Ekonomi, bir ahenk içinde ve birbiriyle uyumlu, keyif verebilen enstrümanlar gibi hareket eder.
Faiz, rant, döviz, enflasyon, resesyon ve diğerleri birer enstrümandır. Müzisyeninin ustalığına göre ses verir. Bir orkestrada ise; Denge içinde, birbirine bağlı hareket ederler. Bu enstrümanlar sıkı birer ekip arkadaşıdır. Birbirlerini hep kollarlar. Birbirlerinin olası açıklarını hemen oracıkta kapatır, onarırlar. Biri yanlış bir sese basacak olsa, diğer arkadaşları bunu kapatır… Dinleyenlerin keyfi kaçmaz.
Elbette kollayabilmek için onlarında tellerinin gergin ya da gevşek olmaması temel kuraldır.
Kendi hallerinde, baskı altında olmadan, özgür iradeleri ile işlevlerini yerine getirebilmelidirler. Hele birde enstrümanlara çoklu müdahele olursa işte o zaman patlama olur. Çoklu müdaheleler de kurtarma işi, tek bir enstrüman üzerine kalırsa, işte o enstrümanda patlama yaşanır. Sadece onun sesi kalır, orkestra anlamını yitirir. Uyum kaybolur. Ahenk biter. Denge biter. Orkestarayı tek başına ayakta tutmak için iyi niyetle çabalar ama yetemez…
Ve maalesef herşey daha da çirkinleşir…
Biraz da o her zaman gizemli bulduğumuz orkestra şefini sıkı sıkı gözlemleyelim. Göreceğiz ki! Orkestra şefinin ehil olması, kemanda oluşacak bir aksaklığı çello ile rahatlıkla kapatabilecektir… Ama dediğimiz gibi ancak işin ehli bir şef bunu yapabilir. Ehil olmayan bir şef sadece kulakları tırmalar… Keyif vermez, hatta kaçarır…
Piyasa da böyle değil mi?.. Faizde oluşacak bir sorun, enflasyon ile kısa sürede çözülebilir. Yeter ki baskı olmasın… Ve işin ehli, işinin hemen baş ucunda olsun…
Faize, dövize, enflasyona kurulan baskılar, en güçlü gördüğümüz ama aslında en zayıf yanımız olan rantta patlama yaşanmasının tek sebebidir. Konut fiyatlarındaki bu büyük tırmanış… Konut alımını, halkın ancak küçük bir kesiminin yapabilecek olması. Büyük kısmının ise kredi başvurusu için gerekli %20’yi bile ödeyemeyecek durumda olması…
Halkın mal karşısında ne denli değersizleştiğinin en somut ölçümüdür.
Ve bu duruma gelmiş ekonomilerde, zayıflık genele hızla yayılır.
Sonra alır başını ellerinin arasına geçmişe dalar. “Ne güzel günlermiş 20 yıl öncesi, emekli olan tazminatı ile hiç kredisiz evini alabilirdi” diye düşünür…
Haliyle halkın zayıf kaldığı ülke de, aynı oranda zayıflar…
Artık o ülke de mal değerlidir, insan ucuzdur, değersizdir… Çalışanların alım gücü düşüktür. Asgari ücret ile çalışanların oranı çok çok artmıştır. Gelişmiş ülkelerde asgari ücretle çalışan sayısı ortalama %3 iken, bizde %60’lara yaklaşmıştır. İş bulmak her geçen gün zorlaşır. İthal mal artmıştır. Kur artışı ile birlikte mal almak zorlaşır. Muhtemelen bir süre sonra, fiyat sebebiyle ithal mal bulmak imkânsızlaşacaktır… On yaşındaki araçların bir çok yedek parçası adeta kara borsaya düşer. Yeni aldığın beyaz eşyaların kalitesi düşer. Eskiye nazaran daha kısa sürede işlevini yitirir.
