Amerikalıların minimum efor sarfederek zengin olma hayalinin sonucu, mali sisteminin istikrarını ve güvenini kaybettiği, radikal önlemlerin alınmasının gerektiği ve tüm dünyanın çaresiz ekonomik buhranı beklediği şu günlerde, ilk olarak İngiltere’de uygulanan altın standartı sistemi ülkemizde de uygulanmalı mıdır, sorusunu akıllara getiriyor.
Altın standardı sistemi, yeterli altın rezervi olan ülkeler için tam da uygulanması gereken bir sistem niteliğindedir. Öte yandan sistemde, yeterli altın rezervi olmaması halinde tüm vadelerde sermaye akışının sürdürülememesi sebebiyle sistemin kendini imha edeceği kesindir.
Geçmişte, kamuoyu tarafından kabul görmesi ve gayet tabii güvenilmesi sebebiyle kısa sürede Altın standartı sistemi benimsense de, altın rezervlerinin sınırlı ve altın üretiminin yetersiz olması, küreselleşen dünyamıza yetmemiş ve hükümetleri para piyasalarına yöneltmiştir. Küreselleşen ülkeler birbirlerine bu kadar bağımlı olmuş iken hükümet politikalarının bu sistemi kabul etmesi mümkün değil.
Çin, tam olarak bu standartı uygulamasa da son iki senedir dolar ile olan ilişkilerini kademeli olarak altın’a doğru yöneltmektedir. Bugünkü koşullarda dünyanın tartışmasız iki lideri olan Çin ve Almanya, finans kapitalizmini kısmen uygulayıp, gerçek kapitalizmi üretim yaparak yaşayan iki önemli marka haline gelmiştir.  Söz konusu iki ülke de piyasalara şok etkisi yapmayacak yavaşlıkta, altına yöneldiklerine göre Finans kapitalizminin yarattığı tehlikenin boyutları çok büyük olduğunu söyleyebiliriz.
Bu durumda Türkiye’nin tamamen altın standartı sistemine geçmesi mümkün olmamakla birlikte para piyasalarını kademeli olarak altına yöneltmesinin gerekliliği de tartışılamaz. Döviz kuruna dayalı istikrar programlarının sürdürülebilmesindeki en önemli faktör, kamuoyunun hükümete olan güvenidir. Fakat küresel ekonominin her alanda etkisini hissettiğimiz bu dönemde, sadece Türkiye hükümetinin güven vermesi malesef yeterli olmayacaktır.
2011 yılının sonunda çoğu kişinin de ifade ettiği gibi “2012, zor bir yıl olmakla beraber, aynı zamanda kriz beklentisinin yüksek olduğu bir yıl” iken, bugünlerde piyasalar daha rahat hareket etmekte, faiz oranlarının düşmesiyle de kamuoyunda krizin atlatıldığına dair bir düşünce yerleşmektedir.  Fakat 1929’daki ekonomik buhrandan hemen önce de böyle bir yalancı baharın geldiğini ve hemen ardından tüm dünyada sonuçları çok ağır olan bir kriz yaşandığını hatırlamak gerekmektedir. Gayet tabii krizin olmaması en büyük temennimiz ama eğer sistemde yanlış kurgu yapıldıysa, ki yabancı bankalardan ve nerdeyse tüm ülkelerin mali durumlarından da görüleceği gibi sistemde hata yapılmıştır, malesef bu durumun düzeltilmesi için tek ilaç yine krizin kendisidir.