1970 yılının 14 Mayısında 60 kişilik bir kadroyla Aydınlar Ocağını kurmuş, fikir ve kültür hayatındaki çalışmaların yazılı ve kalıcı bir şekilde günyüzüne intikâli konusunda ise bir yayınevinin kurulması ihtiyacı ile karşı karşıya kalmıştık. Bunun üzerine o günün Aydınlar Ocağı mensuplarının önemli bir kısmı, küçük birikimlerini biraraya getirerek 1971 yılında Boğaziçi Yayınevinin kurulmasına karar vereceklerdi. Yayınevinin ilk yapılanması Komandit Ortaklık tarzındaydı. Sonraki zaman dilimde artan ihtiyaçlar yayınevinin anonim şirkete dönüştürülmesini gerektirecekti. O günleri bilenler hatırlayacaklardır, kitap neşriyatı yelpazesinde millî kesimlerin birkaç sınırlı yayın yapanları dışında hemen hemen Yağmur Yayınevi ile Hisar Yayınlarından başka sahiplenecekleri yayınevi pek yoktu. Boğaziçi Yayınevinin kurulması kararıyla, nasıl ki 1990'lı yıllara kadar Türk fikir hayatında önder ve mihver rolünü üstlenen A.O. gibi, Boğaziçi Yayınevi de hemen aynı kişilerle ama bu defa yayın sahasında öncülük yapma görevini üstmekteydi. Boğaziçi kurulurken düşünülen hedeflere varılmış mıdır? Bu tartışılabilir. Ama şurası muhakkaktır ki kendisinden sonra kurulacak millî vasıflı kurumlara yol gösterme, güzergâh hazırlama gibi önderliği dikkate alınmasa bile, sadece bugüne kadar sürdürdüğü ayakta durma gücü ile de, herhalde, önemsenmelidir. Ayrıca A.O.'nın kuruluşundan itibaren 19 yıl boyunca Türk fikir ve sosyo-kültürel hayatında çok önemli olmakla kalmayarak önder rol üstlendiği zaman diliminde, Boğaziçi yayınevinin, Ocağın gerçekleştirdiği büyük çaplı toplantılar yanında özellikle de Kurultaylar sırasındaki yayın faaliyeleriyle çalışmalara önemli katkıları olmuştur. Bu meyanda 1982 yılında itibaren, hafızam beni yanılmıyorsa 6-7 yıl kadar süren, fikir dergisi hüviyeti ile aylık bir dergi çıkarılmış ve daha da önemlisi dergi ile A.O.'nın boş bırakmak durumunda kaldığı sahalarda Ocağa adetâ lojistik destek sağlanmıştır. Fakat ne yazık ki gerek kitap neşriyatında, gerekse derginin dağıtımı konusunda, ideolojik olmak itibariyle biraz farklı gibi görünse de, bugünkine benzeyen dağıtım organizasyonlarındaki kamplaşmalar dergi yayıncılığı için büyük zorluk taşımış ve derginin uzun soluklu olmasını önlemiştir... Neyse, asıl söylemek istdiğim bunlar değil. Derginin gündeme gelmesiyle, bir büyüğümüzün önderliğinde o günler için ilk kabul edilecek "beyin fırtınası" tarzında Sohbet toplantılarının başlatılması sanırım başlı başına bir yenilikti. Bugün çoğalmış görülen Düşünce Kuruluşlarının o günlerde sayılarının istisnalar mertebesinde bulunduğu ve bu tür toplantılara henüz başlamamış oldukları bilinmektedir. Hele topantılara katılan herkesin "beyin fırtınası tarzında" müzakere edilen konu hakkında fikir beyan etme anlayışı, o günlerde, henüz yaygınlaşmamıştır. Boğaziçi Yayınevinin Yerebatan Cadesindeki Ortaklar İş Hanının 4ncü katında başlayan sohbet toplantılarına teveccühün artması ile ortaya çıkan mekân sorununu, başlangıçta A.O.'dan boşta kalan Cumaertesi ve/veya hatta Pazar günleri olmak üzere, Türk genel müdürlüğünü yapmakta olduğum şirketin Kabataş'taki binasına aktararak çözmeğe çalışacaktık. Arada, kendilerini her hatırladığımda büyük bir saygı ve rahmetle andığım Boğaziçi Sohbetlerini önder ismi Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu, ikimizin bir araya gelişimizde gönül gönüle dile getirdiğimiz "bu toplantılarda aile fertlerimiz de olmalı" anlayışının ilk safhası olarak Kandilli'deki yalılarına yaptıkları davetlerse, Sohbetler için yeni bir atılımın öncülüğü anlamını taşıyacaktı. Böylece Boğaziçi Sohbetleri yaz aylarının yalılı toplantılarından kışa geçerken, aile fertlerimizin de katılacakları Taksim Eresin oteli salonlarındaki akşam yemeğinden sonrası sürdürülen "konuşmacılı-beyin fırtınalı" tarzına dönüşecekti. Bu toplantılarda kimler bulunmadılar ki!.. Ama konumuz bu değil. Ayrıca şurası bir gerçek ki, Boğaziçi Sohbetlerinin şekil değiştirerek de olsa neredeyse fasılasız 20 küsur yıl devam etmesinde Banguoğlu hocanın, hayatta oldukları sürece, öyleki asansörlerin bozuk olduğu zamanlarda 4, büromda 2 kat merdivenleri yılmadan çıkarak toplantıları hiç aksatmamaları, fikir adamlarının zorluklara katlanarak yaşlarına bakmaksızın başkalarına örnek olmak gibi bir görevleri olduğunu vurgulamaları şüphesiz sohbetlerin