Mayıs 2013 döneminin 2’nci haftasından sonra artış göstermeye başlayan USD 1,80 TL’den 2,05 TL’ye kadar yükseldi. Yüzde 14 oranında değer kazanan USD’deki 0,25 TL’lik bu artış, dillendirilmese de devalüasyondur. Sadece devalüasyonda ithal malları pahalanırken yurdum malı ucuzlar. Bu hafta, bu sebeple para etmeyen domateslerini hayvanlarına yediren çiftçimizi haberlerde izledik.
Peki döviz neden yükseldi?
Türkiye’nin ortalama aylık cari açığı, yani uluslararası zararı 5 milyar USD’dir. Bu cari açığımızın; ithalat ve diğer dövizli harcamalarımızın çok fazla olması, buna karşılık milli gelirimize artı yazacak ihracat ve turizm gelirlerimizin yetersiz olması sebebiyle oluştuğunu biliyoruz.
Gelirimizle, giderlerimizi karşılayamadığımız zaman ise ülke dışından kaynağa ihtiyaç duyuyoruz. Bu kaynağı bulabilmek için Merkez Bankamız faiz silahını kullanarak, koşullara uygun dönemsel olarak faizlerde artış ya da azalış yapmak durumunda kalmaktadır. Merkez Bankası faizleri artırsa bile yabancı yatırımcı ülkenin istikrarına göre riskli olup olmadığını ölçer ve ona göre yatırımını yapar.
Örneğin, ABD’li bir iş adamı Türkiye’de yatırım yaptı. Yüksek faiz oranlarından faydalanmak için parasını, yani dövizi Türkiye’ye getirdi. TL faiz oranı daha yüksek olduğundan ya da fona çevirebilmek için parasını TL’ye çevirdi ve yatırımı yaptı. Faiz oranı ne kadar yüksek olursa olsun, son üç aydaki devalüasyon kadar yani yüzde 14’lük bir getiri sağlamadığından mevcut TL’si ile Türkiye’de kendi para birimini satın alamayacaktır. Bu da diğer yatırımcıları ürküten ve ülkemizin ‘riskli bölge’ olarak  adlandırılmasına sebep olan bir durumdur.
FED’in son dönemdeki açıklamalarının iyi olması sebebiyle yani “ABD ve Avrupa krizi atlattı” ifadeleriyle döviz artışları açıklanmaya çalışılmaktadır. Ama ABD ve Avrupa işsizlik rakamlarına bakıldığında, gerçeğin böyle olmadığı çok net görülebilir. Bu ay Avrupa’da yüzde 12,1 işsizlik oranı ile 19,25 milyon işsiz olduğunu istatistiksel verilerden görebilirsiniz. Bu oran AB için “kabul edilmez” olarak belirtilen rakamın altında. “İyi gidişat” ifadelerini maalesef rakamlar desteklemiyor.
ABD ve BM’nin ise okları yine başka yöne çevirerek, piyasaların asıl konuşması gereken konuları konuşturmayarak, yani Suriye ve Mısır’a müdahale ve savaş nidalarıyla gerçekleri saklayıp, olası bir savaştan nemalanarak kendi ekonomik krizini çözme peşinde olduğu da  söylenebilir.
Bunu yine kendi ifadelerinden çıkartabiliriz. ABD kongresi Suriye’deki kimyasal silaha ilişkin taslak raporu  “belirsiz” olarak nitelendirdi. Yine Rusya kendilerine sunulan rapor için “tutarsız ve yetersiz” açıklaması yapmıştı.
Kendisinin sahip olduğu mal varlığı kadar  bir anlam ifade ettiğini düşünen Batı depresyona girmiştir. Yanına masum ülkeleri de alarak ve yine suçsuz insanlarla  savaşarak mal varlıklarını artırmak yegâne hedef gibi görünüyor. Tasarlanırken bu şekilde düşünülmese de, sömürmek kapitalizmin bir gerçeği olarak karşımızda duruyor.
İki bin yıl önce Romalı şair Tibullus, bir mısrasında korkunç kılıcı icat edeni arıyordu. Asıl korkunç olanın kılıç değil, icat edenin olduğunu dile getirmiş, belki de insanlığa çağrı yaparak “icat etmeyin” demek istemişti. Duygu insanı Tibullus, bugünkü atom bombasını veya Suriye’nin, İngiltere’den ithal ettiği potasyum ve sodyum klorürlü silahları duysa aklını yitirirdi.