Tecrübeli eğitimci                        
Dr. SÂKİN ÖNER;
Eğitim sisteminde yapılmak istenen düzenlemeleri yanlış ve noksan buluyor:                  ‘Dindar olmak tek başına yeterli değildir. Gençlik hem dinini, hem de kendi kültürünü, millî değerlerini tanımalı; vatanını-milletini sevmeli, dilini ve tarihini iyi bilmelidir.’
Oğuz Çetinoğlu: Eğitim ve öğretim kavramlarını birbirinden ayıran özellikleri belirtir misiniz?
    Dr. Sâkin Öner: Eğitim; insanın zihnen, bedenen ve ruhen hayata uyumunu sağlayan bilgi, yetenek ve becerilerini geliştiren faaliyetlerin bütünüdür. Eğitim faaliyetleri; tavır,  davranış, tutum, iş ve eylem olarak insan hayatına yansır. Öğretim ise, doğumdan ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Öğretim; hayatta, meslek seçiminde gerekecek her türlü bilginin kazandırılma sürecidir. Öğretim, bilginin; bir bina inşa eder gibi, hayatın her döneminde giderek temposunu arttırarak insana kazandırıldığı bir dönemdir.
Eğitim ile öğretim arasındaki farka gelince: Öğretim kişinin bilgi sâhibi olmasını, eğitim bilginin davranış hâline dönüşmesini sağlar. Öğretim bilgi, eğitim bilinç kazandırır. Şöyle bir örnek vereyim: suyun 0 derecede donup 100 derecede kaynadığı, öğrenim sonucu elde edilen bir bilgidir. Fakat kaynar suya el sürülmeyeceği veya bir yerine döküldüğü zaman onun yakacağı bir eğitim faaliyeti sonucudur. Kısacası, eğitim, bilginin davranış hâline dönüşmesidir.
Eğitim, çok değişik zaman ve mekânlarda, çeşitli yöntemlerle kazanılır. Eğitim, aileden,  okuldan ve çevreden kazanıldığı gibi, insanın şahsî gayretleri ile de kazanılır. Kişinin düşünme yetisini, beceri ve yeteneklerini geliştirici çabaları veya deneme yanılma yoluyla elde ettiği bilgilerin ve kazandığı davranışların tamamı eğitim faaliyeti içine girer. Öğretim eksikliği zaman içerisinde kapatılabilir. Fakat eğitim eksikliği kapatılamaz. Bizim meşhur bir atasözümüz vardır: “Ağaç yaş iken eğilir.” Bu söz, eğitim ve öğretimin ne zaman kazandırılacağını belirten bir sözdür. Çünkü insanın küçük yaşlarda öğretilenleri daha çabuk öğrenme kapasitesi vardır. Öğrenme kapasitesi, yaş ilerledikçe düşer. Onun için, küçük yaşta kazandırılması gereken bilgi, beceri ve davranışları zamanında kazandıramazsanız, daha sonra kazandırmanız çok zordur.
Çetinoğlu: Kesintili ve kesintisiz temel eğitim sistemi arasındaki farkları belirtir misiniz? Şu anda Mecliste tartışılmakta olan eğitim sistemi hakkındaki düşüncelerinizi açıklar mısınız?
Öner:  Eğitim ve öğretimin, metotları ve teknikleri yönünden bir farklılık oluşmadan, bir sistem bütünlüğü içinde, birbirini tâkip eden süreçler halinde aynı mekânda sürdürülmesine, kesintisiz eğitim diyoruz.
Mesela: Sekiz yıllık mecburî kesintisiz eğitim dediğimiz zaman, öğrencilerin birinci sınıftan sekizinci sınıf sonuna kadar, temel eğitim bilgilerini aynı mekânda alarak, sekizinci sınıf sonunda bir diploma ile mezun olmasını anlıyoruz.  Bunun değişik sürelerle birbirinden ayrılarak, ayrı mekânlarda iki bölüm halinde gerçekleştirilmesine ise kesintili eğitim diyoruz.  
