2013 sonu itibarıyla, kişi başına düşen milli gelirimizin %1,9 oranında yükseleceği görülüyor.
Bu yükseliş, hepimizin gelirinin %1,9 arttığını ifade etmiyor.
Biliyoruz ki geliri 2013 yılında azalan, hatta işsiz kalması sonucu geliri yok olan birçok birey ve aileleri var.
İşsiz kalanların yanı sıra, kimileri gelirlerini koruyabilirken, küçük bir kesim ise gelirlerini çok daha fazla artırabildi.
Herkes kendine yüklediği misyon ya da aldığı risk çerçevesinde bu ekonomik pastadan daha fazla tatma imkânı bulabilir.
Kapitalist rejim, herkesi atılımcı olmaya davet ederken, küreselleşmeyle  birlikte kapital; küçük ama güçlü kesime yönelir.
Küçük yatırımcı ise büyük sermayeler ile rekabet edemeyecektir. Rekabet engeliyle karşı karşıya kalan küçük yatırımcı, faaliyetini sonlandırmak durumunda kalacağından, uzun vadede sistem tekelleşmeye yönelir.
2013 yılında sanayi üretimimizde de atılım yapamadık.
Üretim, bir ekonominin temel taşıdır.
Üretimin artmasıyla birlikte, ekonomik zenginliklerin tamamı kendiliğinden gelir. İstihdam, milli gelir, kişi başı milli gelir, ihracat oranlarımızın tamamı olumlu sonuçlanır. Yanı sıra ithalat da azalır.
İşsizlik oranı 2013 yılında %10’a yükseldi.
Geçen yıla oranla daha fazla kişi işsiz kalmış.
Sosyal politikalarımız ve iş hukukumuz, gelir dağılımındaki adil olmayan durumu fark etmiş olmalı ki, hukuka ihtiyacı olanı değil de, işçiyi korumayı ön plana çıkarmış.
İşveren ile çalışan arasındaki diyalog, yargı boyutuna taşındığında, çalışan her zaman kazanmıştır. Bu tutum ise, hak etmediğini düşünen işverenlerde adaletsizlik duygusu yaratır.
2013 yılında ülkemizin milli geliri, 2012 yılından daha iyi; %2,2’den %3,7 ye çıkması bekleniyor.
Bu yükselişin detaylarını yine bu köşede daha önce incelemiştik.
Milli gelirdeki bu artışa bağlı olarak, kişi başı gelirlerde de bir artış olmaktadır.
Özel sektörümüzün, gelirinden daha fazla harcamaları olmuş. Özel sektör, üretimlerinden daha fazla harcamak durumunda kalmış.
Yıl içerisindeki özellikle benzin ve enerji zamlarının yanı sıra dolaylı vergilerdeki artışların özel sektör maliyetlerini artırdığı görülüyor.
Uluslararası firmalarla rekabet etmekte zorlanan üretimcilerimiz, bir darbe de yurtiçindeki zamlardan ve artan vergilerden almış.
2013 yılında özel sektörümüz, 2012’ye göre, büyüme için gerekli teknoloji ve makine yatırımlarını daha az yapabilmiş.
Enflasyon oranımız ise %6,6’dan, % 7,4’e yükselmiş.
Cari açığımız sadece 2013 yılı için, 60 milyar USD nin üzerine çıktı.
İhracat rakamlarımız ise ilk 10 ayda %1,2 gerilemiş.
İthalat rakamlarımız ilk 10 ayda %5,9 artmış.
Sağlıklı ekonomilerde ihracatın artıp, ithalatın azalması beklenir.
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada ekonomik sıkıntıların olduğu kesin.
Yalnız bunu söylerken şunu unutmayalım; bizim ithalatımız arttığına göre, bu, başka ülkelerin ihracatının arttığını yani üretiminin arttığını gösterir. Türkiye kendi kendine bile yetememiş. Bunu en iyi bakliyat ithalat rakamlarımız anlatıyor.
ABD’de yapılan “ekonomi memnuniyet” anketinde, halkın %70’i memnun değil, sadece %3’lük bir oran memnun olduğunu ifade ederken, kalan %27’si ne etliye ne sütlüye karışmış.
Bu anket sonuçlarından da görülebileceği gibi, bireylerin gelir dağılımlarında ciddi kopmalar var.
2013 yılını ise siyasi belirsizliklerin tavan yapmasıyla tamamladık. Ekonomimiz altüst oldu. Borsa düştü, döviz yükseldi, firmalar güç kaybetti, işsiz kalanlar oldu. Küresel ve demokratik savaş bu olsa gerek.
“Demokrasi” ve “savaş” birbirine zıt iki kelime, ama işin içine “ekonomi-para” girdiğinde “zıtlık” anlamını yitiriyor.
Bu siyasi çatışma, özellikle batı dünyasında, “İslami kesimin” çatışması gibi yorumlandı. Bu çatışmanın bir ayağı Pensilvanya, diğer ayağı ise Ankara idi.
1995 yılında İngiliz askerlerinin, Bosna ile Sırplar’ın arasındaki savaşa müdahalesinin hemen ardından, yapılan açıklamada “Biz İslam dünyasına düşman değiliz” denmişti. Bu sebeple Bosna’ya yardıma gitmişlerdi.
Söylemedikleri şey ise, 3 yıl ve yüz binlerce can kaybından sonra müdahale edilmiş olduğuydu.
İktidara biri geliyor, biri gidiyor ve her seferinde batının istediği oluyor.