Zordur toprakla uğraşmak. Toprağı bellemek, havalandırmak, kanallar açmak, tohum ya da fide yerlerini hazırlamak… Tohumu ekmek, sabırla yeşermesini beklemek… Yeşerip boy atmasını izlemek… Çiçek vermesini ummak… Çiçek vermesinin ardından, gerekli budamayı yapmak, dibini eşelemek, hava almasını sağlamak. Çiçeğini çoğaltmaya çalışmak. Zordur yani bitkinin gönlünü hoş tutmak… 

Güneşin altında sabahtan akşama uğraşmak. Ellerin su toplaması, ardından nasır tutması…

Lâkin ve elbette günün sonunda o da senin gönlünü hoş tutar. 

Üretmenin ne  denli keyif verdiğini yaşatır sana… O küçücük tohum ile uğraşa uğraşa nasıl da kocaman bir bitkiye dönüştüğüne şahit eder seni… Bir ilim çerçevesinde ilerlediğinde, çabaladığında “nokta kadar odun parçasından” oluşanlar şaşırtır seni… Hele o mis kokulu, sulu, lezzetli meyvelere dönüştüğünde gönlünde büyümeye başlar, enerjin vücuttan çıkar, yayılmaya başlar etrafa, kapsarsın…

Güneşin sıcağında, açık alanda, bahçede, yorgun, terli bedenin su ihtiyacını bir testiden sağlarken, suyun hazzına şaşarsın… Öğlen vakti yanında getirdiğin erzağı, peyniri, ekmeği yerken durgunluğun, dinginliğin, sakinliğin çok uzakta olmadığını ve buna ne kadar çok ihtiyacın olduğunu anlarsın… 

Anlarsın anlamasına da… Toplu alımların yapıldığı, büyük şehirlere gıda satıldığı, zaman ile yarışılan bir serada bunları yaşayamazsın… Ama tabi ki alın terinin değeri değişmez…

İşte bu seralardan İstanbul’a, hale, gelen patlıcanın kg fiyatı 14 TL’yi gördü… Hal’den de marketlere gidene kadar patlıcanın kg fiyatı 20 TL oldu… Ve böylece marketten mutfaklara gidebilen patlıcan sayısı bırakın kiloyu, bir elin parmaklarını geçemez oldu…

Hadi yaz sebzelerini anladık diyelim… Tamam fasulye, biber yüksek… Dediler ki “Almayın”!.. O da tamam almayalım… Onlar üretsin ama biz yemeyelim… Olur… 

Peki kış sebzelerine ne oluyor?.. Sezonunda 0,75 kuruştan, 1 liradan aldığımız pırasa 8 Lira… 

Birkaç ay önce “Hal kanunu” düzenlenmişti ama o da bu duruma çare olamadı… 

Çünkü sebzelerin fiyatlarını, üretim projeleri ile tersine göç gibi çalışmalar ile değilde, polisiye önlemler ile düşürme gayretine girdik. Korkutma yönteminden medet umacağız… Tarihte kim var ki “korkutma” ile sağlıklıca görevini yerine getirebilmiş… 

Deneyen var ama sonuç alanbilen yok…

“Geçmişi bilmeyenin, geleceği olmaz” yaklaşımını hatırlayıp, geçmişi bilerek geleceği inşa edelim. Yaşanmış tecrübeler ders olsun…

Gerçi ders olmuş ki! Bunu yazanlar oldu. Demek ki bu yaşananlar göz göre göre geldi… Çünkü gidişatın yönü, enflasyon tehdidi bir çok ekonomist tarafından ve tecrübeler ile sabit olarak defalarca yazıldı, anlatıldı…

Ve dikkat edin, fiyatlar bir süredir katlanarak büyümeye devam ediyor…

Çünkü değersizleşiyoruz… Üretmiyoruz, özelleştiriyoruz, fikrimizi, alın terimizi değil daha çok toprağımızı satıyoruz… Paramız bütün ülke para birimleri karşısında değer yitirdi…

Bugün dolar 5,20 TL seviyelerinde…

Kısmen düştü…

FED Başkanı “Faiz artırma eğilimimiz kısmen zayıfladı” dedi. Dünya’da doların fiyatı gevşeyiverdi… Yani “Para sıkılaştırma” politikasına kısa bir mola geldi…

ABD’nin bu para sıkılaştırma politikası ile verdiği mesaj; öncelikle en büyük rakibi Çin’e… “Dolar bende, güç bende” dedi… En büyük silahın kendisinde olduğunu ve bunu değiştirmenin zor olduğunu bir kez daha vurguladı… 

Çünkü ABD, her faiz artışında Çin’de büyüme yavaşladı… Hatta çoğu zaman durdu… Aynı şekilde Avrupa’nında ekonomisi yavaşladı…

Neyseki FED başkanının bu açıklaması onlara da nefes aldu. Tabi bize de…

Ardından asıl büyük mesaj geldi… FED Başkanı “ABD’deki enflasyon artışları faiz kararımızda belirleyici olacak” dedi…

Yani ABD ekonomisi pırıl pırıl değilse, “Doları kullanır, faiz ile oynarım” dedi… 

İşte size doların gerçek misyonu… Dolar’ın girdiği, küreselleşmenin, özelleştirmelerin yapıldığı her ülke; ABD ekonomisini hoş tuttuğu kadar hoş kalabilir… Çin’de olsan, Avrupa’da olsan…

Peki biz neredeyiz?.. Açıkcası yaptığımız özelleştirmeler ile goller yemişiz. Bunları gazetelerde okuyoruz.

Mesela yabancıların satın aldığı madenlerimizi çok ucuz fiyatlar ile yurtdışına satışını izliyoruz. Yine yabancıların ortak olduğu limanlarımızın belli belirsiz vapur hat ve sefer iptallerini izliyoruz. Elektrik idaresinin upuzun faturalarını aça aça okuyoruz. Türk Telekom’un, Ürdün’lülerce batırılmasının ardından “Kim, hangi koşulda icra getirebilecek?” onu takip ediyoruz…

Ve umut ediyoruz. 

“Hak edenin, hak ettiği gibi yaşadığı bu dünyada” bunları hak etmediğimizi umut ediyoruz…