Geçen asrın en büyük müzik dehalarından Tanburî Cemil’in hayatının anlatıldığı “Tanbûrî Cemil’in Hayatı” adlı biyografi, sanatçının oğlu Mes’ud Cemil Bey tarafından hazırlanır.[1] Önce, 1946 yılında Vakit gazetesinde tefrika edilir, gördüğü alaka üzerine genişletilerek ilk kez 1947’de kitap olarak yayımlanır. Kitabın ilk basımı neşredildiği zaman Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden Refik Halid Karay müellifiyle hem tanışıp hem de tebrik etmek için radyoevine Mes’ud Cemil’in yanına kadar gelir.(s.27) Söz konusu eser, yarım asır gibi bir zaman diliminden sonra, yaşayan önemli hattatlarımızdan, akademisyen Uğur Derman’ın girişimiyle ilk yayımlanan kitaba göre[2] –özüne dokunulmadan- içerik olarak daha dolgun bir şekilde 2002’de yeniden yayınlanır. Mes’ud Cemil Bey, babası öldüğünde 14 yaşındadır. Babası hakkındaki gözlemleri kendisinin çocukluk yıllarına denk gelir. Çocukluk hatıralarında babasının son yıllardaki ruh hâli, arkadaşları ile ilişkileri, mesleki ve aile hayatı hakkındaki gözlem ve tespitleri; babasının öğrencilerinden, arkadaşlarından ve akrabalarından dinlediği hatıralar ve mektuplar Tanburî Cemil portresinin daha sağlıklı ve güçlü olmasına vesile olur. Ayrıca kendisinin de bir müzisyen ve sanat erbabı olması[3], edebi dilinin güçlü olması bu çalışmayı özgün kılar. Kitapta Tanburî Cemil’in yakınları ve arkadaşlarıyla çektirdiği fotoğraflar ve tanburu, plakları ve evinin birçok fotoğrafı bulunmaktadır. Kitabın sonunda Cemil Bey hakkında yazılan şiir, mersiye, mektuplar ve genişçe hazırlanan “Tanburî Cemil Bibliyografyası” esere daha canlılık kattığını söyleyebiliriz. TANBURÎ CEMİL BEYİN MÜZİK VE SANAT YAŞAMI Cemil Bey, 1871’de İstanbul’da doğar. Babasını 3 yaşında kaybeder. Bundan sonra amcası Refik Beyin gözetimi ve himayesinde devrin ilkokulunu tamamlar. Amcası çocuklarını yetiştirirken nasıl titiz davranıyorsa Küçük Cemil’e de öyle yaklaşır. Devrin yaygın yabancı dili Fransızcayı kendi çocuklarıyla beraber öğrenmesi için özel öğretmen tutar, yetiştiği evde Fransız mürebbiyeler de bulunmaktadır. Daha sonra amcası da erken yaşlarda vefat edince, baba ve amca vekilliğini amcasının oğlu Mahmut Bey alır. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra İstanbul Mülkiye Mektebi’ne kaydını yaptırır. Bu dönemlerde şöhreti yayıldıkça farklı meclislerdeki musiki toplantılarına katılır. Okul ile müzisyenliği aynı anda götüremeyince 2 yıl okuduktan sonra eğitimini yarım bırakarak okuldan ayrılır. Hariciye Nezareti’nde “Hariciye Umûr-i Şehbenderiye Kalemi”nde memuriyet hayatına atılır.[4] Meşrutiyet’in ilanının hemen sonrasına kadar uzun yıllar burada çalışır. Sanatçı ruhunun bu meslekte barınamayacağına kanaat getirdikten sonra memurluktan ayrılır. İstanbul’da halka açık konseri ilk kez Tanburî Cemil Bey verir. Bu zamana kadar birbirinden farklı birçok meclislerde sanatını icra etmeye çalışır. Meşrutiyet’in ilanından sonra Hürriyet Kahramanı Niyazi Beyin isteği üzerine Resne ve Selanik’te konser verir. Birçok öğrenciye müzik dersi vererek Cumhuriyet döneminin büyük sanatçılarının yetişmesine katkı sağlar.