Kesintisiz eğitimle, kesintili eğitim arasında bazı farklar vardır. Kesintisiz eğitimde bir sistem bütünlüğü vardır. Öğretilecek bilgiler ve kazandırılacak tutum ve davranışlar, kesintisiz eğitim süresi içine sistemli bir şekilde yayılır. Kesintili eğitimde ise, her öğretim kademesinde amaç, farklı olduğu için, öğretilecek bilgi, beceri ve davranışlar da farklıdır.  
Şu anda Meclis’te tartışılmakta olan eğitim sistemi hakkındaki kanun tasarısı hakkındaki düşüncelerimi şöyle açıklayabilirim: Önerilen sisteme göre, mecburî eğitim, mecburî, fakat 4+4+4 biçiminde kesintili 12 yıl olacak. Birinci dört yıl ilkokul, ikinci dört yıl ortaokul, üçüncü dört yıl lise olacak. Bana göre, birinci ve ikinci kademenin tamamı temel eğitim veya ilköğretim biçiminde isimlendirilmeli, birinci dört yıl 1. kademe, ikinci dört yıl 2. kademe olarak adlandırılmalıdır. Buna kesintisiz, kademeli Temel Eğitim veya İlköğretim diyebiliriz. Bu süreç sekiz yıl sürelidir. 1. kademe’den 2. kademe’ye geçişte Geçiş Belgesi veya Transkripsiyon dediğimiz öğrencinin akademik başarısını gösteren bir belge verilebilir.
İlköğretimin birinci kademesinde;   “iyi insan, iyi vatandaş” bilincini ve davranışlarını kazandıracak temel bilgiler öğretilmeli, ikinci kademesinde ise, iyi bir rehberlik çalışması ile öğrencinin ilgi, yetenek ve becerileri doğrultusunda ortaöğretime yönlendirilmelidir. Bunu yapabilmek için de, ikinci kademe seçmeli derslerle çok programlı hâle getirilmelidir. Bu kademe esnek ve geçişken olmalıdır. Öğrenci bir yöne mahkûm edilmemeli, zaman içinde tercihleri değiştikçe yeni alanına geçiş imkânı sağlanmalıdır.
Lisede ise öğrenci, “akademik öğretim, meslekî öğretim ve meslekî eğitim” olmak üzere üç alanda eğitime alınmalıdır. Meslekî eğitime, sayısal ve kültür derslerinde başarılı olamayan, fakat beceri ve yeteneğe dayalı meslekî eğitimde başarılı olabilecek öğrenciler alınabilir. Bu öğrenciler, Meslekî Eğitim Merkezlerinde ve Açık Öğretim Lisesi’nde öğretimlerini sürdürebilirler. Bunlar, Açık Öğretim Lisesi’nde sosyal bilimler alanında genel kültür dersleri alabilirler. Meslekî eğitim alanına yönlendirilen öğrencilerin yaygın öğretim kurumlarında bu eğitimlerini sürdürmeleri, örgün eğitim yapan liselerdeki yığılmaları ve sınıf kalabalıklarını, hatta Üniversite önlerindeki yığılmaları da büyük ölçüde önleyecektir.
Bu sebeple, bana göre zorunlu ilköğretim, kesintili değil, kademeli olmalıdır. Böyle olması, bazı kesimlerin bu tasarıya tepkilerini azaltacaktır.
Çetinoğlu: Mecburî temel eğitimin kesintisiz veya kademeli / kesintili olmasının yararlarını ve zararlarını tahlil eder misiniz?
Öner: Mecburî eğitimin kesintili değil de, kademeli olmasından yanayım. ‘Kesintili’ kelimesi yanlış anlaşılabilir. Kademeli sistemde diploma vermeden, ikinci kademeye geçiş söz konusudur. Diploma, öngörülen 12 veya 13 yıllık mecburî eğitimin sonunda verilir.
