Her yıl 1 Ocak gününü iple çekerim. Viyana Filarmoni Orkestrası, bu yılda şef Daniel Barenboim yönetiminde, 1 Ocak günü şaheser bir yeni yıl konseri gerçekleştirdi.
Konser 12.15’de başladı ve hemen hemen 3 saate yakın sürdü. Yeni yıl mahmurluğuna uygun tarzda, daha ziyade Joseph Strauss’un Valz ve Polkalarına yer verildi. Konseri TRT haber kanalı naklen verdi. TRT’ye teşekkür ediyorum. Ancak, yayın esnasında sürekli verilen alt yazı haberlerine gerek yoktu. Bir sanat olayında, bu alt yazılar benim konsantrasyonumu bozdu. Konser programı içinde Viyana’nın güzelliklerini, tarihi eserlerini, kültür ve sanat merkezlerini, konsere hazırlık aşamalarını izledik. Konser, insanı hayran bırakan nefis bale dansları ile bezenmişti. Özellikle bale sanatçılarının muhteşem olduğunu söyleyebilirim.
Bütün bunları izler ve konseri dinlerken, koca İstanbul’da opera, bale ve konserlere ev sahipliği yapacak bir kültür merkezinin bulunmamasını üzüntü ve eziklikle yaşadım. Üstelik İstanbul Avrupa’nın Kültür Başkenti seçilmişti. Ama, İstanbul’a bir opera, bale ve klasik müzik konser salonu kazandırılamamıştı. Şüphesiz bu durum Türkiye’yi yönetenlerin kültür ve sanata, daha açıkçası klasik müzik, opera ve baleye bakışını gösteriyor.
Avusturya, İngiltere, Almanya, İtalya gibi çağdaş sanatların merkezi olan ülkelerde, sanatçılar el üzerinde tutulur, her ihtiyaçları karşılanır, güven içinde yaşarlar. Bizde ise opera, bale, klasik müzik, tiyatro sanatçıları itilir, kakılır. Maaşları ve ödenekleri, imkanları kesilir, adeta üvey evlat muamelesi görürler. Yüce Atatürk “Beyler mebus, vekil, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, ama, sanatçı olamazsınız. Sanatçı olmak, Allah’ın verdiği ve herkese nasip olmayan başka bir kabiliyettir, herkes sanatçı olamaz”, demişti. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda, Sn. Fikri Sağlar’ın Kültür Bakanı olduğu dönemde, bunların devlet tiyatrosu, devlet opera ve balesi, senfoni orkestralarının ödeneklerini kesmek ve bütçelerini kuşa çevirmek için gösterdikleri gayrete birkaç arkadaşım ile birlikte (Sn. Gurhan Çelebican) nasıl karşı koyduğumu ve nasıl ağır konuşarak hadlerini bildirdiğimi birkaç defa yazmıştım.
Viyana Filarmoni Orkestrası, yeni yıl konserlerinin şefleri 3 yıl önceden belirleniyormuş. Rahatsızlık veya diğer nedenlerle gelememe ihtimaline karşı, ayrıca yedek şeflerde belirlenirmiş. Bu yıl ki şef Daniel Barenboim yüksek yeteneklerinin yanı sıra, fevkalade sempatikti. Konser sonunda tüm orkestra sanatçılarını aralardan teker teker dolaşarak tebrik etmesi, pek alışılır durum olmamasına rağmen, çok zarif bir davranıştı. Viyana ve diğer batı ülkelerindeki opera, konser, bale binalarının her biri sanat eseri olan durumlarını kıskançlıkla izledim. Onlar bu tür tarih ve kültür hazinelerini koruyorlar. Rezidans, AVM ve iğrenç beton yığınlarına dönüştürüp, yakıp yıkmıyorlar ve ceplerini doldurmaktan başka amaçları olmayan, rant peşinde koşan inşaatçılara, özelleştirme yutturmacası altında devretmiyorlar. Avrupa Birliği üyesi olmak için çaba harcayan Türkiye’nin, özellikle kültür ve sanat standartları ve anlayışı bağlamında daha alınması gereken çok uzun yol vardır. Bu bir eğitim, kültür zihniyeti değişikliğidir.
Herşeye rağmen sanata, kültüre, klasik batı müziğine, tiyatroya, senfoni ve filarmoni orkestralarına, resitallere, bale ve operaya bizler 4 elle sarılmak mecburiyetindeyiz. Bunu inatla yapmalıyız. Bu konuda sanata ve kültüre önem veren Sn. Bülent Eczacıbaşı, Sn. İnan Kıraç, Sn. Ahmet Kocabıyık, Sn. Ferit Şahenk ve Koç grubuna büyük görevler düştüğünü düşünüyorum.

NOT: Maalesef tiyatrolar ve sanat performansları yeterince ilgi görmüyor, salonlar dolmuyor. Bunun en başta gelen nedeni, İstanbul’da 20 yıldır çözülemeyen ve her geçen gün daha da kötüye giden trafik ve ulaşım meselesidir. Ankara’da yaşarken işten eve gelir, yemeğimizi yer, rahatça operaya, baleye,  tiyatroya ve konsere gidebilirdik. İstanbul’da sanat izlemek bir mücadeleye dönüşüyor. Zaten şimdilerde varacağınız yere 2 saatten önce varamıyorsunuz…