zamanla yarışmasındaki en önemli amildir. Banguoğlu hocanın varlığı sırasında sürdürülen toplantılarda, kendilerinden istirham ettiğimiz "toplantıyı yönetme" hususundaki dirayeti, hoşgörüsü dışında; bazen bundan imtina ederek geçmiş yılların bilgi birikimiyle dolu tecrübelerinden aktardıklarıysa, öylesine mükemmel örnekler ve öğrenileceklerle mücehhezdi ki!.. Doğrusu o günleri hatırladığımda bugün bile tuhaf bir iç dünyası zenginliği ile dolduğumu düşünürüm.. Banguoğlu hoca nesli tükenmiş bir İstanbul beyefendisi olma yanında mükemmel Türkçesi, geniş ve dolu dolu siyasî ve fikrî tecrübesi ile de Boğaziçi Sohbetlerinin sadece müşiri değil, aynı zamanda ufkuydu da... 2005 yılına kadar sürecek olan Sohbet toplantılarının emekliliğimle başlayan bazı sıkıntıları yanında sekreterya hizmetlerinin görülmesindeki zorluk bu toplantılara fasıla vermemize sebep olacaktı. Fakat bu süreçte kendileriyle karşılaştığım veya biraraya geldiğim dostlarımın "Boğaziçi Sohbetlerinin" hasretini duydukları ve sadece fikir manzumesiyle karşılaşmıyor pekçok dostumuzla da beraber oluyorduk, tarzındaki ısrarlı ifadeleri karşısında, başlangıçta belki biraz da deneme mahiyetinde olmak üzere, önce dar bir kadroyla, sohbetlere yeniden başlama yönünde harekete geçmeğe karar verecektik. Fakat teredüt edilenler arasında neler yoktu ki! Meselâ İstanbul'da trafik sorunu öylesine büyük boyutlara ulaşmıştı ki, toplantıların zamanlamasında zorlanabilirdik. Daha önemlisi, artık dost çevremiz belli bir yaş grubuna gelmişti ve acaba katılımdaki arzu eskisi kadar olabilecek miydi? Herşeye rağmen 16 Ekim 2008 tarihinde ilk toplantıyı yapmak üzere yola çıkmağa karar verdik. Dar bir dostlar grubumla yaptığım istişarenin verdiği sonuç, hiçbir şey olmasa da arada sırada fikir teatisinde bulunmamızda faydalı olacağı şeklindeydi! Böylece Boğaziçi Sohbetlerinin bu defaki ilk birlikteliğinde 8 kişi olarak biraraya gelmiştik. Dünya'yı saran ekonomik kriz, küreselleşme tiradları(!), dış politikamızda baş gösteren yeni gelişmeler, ülkemizde adetâ dikkatle sürdürülen kavram kargaşası, yolsuzluklar, iç politikada yaşanan seviyesizlik, Türkiye üzerinde oynanmakta ve bitmeyen oyunlar gibi konu başlıkları hemen konuşulması gerekenler olarak ilk belirlenenlerdi. Ama bu toplantıda herkesin önemli bulduğu ve dile getirmek istediği her hangi bir konu hakkında fikrini dile getirmesi ve böylece tıpkı 26 yıl önceki ilk toplantıdaki gibi bir başlangıç yapmayı uygun bulmuştuk. Belki, en azından ben, rahmetli Banguoğlu hocamızın olgunluğunun çok gerisindeydik, ama buna rağmen belli olgunluğa erişmiş olan dostlarımızın fikirlerinden istifade etme şansı, hepimiz için, ortaya çıkmış olacaktı. Ayrıca şu da gerçekti aramızda olanlardan bazılarımız Türk demokrasi tarihinin başlangıcından bugüne, küçük yaşlarda olsalar bile, bulunmuşlardı... Türkiye'de şüphesiz çok şey değişmişti, ama ne yazık ki değişmeyen, hâlâ dünle-bugün arasında farklılaşmayanlar da vardı ve bu devam etmekteydi! Genel tespitler içersinde üzerinde durulanlar arasında; insan kalitemizin okuyan-yazanın sayısının artmasına rağmen ne yazık ki aynı seviyede artmamakta olduğu, bununsa en çok siyasete yansıdığıydı! Ayrıca kavramlar üzerindeki çarpıtmaların hâlâ belli bir kesimce ısrarla sürdürüldüğü ve aydınlarımızın farklı kesimlerin direncine rağmen giderek kendi kültürlerine daha da yabancılaşmakta veya bazılarının ellerindeki iletişim araçlarıyla bu oyunu rahat oynamakta olduklarıydı. Çıkış yoları ise, yıllardır konuşulduğu gibi "siyasî bir yapılanmadan" geçmekteydi.. Ama çeşitli denemeler göstermişti ki, siyaset Ankaraya intikal ettiği andan itibaren, bizim dediğimiz insanlarımızın bile, anlaşılması zor bir şekide yabancılaştırmakta olduklarıydı! O halde! Bu sorunun cevabını 23 Ekim tarihinde gerçekleştirmeğe karar verdiğimiz ve "Globalleşen Dünya'da AB ve Türkiye için Çözüm Önerileri" adıyla hazırlanmış bir çalışmanın özetlenmesinde aramaya karar verecektik. İkinci toplantıya bu defa 13 katılanımız oldu. Yapılan takdim ve görüşmeler sonrasında vardığım sonuçsa, galiba şekil farklılaşsa da, uzun yıllardır konuştuklarımızdan ne yazık çok şeyin değişmemiş olduğuydu. Ama yine de, bu yaşlarımızda bile, aramızda ümitsiz olunmaması gerektiğini savunanlarımızın sayısının fazlalığı dikkati çekiyordu ve bu sanırım önemliydi...