Çetinoğlu: Hazırlanan tasarı kesintili mi, kademeli mi?
 Öner: Hazırlanan tasarı, her dört yılda ayrı bir okul önerdiği için kesintilidir.  
Çetinoğlu: Birinci sınıf ile sekizinci sınıf öğrencilerinin aynı binada öğretim görmesi mahzurlu mu?
Öner: Birinci sınıf öğrencisiyle sekizinci sınıf öğrencisinin aynı mekânda öğretim görmesinin, on dört yıldır devam eden uygulama sürecinde çeşitli mahzurları olduğu görüldü.
Çetinoğlu: Ne gibi mahzurlar?
Öner: Farklı yaş gruplarındaki öğrencilerin sekiz yıl aynı mekânda öğrenim görmesinin, hem psikolojik, hem pedagojik yönden, hem de disiplin yönünden uygun olmadığını gözlemledik. Her şeyden önce on iki-on beş yaş çocuğu, ergenlik çağına gelmiş demektir. Ergenlik çağındaki çocuk ile altı-on bir yaş arasındaki çocukların aynı çatı altında öğrenim görmesi, özellikle küçük çocuklar aleyhine çeşitli olumsuzlukların oluşmasına yol açmaktadır.
Şöyle ki; öncelikle büyük öğrencilerin küçük öğrenciler üzerindeki çeşitli baskıları söz konusudur. Bunlar manevî baskıdır, fiilî baskıdır, her türlü tâcizdir. Cinsî tâciz de vardır bunun içerisinde, fizikî tâciz de. Dolayısıyla bu çocukların aynı bina içerisinde bulunması, çocukların hayatlarını sağlıklı sürdürmeleri yönünden uygun değildir. Küçük öğrenciler merdivenden inerken itilir, kakılır, kantinden alışveriş yapmak isterse zorlanır. Tuvalete giderlerse, sıraya girmekte ihtiyaçlarını gidermekte sıkıntı çekerler. Zaten teneffüsler beş-on dakikadır. Küçükler, bu sürelerde büyüklerin baskısından birçok ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Yanlış hareketler sonucu olumsuz ilişkiler kurulabilir. Küçük çocukların büyük çocuklar tarafından paralarının gasp edildiği de sık rastlanan olaylardandır. Hatta birkaç yıl önce İstanbul’daki bir ilköğretim okulunda bir sekizinci sınıf öğrencisi getirdiği kurusıkı tabanca ile beşinci sınıf öğrencisi bir arkadaşını yaraladı. Ayrıca ergenlik çağındaki bir öğrenci, disiplin yönünden de küçük öğrencilere kötü örnek olabilir.
Her şeyden önce bu konuda her türlü önyargıyı bir tarafa bırakarak, eğitimin kademeli olmasında mutlak yarar olduğu gerçeğini kabul edelim. İsim önemli değil, ama ilköğretimin mutlaka kademeli olması ve her kademenin ayrı binalarda öğretim yapmaları gerekir. Ben iki yıl önce Bakanlığımıza sunduğum “Türk Milli Eğitim Sisteminin Yeniden Yapılandırılması” başlıklı raporda, ilköğretimin kademelendirilmesini, okulöncesi ve lise öğretiminin de mecburî eğitim kapsamına alınarak, mecburî eğitimin on üç yıla çıkarılmasını da teklif etmiştim. Zaten 18. Millî Eğitim Şurasında da, ilköğretimin kademelendirilmesi ve mecburî eğitimin on üç yıla çıkarılması konusunda prensip  kararına varıldı. Avrupa Birliği ülkelerinin tamamına yakınında dördüncü ve beşinci sınıflardan sonra ikinci kademeye geçiliyor. İkinci kademede mutlaka başka bina gerekir.
Çetinoğlu: Toplum yapımıza göre (anaokulu dışında) klasik anlamdaki okul öğretimine, açık öğretime, aile çevresinde eğitime başlangıç yaşı ile meslek seçimine en uygun yaş hangisidir? 