O canım ve zamana her bir saniye yenik düşen hayatlarımızın kalitesi gün be gün düşer. Modern toplumdan, geriye dönüş başlar…
Mala hile katılır. Bir TL’ye aldığımız 45 gram çikolatalı gofret, 24 grama düşer ama fiyatı aynı kalır. 400 gram ekmeğin gramajı düşer ama fiyatı düşmez. Mazota orantısız su katılır. Bu sebeple otomobilin parçası bozulur. İnsanlar yolda kalır. Olmayacak masraflar başına açılır. Beyaz eşyanın kablosu, teknolojisi, donanımı zayıflar. Ömrü kısalır da kısalır.
Ahlaken de, madden de zayıflarız…
Ve herkes bilir ki zayıfın dostu olmaz… Zayıfın etinden herkes bir parça koparmak ister. Bu doğanın temel kuralıdır. Güçlü yaşar, zayıf yem olur… Bunun içindir ki ‘Devlet’ler bir kısım halkı değil, halkın tamamını güçlü kılmak ister. Çünkü bilir ki sadece bu şekilde ‘Devlet’i güçlü kalabilir.
Ekonomi ehiller tarafından ele alınırsa neler olur?..
Evet ilk dönem, yani tedavi dönemi sancılı geçer. Ama kısa sürede tedavi olunur. Çok şükür ki dermansız bir hastalık değildir. Aynı zamanda sistemin kendi kendini onarabilecek bir düzeni zaten vardır. Baskı yapılmaması, bir çok sorunu halledecektir.
Her bir ekonomik rasyo; Önderlik edenlerin “insani değer” ölçümleridir.
Faiz, enflasyon ve dövize sistematik olarak kurulan baskı sonucu, patlayan rant, tekrar sağlıklı günlerine hızla geri döner.
Yani faiz, döviz üretim oturuncaya, ithalat azalıncaya kadar yükselir. Ama ardından düşüş başlar. Rant ise; faizin baskıdan kurtulması ile hızla sağlığına kavuşacaktır.
Ehil elinde sistem, tekrar sağlıklı çalışmaya başlar.
İlk etapta enflasyon yükselir. Ve bu saklanmaz. Faizler artar. İnsanlar parasını dövizden çeker ve vadeli mevduatlara yatırır. Çünkü bilir ki yüksek faiz alacağından, parası enflasyon karşısında erimeyecektir. Açıklamalara güven başlar. Milli tutum sergiler. TL tasarruflar banka mevduatlarında birikir.
Bankalar, biriken parayı çalıştırmak için üreticilere teklifler sunarlar. Üreticiler; Duran yatırım olan inşaata değil, ülkeyi ileriye taşıyacak hareketli makinalara yatırım imkânı bulur.
İşçiler iş, aş bulur. Böylece gelir, nüfusun geneline yayılır. Halkın alım gücü artar. İthalat yaptığımız yabancıların da bize güveni artar. Bize mal göndermek için sıraya girer.
Ama artık bizim temel misyonumuz her türlü üretimi, teknolojiden, ağır sanayiye, gıdaya hepsini kendimiz yapabilmektir.
Ve sonunda…
Bugün bizim bir mühendisimizin, 70 maaşı ile alabildiği… 20 yıl önce ise 10 maaşı ile alabildiği… Ve yine bugün Almanya’da bir Alman mühendisin 5 maaşı ile aldığı iyi donanımlı bir aracı… Bizde 5 maaşımız ile alabilecek seviyeye gelebiliriz…
Bugün konut almanın hayalini bile kuramayan çok sayıda vatandaşımız var. O çok yüce, ulaşılamaz görünen konutlar, vatandaşımızın önüne seriliverilir…
Yoğun çalışırız, bugün boşa akan gençlerimizin enerjileri ürüne, hizmete, teknolojiye döner… Evet yoruluruz ama, mal almak kolay olur. Mala uşaklık biter, mal ayaklarımıza serilir…
Ve nihayet toplumda yüzler hep güler…
He bir de şaşar kalır… Mal üç kuruşmuş meğer, insan ne büyük değer…