Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin (KKTC), 37. yıldönümü münasebetiyle Zati Devletleri beraberinde Sn. Devlet Bahçeli ile Kıbrıs’ta “Kıbrıs Fatihi Erdoğan” diye pankartlar gösteriliyor. İnsaf 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a müdahale kararını veren Başbakan Ecevit’tir. Yardımcısı da Erbakan’dır. Ecevit’in, Başbakanlık önünde yanına Genel Kurmay Başkanı Org. Semih Sancar’ı alarak söylediği tarihi sözler unutulmamıştır; “Biz Kıbrıs’a barış için gidiyoruz, sadece Türklere değil, Rumlara da barış için gidiyoruz, umarım ordularımıza ateş açılmaz.” Kıbrıs’a harekat kararını veren Ecevit’tir. Ecevit asıl Kıbrıs Fatihi olarak gönüllerde yaşamaktadır. O tarihlerde Erdoğan kim bilir nerelerdedir. Cumhurbaşkanı konuşmasında, Ecevit ve Erbakan’a hiç yer vermiyor. Gene, Sn. Demirel’e ait bir cümleden söz ediyor; “Dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamazsınız.” Ama Demirel’den bahsetmiyor. 46 yıl kapalı olan, Rumlar’ın “Türkler Maraş’ı hayat şehre çevirdiler, mahvettiler” biçiminde menfi propagandalarına konu edilen “Maraş’ı açacağız” diyor. Peki sormazlar mı, 19 yıldır iktidardasın neden bunca yıl açmadın!? (Maraş konusunda, 1984 yılında hazırladığım, projeden “Kıbrık ve Maraş” isimli yazımda bahsetmiştim.)  

ABD Dışişleri Bakanı Pompeo bir Avrupa gezisine çıkıyor. Fransa, Yunanistan, İsrail, BAE’yi ve Türkiye’yi ziyaret edecek, gittiği her ülkede üst düzey devlet yetkilileri ile görüşüyor. Türkiye’de ise sadece Ekümenik Patrik, dini liderlerle görüşüyor. Türkiye ile ABD arasında ciddi sorunlar, gerginlikler mevcut. Bu seyahat iyi bir fırsat değil mi? Ama nedense, bizim Dışişleri Bakanı ve yetkililer muhatap alınmıyorlar. Zarif bir hanım olan İsveç Dışişleri Bakanı, Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunuyor. Bizim Bakanımız ile basının önüne kürsüye çıkıyorlar. İsveçli Bakan gözlem ve düşüncelerini ifade ediyor. Tabii ki söyleyecek. Vay efendim, bizim bakan resmen kadını azarlıyor. Yandaş basın “Bak, bizim Bakan, kadına ağzının payını verdi” diyor. İsveçli Bakan “Ben burada misafirim, umarım ki, bana söylediklerinizi Türkiye’de de açık seçik ifade edebilecek bir ortama sahipsinizdir.” diyor. Yani, Türkiye’de ifade ve fikir özgürlüğü olmadığını ima ediyor. Türkiye’den hemen ayrılıyor. 

Cumhuriyet Bayramı’nda, 10 Kasım’da, Devlet ricali, Anıtkabir’e çıkıyorlar. Eskiden devlet protokolü Atatürk’ün huzurundayken, Anıtkabir meydanında merasim elbiselerini kuşanmış, ordumuzun şerefli subayları bulunur, hep birlikte İstiklal Marşımız söylenirdi. Şimdilerde, subayların yerine halkı alıyorlar. Alınan halk, Tayyip Erdoğan’a bağırarak, tezahürat yapacaklar arasından seçiliyor, beyefendi onları selamlıyor, sonra ne yapılması gerek, Atatürk’ün huzuruna çıkıp, ziyaret edecekler, hayret, öyle olmuyor, grup bağırıp, çağırdıktan sonra Anıtkabir’i terk ediyorlar. Bu hareket fevkalade ölçüsüz ve ayıptır. 

Zati Devletleri, “faiz sebep, enflasyon neticedir” diyor, faizleri düşürmeyen, Merkez Bankası Başkanlarını, Başçıyı, Çetinkaya’yı son olarak  da bıyık bıraktığı halde Murat Uysal’ı görevden alıyor. Merkez Bankası’nın özerk olması gerektiği halde, “Bunlar söz dinlemiyorlar, biz de görevlerine son veriyoruz” diyor. Nedeni meçhul, Maliye ve Hazine Bakanı da istifa ediyor. “At izi, it izine karıştı, Allah sonumuzu hayretsin” diyor... Yerlerine Lütfü Elvan, Ağbal getiriliyorlar. Bakalım ne kadar dayanacaklar. Aslında iktisadın kendi kanunları vardır, talimatla hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Yüksek faiz nedeniyle, yatırımlar yapılmıyorsa, teşvik tedbirlerini devreye sokacaksın. Yatırımları projeleri bazında, uzun vadeli, düşük faizli finansman sağlayacaksın. Biz planlamada çalışırken, böyle yapardık. 