Öner: Alt komisyonda altmışıncı ayın sonunda öğretimin başlayabileceği teklif edildi. Bence yetmiş iki ay daha doğrudur. Daha sonra yetmiş iki ayda birleşildi. Birinci ve ikinci kademe öğretiminde kesinlikle açık öğretimin düşünülmemesi lazımdır. Ancak Lise öğretiminde, o da Meslekî Eğitim alanına yönelenler için Açık Öğretim düşünülebilir. Aile eğitiminin yararına inanmıyorum. Çünkü anne-babaları eğitim düzeyleri düşük, yüksek olsa bile pedagoji ve rehberlik eğitimi almadıkları, öğretim tekniklerini bilmedikleri için yararlı olamazlar. Meslekî eğitime ve öğretime başlama yaşı, on beş yaş ve üzeri, yani Lise dönemi olmalıdır. Yalnız İlköğretimin ikinci kademesinde seçmeli derslerle bu konuda hazırlık yaptırılabilir.
Çetinoğlu:  Dört yıllık eğitimde çocuk belki bazı bilgileri alabilir, ama karakter oluşumu tamamlanmış olur mu?
Öner: Dörder yıllık 1. ve 2. Kademede, mutlaka örgün öğretime ihtiyaç vardır. Bir öğrencinin kişiliği ve karakterinin ana çizgileri dört yılda şekillenmez, ancak sekiz yılda şekillenir, ilgi, yetenek ve becerileri bu sürede belirlenir ve geliştirilir.  Açık öğretim, teknik tâbiriyle yaygın eğitim, okula gitme şansını bulamamış, ileri yaşlardaki kişiler için düşünülebilir. İlköğretimde çocukların en az sekiz yıl süre ile okulda öğretim-eğitim görmelerinde yarar vardır.
Çetinoğlu:  Bu sekiz yıl kademeli mi olmalı?                                                                                                                                                            
Öner: Tabii ki, mecburi öğretimin ilk sekiz yılı kademeli olmalıdır. O konuda büyük bir tartışma yok aslında. Tartışma şundan dolayı vardı; başlangıçta ikinci kademedeki öğrencilerin, velileri isterse, bu öğrenimlerini açık öğretim veya aile çevresinde özel eğitimle görebilecekleri yönünde bir düşünce vardı. Bu gerçekten yanlıştı. Sağduyu galip geldi. Örgün eğitim içerisinde kalması konusunda da birleşildi.
Çetinoğlu:  Sekiz yıllık temel eğitimde İmam-Hatip Liselerinin orta kısımlarına yönlendirme nasıl olacak?
Öner: Şimdi oraya geleceğim. İmam-Hatip Liselerinin orta kısmı, bu eğitim için bir zaruretse, iki türlü karşılanabilir: Ya ikinci kademede seçmeli derslerle ya da ikinci kademede bu okulların orta kısmını bağımsız olarak açarak. Eğer bu liselerin bağımsız olarak orta kısımları açılacaksa, Anadolu Liselerinin, Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Meslek Liseleri ve Güzel Sanatlar Liselerinin de orta kısımlarının açılması gerekir.
Çetinoğlu: Okulöncesi eğitimin mecburî eğitim kapsamına alınması konusunda ne diyorsunuz?
Öner: Okulöncesi eğitimin mutlaka mecburî eğitim kapsamına alınması gerekir. Çünkü bu eğitim basamağında çocuk, hayatta yararlı bazı temel bilgileri öğrenir, bazı davranışları kazanır, paylaşmayı, birlikte yaşamayı, kısacası sosyalleşmeyi öğrenir. Ana Okulu veya sınıfında okuyan bir öğrenci, ilköğretim okuluna gidince, diğer öğrencilerden, olumlu anlamda bazı davranış farklılıkları gösterir. Batılı gelişmiş ülkelerin tamamına yakınında okulöncesi eğitim, mecburî eğitim kapsamındadır. Zaten ülkemizde okulöncesi eğitim yüzde altmış oranında yaygınlaşmış durumdadır. Kapalı köy okulları devreye sokularak ve öğrenci mevcudu az okullar birleştirilerek yeni kapasiteler oluşturulabilinir. Okulöncesi eğitimin mecburî eğitim kapsamına alınması, eğitim kalitemizi yükseltecektir.
