobüsün tüm istasyon, sinyalizasyon, dönüş manevra alanı vb. özelliklerinin tamamlanarak faaliyete geçmesi 2008 ortalarına kaldı. Oysa geçen hafta basında metrobüs ilk seferini yapacak diye duyurulmuş ve ücretsiz deneme seferlerinden bahsedilmişti. Peki, seferler dönüşü bile olmadan tek yönlü yapılacaktı neden bunca duyuru yapıldı? Ancak bu bir anlamda tercihli yol bazı belediye otobüslerine yaramış görünüyor, bir şerit alınarak açılan bu yol nedeniyle daha da sıkışan trafiğe rağmen acayip bir boşlukta frene basmadan gitmek keyifli olsa gerek, zaten şoförler de bunu dile getirmediler. Bu arada tatilimin vazgeçilmez beldesi Antalya’dan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Antalya giderek betonlaşıyor ve bu anlamda beni çok üzüyor ama belediyenin bazı çalışmaları da taktire şayan. Halkın kullanımına açılan parkların çoğunu beğendim ve ihtiyaca cevap verdiğini düşündüm. Hele bir de engelli parkı gördüm kü özellikle çocuk oyun elemanları da engelli çocuklara uygun tasarlanmıştı. Yani sadece adı konularak içi boş bırakılmamış. Trafik Antalya’da epeyce rahatlamış, yaya dolaşım özellikle de kent merkezinde daha arttırılmış. Hadrian kapısı ve arkasındaki sokaklara mest oldum, buralar elden geçmiş, hatta hala restorasyon çalışmaları devam ediyor. Yalnız burada çok üzüldüğüm ve kınadığım başka bir olayla karşılaştım, yazmadan geçemeyeceğim. Suna-Inan Kıraç çifti bu sokakta çok hoş bir müze açmış. Bu yıl ilk kez bu sokağı keşfettiğim için ve gezerken bu müzeyi de gördüğüm için kendimi şanslı hissettim. Doğal olarak turist gibi giyinmiş olarak müzeyi gezdim ve hemen karşısındaki Akdeniz Araştırmalar Enstitüsünü fark ettim. Kitaba ilgim herkesin malumu, ben de hemen Enstitüye girmek istedim. Müzenin sorumluları “oraya herkes giremez, sadece araştırmacılar için” dedi ve bir anda 40 derece sıcağın altında sinir katsayımı arttırdı. “Ben de araştırma yapmak istiyorum, kütüphaneye girmek istiyorum” dedim ama görevliler cahil mi desem, kaba mı desem bilmiyorum hala beni engellemek niyetinde. Bu arada kendimi tanıtmam da yetmedi (kendimi tanıtmak derken öğretim üyesi olduğumu ifade ettim), sonuçta kime araştırmacı dediklerini anlayamamış olarak, ben nerede olmam gerektiğine kendim karar vererek kapıdan içeri girdim. Neyse ki kütüphaneci bayan makul bir kişiydi, benimle ilgilendi ve o ara çalışmakta olduğum Üsküdar üzerine kitaplar sundu. Kütüphanede çok değerli eserler var eğer içeri girmeyi başarabilirseniz (araştırmacı olmanız ŞART!!!) birkaç saatinizi geçirmenizi tavsiye ederim. Bir de kafesi var ama ben gittiğimde çalışmıyordu. Müzecilerin araştırmacı olarak tanımladığı kişinin fiziksel özellikleri hala merak ettiğimi belirteyim ve bu muameleden hiç hoşlanmadığımı da. Acaba Nasrettin Hoca’nın ye kürküm ye hikayesinde olduğu gibi gösterişli, çantalı, gözlüklü falan mı gitmek gerekiyordu? Buna karşılık İstanbul Soğuk Çeşme Sokağındaki İstanbul Kitaplığının sıcaklığını, yardımcı oluşundaki nezaketini de belirmek gerekirki aradaki fark anlaşılsın. Değerli Neslihan Yalav hanımın araştırmacılara verdiği destek, konuşmasındaki zerafet ve dostluk sayesinde çok keyifli kitap okuyor, aradığınızı buluyor, kendimizi orada bulunmaktan dolayı huzur içinde hissediyorsunuz. Çelik Gülersoy’un katkılarıyla oluşan bu güzel mekan, kapısını çalan herkesi buyur ediyor, Akdeniz Araştırmaları Enstitüsünün tersine, sıcak ve samimi karşılıyor. Kütüphaneyi, araştırmayı, okumayı teşvik biraz da çalışanların elinde, seneye Antalya’ya gittiğimde çok elzem olmazsa buraya uğrarmıyım bilmem, öyle ya her defasında ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmek hoş değil!....