Yeni Yıla İki Yeni Kitapla Girmeye Ne Dersiniz!..
Dr. Metin ERİŞ
Son bir ay içerisinde çeşitli mekânlarda gerçekleştirdiğim konferanslar, tebliğ sunumları ve konuşmalarım sırasında gerçekleşen yolculukların imkân verdiği “okuma aralıklarında” iki kitabı bitirme şansını yakalamış olmam, doğrusu, benim açımdan önemli güzelliklerden biri oldu. Hele bu kitaplardan birinin hikâye kitabı oluşu, beni, okuma alışkanlığımın şekillendiği gençlik yıllarına taşıması bakımından ayrı bir değere haizdi. Gençlik yıllarımın en büyük tutkularından biri olan roman, ama özellikle hikâye kitapları okuma sevdamı uzun zamandır ne yazık ki kaybettiğimi biliyordum. Sanki olayların akışı içerisinde veya dünya zamanım azaldığını hesapladığım süreçte daha çok sosyal veya siyasî muhtevalı eserlerle haşır neşir olmam zaruriymiş gibi bir okuma, araştırma telâşı içine girmiştim! Bu yüzden çok mecbur kalmadıkça veya bazı gelişmelerin zorlamaları gerektirdiğinde roman okumağa yöneliyor ama itiraf etmem gerekir ki hikâyeler konusunda sadece abonesi olduğum bazı dergilerdeki hikâyelerle sınırlı kalıyordum.
Böylesi zaman akışı içerisinde bir toplantının getirdiği tesadüf, yıllar öncesinde daha hikâyeciliğinin yeni adımlarını attığı günlerden tanıdığım ve o günlerde çok takdir ettiğim bir değerli yazar hanımefendi ile karşılaştıracaktı beni. Sevinç Çokum’la uzun yıllardır görüşmemiştik. Sohbetimiz ve yılların güzel günlerinden hatırladıklarımız arasında yeni meşgaleler de vardı. Kısmen gazetelerden yeni kitaplarını, velut çalışmalarını takip ediyordum ama yukarıda belirttiğim üzere eskisi kadar edebiyat eserleriyle iç içe olmadığımdan değerli yazarın son çalışmalarından da fazlaca bilgi sahibi değildim. Öğrendiklerim arasında Sevinç hanımın son hikâye kitabını yeni bitirmiş ve yakında neşredilecek olduğu da vardı... Aradan bir süre geçtiğinde, Aralık ayının bir gününde, Sevinç Çokum’un “Al Çiçeğin Moru” adlı hikâye kitabını bulacaktım masamın üstünde. Değerli yazar üşenmemiş, son eserini kargo ile göndermek nezaketinde bulunmuştu. Bu durumda bana düşense, tabiatıyla, bir dost kalemin “hikâye kitabının” okunmasıydı. Üstelik masamdaki yıllar öncesinden üslûbunu, yazı dünyasını beğendiğim bir yazarın eseriydi ve ondaki gelişmeyi de merak ediyordum.
Böylece otobüs, tramvay, uçak yolcuklarımda bana dostluk edecek bir imkân bulmuş oluyordum. Böylece her fırsatta Al Çiçeğin Moru adlı hikâye kitabını okumağa başladım. Kitabı elime aldığım andan itibarense, yılların gerisinden “hikâye kitapları” okumayarak, özellikle de Sevinç Çokum’un eserlerini okumayarak kendime ne kadar haksızlık yaptığımı anladım. Hikâyeler zaten sosyo-kültürel olayların içinde idi!.. Ve bunu verebilen S. Çokum gibi biriyse “edebiyat dünyasından” uzak kalmak ne kadar da yanlıştı! 14 hikâye arasında şüphesiz daha fazla tercih ettiklerim, gönül dünyama daha çok hitap edenler oldu. Ama şurası muhakkak olayların akışı yanında güzel ve özlediğimiz Türkçesi ile kitap her satırıyla ayrı bir değere sahipti. Kısaca kitabı elime aldığım andan itibaren, duraklamalarım olmasa veya araya başkaca işler katmasam dediğim anlar çok olacaktı. Nihayet kitabı bitirdiğimde Sevinç Çokum’un hikâyelerini, yıllar öncesinde beğendiğim hikâyecilerden Samet Ağaoğlu ve O’Henry ile aynı değere doğru taşıdım… Fakat, sonra vazgeçtim. Çünkü Çokum, her şeyden önce üslubu ve karakter arayışlarıyla önce kendisiydi ve bugünümüzü yansıtıyordu.
Kısaca biliyorum ki benim söylediklerimin eksikleri var. O halde Kapı Yayınevince neşredilmiş “Al Çiçeğin Moru” adlı eserin satırlarına dalarak tadına varmanızı tavsiye etmek en doğrucası..