Çetinoğlu: Meburî eğitimin sekiz yıldan on iki yıla çıkarılmasında problemler var mı?
Öner: Tabii ki, var. Öncelikle fizikî anlamda sıkıntılar var. 2005 yılında liseler üç yıldan dört yıla çıkarıldı. Fizikî kapasite 1/3 oranında arttırılması gerekirken arttırılmadı. Şu anda ilköğretim mezunlarının % 65’i liseye gidiyor. Liseler mecburî eğitim kapsamın alınırsa % 35 fizikî kapasite açığı meydana gelecektir. Eğer, bu açıklar kapatılmadan uygulamaya geçilirse, okullarda yeniden ikili üçlü öğretime geçilecek demektir. Ayrıca, öğretmen açığı da meydana gelecektir. Şu andaki 150.000 civarındaki öğretmen açığı, 250.000’e yaklaşacaktır. Okullarda zâten var olan personel açığı daha da büyüyecektir. Bütün bu hususlar göz önüne alınarak uygulamaya geçilmelidir  
Çetinoğlu: Meslek seçiminde, İmam-Hatip Ortaokuluyla Meslek Ortaokulunu da ayırmak lazım diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Öner: Ben geçmişte bu düşünceyi savundum. Bu sekiz yıllık sürece geçilmeden önce Millî Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı platformlara ve İl Millî Eğitim Müdür Yardımcısı iken Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu olarak çeşitli televizyon programlarına katıldım. Oralarda şu görüşü savundum:  1949 yılında Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu’nun Millî Eğitim Bakanlığı sırasında yapılan 4. Maarif Şurası’nda ‘Ortaokulların durumu’ ele alındı.   Ortaokulların çok amaçlı olması gerektiğine karar verildi. Bunlara “Muhtelif Gayeli Ortaokullar” denmesi uygun görüldü. 1950-1951 Öğretim yılı başında deneme mahiyetinde Balıkesir, Nevşehir ve Muş’ta birer tane Muhtelif Gayeli Ortaokul açıldı. Hatta Ankara Deneme Lisesi de bu maksatla kurulmuştur. Bu okullar, 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar mevcudiyetlerini sürdürdüler, fakat bu okulların akademik başarısı test edilmeden ihtilal süreci içerisinde maalesef kapatılıp normal ortaokullara dönüştürüldüler. Bugün bu modelden yararlanılarak, ikinci dört yıl çok amaçlı ve çok programlı hâle getirilebilir.