Bakan Elvan’ı tanıyorum, bizim, şimdi kapatılan DPT’de yetişti. Konuları bilen, bilgili, tecrübeli, iyi eğitim almış bir planlamacıdır. Uzlaşmacı, nazik bir uzmandır. Başarılar diliyorum. Beyefendi her zaman “Bizi iktisadi açıdan zor duruma düşüren, bizi kıskananlar, dış odaklardır. Bizim suçumuz yok, tüm suç Türkiye düşmanı dış güçlere aittir.” diyor. İşsiz gezen bunca kişilere, ellerinde üniversite diploması olan milyonlara iş, aş veremeyenler, acaba dış odaklar mı!? Ne alakası var... Yabancı güçler istedi diye mi, bizim yatırımcılar, yeni yatırımlar yapmıyorlar, istihdam yaratmıyorlar. Bu durum, en azından Türk Müteşebbislerine hakarettir. Yahu, bizi kıskanan filan yok, hadise kötü yönetim olayıdır. Dünya ekonomileri arasında 16ncı sıradayken, halen 21. sıraya gerileyen Türk ekonomisi, nasıl dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına girecek. (Bu konuda bir yazı yazmıştım.) 

İhracat, turizm kaygı verecek düzeyde geriliyor. İhracatımızın yüzde 60’ı AB ülkeleriyken, sen nasıl Avrupa mallarına boykot ilan edersin. Ticari, iktisadi savaş tasvip edilemez, Türkiye zararlı çıkar... Türkiye’nin, pamuk, mercimek, ay çiçeği, buğday vs. tarım ürünleri, hatta saman ithal etmesini anlayamıyorum. Demek ki, tarımsal planlamada, tarım, gıda politikalarında ciddi eksiklikler var, tarımın başında kişi dahil, tarımda yeni bir yapılanmaya hızla gereksinim vardır. Ormanlarımız, ciğerlerimiz, vatan ve millet düşmanı bölücüler tarafından yakılıyor. Bunlara asla taviz, geçit verilmemelidir. 

Cumhuriyetimizin, 100 yıldönümüne, 2023’e çok az zaman kaldı. 100 yıla, Yüce Atatürk’e layık bir tablo ile girmeliyiz. Türkiye, insan hak ve hürriyetlerine öncelik veren, laik demokratik hukuk devletinin tüm kural ve kurumları ile işlediği, ileri demokrasi rejimini gerçekleştirmelidir. Türkiye’de yargının, adaletin bağımsızlığı, tarafsızlığı ön şarttır. Yargı hiç kimseden emir alamaz. Türkiye, cemaatler, şeyhler, tarikatlar,  dinci grupların at koşturduğu bir ülke olamaz. Demokrasilerde denge, denetim sistemi, kuvvetler ayrılığı esastır. Türkiye, tek adam rejiminden kurtulmalı, TBMM’nin itibarı korunmalı, parlamentonun kayıtsız, şartsız en üst Millet Temsilcisi olduğu asla unutulmamalıdır. Türkiye’de herkes fikir ve düşüncelerini, hiç kimseden korkmadan, serbestçe yazmalı ve ifade edebilmelidir. Eğitim, kalkınmanın vazgeçilemez fonksiyonudur. “Kindar ve dindar nesiller yetiştireceğiz” anlayışı terk edilmeli, dini eğitim yerine, müsbet bilimlere dönük, teknolojiye önem ve öncelik varan eğitim sistemi devreye sokulmalıdır. Türkiye, kültür ve sanatta evrensel değerlerle yarışabilecek düzeye yükseltilmelidir... Cumhuriyetimizin 100 yılını idrak edeceğimiz süreçte, Türk Halkı ileri refah, gelişmişlik standartlarına kavuşturulmalıdır. Cumhurbaşkanı Sn. Demirel’in deyişi ile; “Sabahleyin kapımızı çalan, sütçü olmalıdır. Başka birisi değil...” 

Bu satırları yazarken, dünyayı ve Türkiye’yi krize sokan, bana göre Çin’in musallat ettiği Covid-19 salgınının getirdiği zorlukları, hükümetlerin karşı karşıya kaldıkları sorunları biliyorum. Türkiye’yi yönetenlerin işleri, fevkalade güç ve karmaşıktır. İnanıyorum ki, Türkiye insan gücü, doğal kaynakları, basiretli yönetimleri ile koronanın tahribatına rağmen, bu sıkıntıları aşabilecektir. 

Cumhuriyetin 100. yıl Türkiye’si, tüm vatandaşlarının iftihar edeceği, gurur duyacağı, tüm dünya devletlerinin saygı göstereceği, güçlü ve çağ atlayan bir Türkiye olmalıdır. Son olarak şunu da ifade edeyim, kalkınma planları, yıllık programlarla Türkiye’yi 100. yıl hedeflerine ulaştırabilecek bir “Devlet Planlama Teşkilatının” olmaması, planlamanın kapatılması, büyük bir eksikliktir.