[5] Akciğer veremi hastalığı yüzünden 1916 yılında vefat eder. Cemil Beyin ailesinde kendisine kadar musiki ile az çok uğraşanlar olmuştur. Tabi söylemeye gerek yoktur. Bugünkü anladığımız anlamdan daha ziyade devrin aydınlarının ilgisi kadar bir musikişinaslık diyebiliriz. Musiki çalışmalarına hangi yıllarda başladığına dair elimizde net olarak bir veri bulunmamakla beraber Mes’ud Cemil Bey’in aile büyükleri ve babasının çevresinden dinlediklerinden yola çıkarak Küçük Cemil’in çocukluğundaki musikiye ilgisi 3-4 yaşında kendisini gösterir. Kilerdeki bardakları indirir, sıraya dizer; kalaylı bir maşrabadan su doldurur. Sağ eline ince bir değnek sol elinde maşraba, daha iyi işitmek için kulaklarını bardaklara verir. Bardakları birbirine boşaltarak değişik sesler çıkarmasının hazzını yaşar. Yine o zamanlarda iki yanı çekmeli pabuçların lastik ve kumaşıyla oynar. Daha sonra bu kumaş ve lastikleri tahtaya bağlayarak akord oluşturmaya çalışır. (s.49/50) Amcasının himayesinde kaldığı çocukluk günlerinde yaz tatillerinde ağabeyi Ahmet ile gittikleri Ambarlı Çiftliği’nde Silivrili Lenber Ağayı tanbur çalarken görür. Kısa sürede Küçük Cemil ile Lenber Ağa arkadaş olurlar. Bir yandan Lenber Ağayı dinler, fırsatını bulduğunda hemen tanbura dokunur, bunun sihrine kendisini kaptırarak bu müzik aletini çalmaya çalışır. Günlerden bir gün Lenber Ağanın ayak sesini duymaz. Lenber Ağa korku içinde sesin geldiği odaya doğru yönelince tanburun dizleri üzerinde görünce şaşırır ve kendisine: “Allah iyiliğini versin. Ödümü kopardın, burada ne işin var? Nasıl oldu? Bunu ne zaman öğrendin? Merak etme kimseye söylemem.”(s. 52) der. Kendisindeki cevheri ilk keşfeden kişinin Lenber Ağa olduğunu söyleyebiliriz. Çok geçmeden durumu amcası duyar. Geri evlerine dönünce ağabeyi kendisine bir tanbur hediye eder. Bu günlerde Küçük Cemil’in tanbur ile olan ilişkisini oğlu Mes’ud Bey şöyle anlatır: “Uzun geceler Cemil bu tanburla koyun koyuna yatmış, rüyalarına dalarken silkinerek uyanmış, göğsünden kopup boğazına ve gözlerine yükselen tükenmez bir hazzın dudaklarına kadar dökülen usâresiyle ıslanmış parmaklarını onun tellerinde gezdirmiş, onu sevmiş, onu öpmüş ve bilmediğimiz bir tarîkatın dervîşi olan büyük ağabeyi Reşâd Bey’den duyduğu bir türkü kulaklarında çınlamışdır: Engeller komuyor, yâr sana varsam Dünyânın zevkıni, yâr, senle sürsem Hak’kın dîvânında, elim elinde Cennet bahçesine, yâr, senle girsem.  (s. 53) Refik amcasının evi sâde mûsikî olarak değil genel kültür bakımından da Cemil Bey için çok tesirli bir ortamdır. Amcası Avrupa’nın birçok yerini gezmiş görmüş biridir. Evlerinde birkaç piyano bulunmaktadır. Kızların hepsi piyano dersi alır. Delikanlılık dönemine yeni girdiği zamanda ağabeyi Ahmet’ten müzik hakkında genel bilgiler edinirken amcazâdesi Mahmut Beye keman dersi veren Kemânî Ağadan Hamparsun notasını, batı(alafranga) notayı öğrenir. (s.66) Cemil Bey ile amcasının oğlu Mahmut Bey bir mecliste devrin usta sanatkârlarından Tanburi Ali Efendi ile tanışır. Burada Cemil Bey sanatını icra etmeye çalışır. Ali Efendi Cemil Beyin icrası karşısında bu genci hayranlıkla dinledikten sonra: “Evlâdım, bunca senedir bu sâzı çaldım. Eh, şöyle böyle biraz yendik de sanırdım. Şimdi, seni dinledikten sonra, bir daha tanbûru elime almayacağım.”(s.77) der. Bu itiraf ve övgü İstanbul’da dalga dalga yayılır. Cemil Beyin artık ismini Sultan Abdulhamid bile duyar. İktidarının son zamanlarında kendisini saraya davet eder. Mes’ud Cemil bu olayı uzun ayrıntılarıyla anlatır. devamı yarın...