Özellikle küçük yerleşim birimlerinde ayrı ayrı liseler kurmak yerine çok programlı liseler kurmak da ekonomik yönden büyük avantaj sağlar. Küçük yerleşim birimlerinde Ortaokulların da ayrı ayrı okullar şeklinde değil, aynı binada farklı programlar uygulayan okullar biçiminde yapılandırılması lazımdır. Ben, 1997-1998’de de bu görüşü savundum. Dedim ki: ‘İmam- Hatip Ortaokullarıyla genel ortaokullar arasında sekiz saatlik ders farkı var. İmam - Hatip Ortaokulları, diğer Ortaokullardan farklı olarak haftada 4 saat Kuran-ı Kerim ve 4 saat Arapça dersi okuyorlar. Gelin, bu sekiz saatlik dersi seçmeli olarak normal Ortaokulların programına ekleyelim. Başka alanlara yönelecek öğrenciler için de farklı seçmeli dersler koyalım, onlar da bu dersleri seçsinler. Çünkü veli çocuğunu İmam-Hatip Lisesi’ne verirken, imam-hatip olsun diye vermiyor, dinini daha iyi öğrensin ve gereklerini yerine getirsin diye veriyor. O zaman vatandaşın bu ihtiyacının diğer ortaokullarda karşılanması gerekir.’ Dedim. Bazı platformlarda bu görüşlerimi savunduğumda, bazı ön yargılı, dar düşünceli mutaassıp ilericiler, bu düşüncenin bütün ortaokulları İmam-Hatip Ortaokuluna dönüştüreceğini savunarak şiddetle karşı çıktılar. Aradan on dört yıl geçti, bugün de aynı görüşteyim. Bu görüş, hayata geçerse, aynı çatı altında bütün öğrencilerin haftada sekiz saatlik farklı derslerle ortaöğretime hazırlanmaları sağlanmış olur. Hatta meslek eğitimine gitmek isteyen bir öğrenci, bu sürede Meslekî Eğitim Merkezlerine veya sanayi kuruluşlarına giderek orada uygulamalı olarak eğitim görebilmeli. Anadolu Lisesine gitmek isteyen öğrenciler, bu sürede takviyeli yabancı dil dersi alabilirler. Kısacası, bu sistemle öğrencilerin tercihlerine göre hazırlanmaları mümkün olur. Böylece toplumun bazı kesimlerindeki, ‘iki tip okulda birbirine yabancı iki tip insan yetiştiriyoruz’ düşüncesi ve tedirginliği de sona ermiş ve sosyal barış sağlanmış olur.  
Çetinoğlu: Meslekî eğitime geçiş ne zaman olmalı?
Öner: Meslekî eğitime geçiş bence ikinci kademede başlayabilir. Üçüncü kademe ise artık bunun gerçekleşme süreci olur. Özellikle şunu söyleyeyim: Üçüncü kademede mutlaka “meslekî eğitim” ve “meslekî öğretim”i ayrı ayrı ele almak lazımdır. Bizim bazı öğrencilerimiz var. Başka bir seçenek olmadığı için ya meslek lisesine veya normal liseye gidiyorlar. Ama bu öğrenciler, sayısal derslerde ve fen derslerinde başarısızlar.  Fakat bu öğrenciler, iyi birer meslek adamı olabilirler. Bunları genel kültür dersleri ile destekleyerek Meslekî Eğitim Merkezlerinde meslekî eğitime tâbi tutabiliriz. Bu merkezleri câzip hale getirmek için, kırk yıl önce olduğu gibi, Sanat Okulu veya Meslek Okulu hâline getirebiliriz. Bu merkezleri çoğaltalım, geliştirelim. Orada çocuklar, hem lise öğrenimini görsünler, hem de bir meslek öğrensinler. Bazı meslek vardır, bir öğretim yılında öğrenilir, bazısı iki veya üç yılda öğrenilir. Orada öğrenciye seçenek tanıyalım. O mesleği bir iki yılda öğrensin, ama o çocuğa zorla fizik, kimya okutmayalım. Bu arada, mecburî eğitimin eksik kalan kısmını Açık Öğretim Lisesi’nde tamamlasın. Ama bu lise öğretimi, onun kapasitesine ve ihtiyacına göre programlansın. Bir öğrenci mühendis olacaksa, meslek öğretimine devam etsin. Türkiye’de bu ayırım yapılmıyor. Yapılmadığı müddetçe de bu problem çözülmez.  Bence üçüncü kademede de esnek olunmalı, yatay ve dikey geçişlere izin verilmelidir. Mesela, Anadolu Lisesi’nde okuyan bir öğrenci, fark derslerini vererek İmam- Hatip Lisesi’ne, İmam-Hatip Lisesi’ni tercih eden bir öğrenci genel Liseye geçebilsin. Çünkü insanların tercihleri, eğilimleri zaman içinde değişebiliyor.