İkinci bitirdiğim kitapsa, baskıdan geldiğinde hemen o gün ithaf ile elde etme şansına ulaştığım “Kaderle Dans” adını taşıyan sevgili Mim Kemâl Öke’nin çalışmasıydı. Kitabın yayınevinden gelerek Kemâl’in eline ulaştığı gün, belki tesadüfen idi, ama güzel bir tesadüfle Kemâl’le beraberdik. Böylece sanırım yazarının ilk imzasıyla “ithafını” alan kişi ben oluyordum. Mim Kemâl Öke’nin benim için ne anlam taşıdığını söylemem gereksizdir. Bunu beni tanıyanlar bilir. Fakat şu kadarını söylemeliyim fikrî hamulesi, ilmî birikimleri ve sosyal dünyası ile kendisinin yanımda apayrı bir yeri vardır... Bu düşüncelerimi dile getirdiğimde bazılarının Kemâl’in son kitabına tarafsız bakamayacağımı dillendireceklerini tahmin ediyorum. Ama umurumda değil! Zira onun belli kesimlerin ve şahısların iltifatına ihtiyacı olmadığını da biliyorum. Çünkü şüphe etmiyorum ki fikir ve bilim dünyasının dolu dolu olması yanında, içinde bulunduğu sıkıntılı ortama rağmen, çalışkanlığı kıskançlık uyandıracak seviyededir. Araştırıyor, değerlendiriyor ve bunları satırlarına dökerek paylaşıyor… Ülkesinin insanlarına verebileceklerini her sahada, kendine imkân tanınsa da tanınmasa da, gücünü zorlayarak aktarmağa çalışıyor. Yaşadığı sıkıntıları mânevi dünyasıyla aşarken, yine ülkesine nasıl bir katkı yapabileceğinin yansımalarını eserlerine veya çalışmalarına aksettirmekten büyük haz duymağa devam ediyor.
İşte “Kaderle Dans” adlı çalışması da Türkiye’mizle benzerlikleri yanında kıyaslamaları ve özgürlük mücadeleleri ile Lâtin Amerika halklarının sosyal yapılarının derinliğine irdelendiği bir araştırma. Yerli halkın karşılaştığı katliamlar, sonrasında baş gösteren sömürgeci baskılar ve nihayet özgürlük mücadelesindeki “kimlik savaşını” bu çalışmada bütün incelikleri ile görüyorsunuz. Halkın sanatla özdeşleşen yapısında “dünya-uhrevilik” bütünleşmesini şaşkınlıkla takip ederken, Lâtin Amerikalının önce kendisiyle çelişen ama aynı zamanda direnç doğuran yapıyı nasıl yakaladığını, eğer o dünya ile hiç ilginiz olmamışsa veya sathî bir bakışla geçiştirmişseniz bile, önce hayretle sonra da ibretle yakalayıveriyorsunuz…
Bu kitap bir Deneme mi? Hem evet, hem de hayır. Çünkü bu eserde bir sosyal bilimcinin derinliğine bir incelemesinden ve tespitlerinden söz ediyorum. Lâtin Amerika halkı, yerli kimliğinden yola çıkarak kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkan melezleşme içinde benliğini arıyor! Yeni, bir benlik oluşturmak istiyor, bütün çirkinlik ve güzellikleriyle!..
Fakat bir de, bir Dünya Devinin, Hâkim bir İmparatorluğun arka bahçesi olma şansızlığı var! Zamanın çizgisi içerisinde buna iletişim ağının korkunçluğunu da eklediğinizde ortaya çıkanın ağır etkisini yaşamamak mümkün değil. O halde? Ama yine de sevgili Mim Kemâl’in dediği gibi, bu halklar için “siyasetin iktidar kavgasının ötesinde bir de erdem davası” var…
İşte bu erdem arayışını çelişkileri, uzlaşmaları ve arayışlarıyla kitabın satırları içinde bulacaksınız. Öyle ki her biri bir başka kutuptan olduğu sanılan Conquistadorların, Misyonerlerin, Yerlilerin, Kölelerin, Criollerin, Devrimcilerin, Gerillaların, Gringoların, Maçoların, Fahişelerin ve Azizelerin, Ermişlerin, Keşişlerin, Kurtuluş İlâhiyatçılarının, Liberallerin, Demokratların, Kaçakçıların, Sosyalistlerin ile Sanatkârlar arasında yer alan ressamların, ritimci ve dansçıların irdelenen vasıflarıyla farklılaşma içinde nasıl iç içe yaşadıklarını izlerken birbirlerine nasıl destek olduklarını da şaşkınlıkla göreceksiniz!..
Bu çalışmada, Lâtin Amerikalının dünyasını yansıtan karmaşa içinde “benlik arayışındaki halkın” uhreviliği ile bütünleştirdiği dünyeviliği nasıl bağdaştırdığını ise Mim Kemâl’in o zengin üslup derinliğine bulacaksınız. Eserde halkın sadece kimlik arayışlarını değil, ona yön veren elitinin, bu meyanda tanıdık veya tanımadık yazar ve ressamlarının eserlerinin örneklenmesi çalışmaya zenginlik katmakla kalmıyor, okuyucuya Lâtin Amerikan kültürünün derinliğine ulaşmasını da kolaylaştırıyor. Kısaca Mim Kemâl’in bilim adamı vasıflarını tamamlayan araştırıcılığı yanında düşünce renkliliği ortaya mükemmel bir eserin çıkmasına sebep olmuş. Sanırım bu eseri okuduğunuzda Lâtin Amerikalıyı sadece sevmekle kalmayacak, oraları yakından tanıdıkça, –eğer samimi iseniz- , kendinizden parçalar da bulacaksınız! “Başlık Yayın Grubunca” neşrolunan Mim Kemâl Öke’nin “Kaderle Dans” adlı araştırmasını Afrika ve Asya’nın Genç Ülkeleri için yapacağı çalışmalarla tamamlamasını bekliyor, kendisini içten kutluyorum..
Size düşen mi? Sevgili okuyucular bu iki kitabı farklı farklı zeminlerde okuduğunuzda sanırım zevk alacaksınız. O yüzden “Yeni yıla yeni iki kitapla girmeye ne dersiniz?” diye sormak istedim..
Yorumlar