Önce kısaca hatırlayalım!..

İnsan, kırk gün boyunca topraktan yoğruldu. Ardından uzun bir süre kurumaya bırakıldı. Üzerimize bereketli yağmurlar yağdı. Sonunda yaradan ruhundan üfledi, burnundan nefes verdi. Ve insan yaratıldı...

İşte o insan, vefatının ardından da tekrar toprağa defnedildi. Ardından da tekrar toprak oldu.

Babam, ninem, dedem, amcam, dayım, halam, kardeşlerim vefat etti. Onları toprağa defnettik. Ve bugün onlar da toprak... Antropologların, arkeologların Anadolu topraklarında bulduğu ‘Sümer’ tabletlerindeki kral listesinde yazılı Türk isimlerinden, yazıtların anlatılarından, kültür ve geleneklerinden biliyoruz ki! En az 7 bin yıldır bu topraklardayız... Kurtuluş savaşında, Çanakkale’de, haçlı seferlerinde, Perslerin Sardes’e hucümünda, Bitinya’da, Misya’da, Truva’da binlerce yıldır bu toprakların her yerinde cettimiz vefat etti, defnedildi. Ve onlar artık toprak...

Haliyle tartışmasız bir şekilde topraklarımız Türkün cettidir... Cettimiz bize bu toprakları ulaştırabilmek için korkusuzca, tembellik etmeden asırlarca çalıştılar, çabaladılar. Yeri geldi çıplak elleriyle savaştılar. Yabancıların elinde ırgat olmayalım, acılar yaşamadan, kendi geçimimizi sağlayacak toprağımız olsun diye çabaladılar. Başka milletlere esarete girip, el açmayalım diye savaş, mücadele verdiler.

Neslimiz bilsin ki! Hikayemiz her şeyden önce toprağımızla başlar. Devam edecekse de toprağımızla da devam edecek...

Toprak mana dayanağımızın yanında, maddi dayanağımız da olmuştur. Fırından çıkan sıcacık ekmeği biz onun sayesinde yeme imkanı bulduk. Kışın şifa bulduğumuz, annelerimizin elinin değdiği tarhana çorbamızın kaynağı da o oldu. Yazın serinlemek için içtiğimiz buz gibi meyva sularının kaynağı da odur. Ancak onunla sağlıklı, güçlü kalmaya devam edebiliriz. Dahası, sağlıklı adımlarla yoğun su emişi sayesinde bizi selden, felaketten de korur.

Rutubetten uzak, kuru kalmamız için çaba sarfader.

Topurgan, Topur, Tobarag, Tobrag, Toprak kuruyabilen anlamındadır.

Toprak bizim kutsalımızdır. Türkler, kendilerini “Kuru” olarak tanımlar. ‘Kadim Kuru’ milletinde toprak; Kuru, rutubetsiz, verimli, sağlıklı, güçlü kalmayı başarabilmiş anadır, atadır ve elbet bizzat kendidir...

Nuh tufanı hikayesini hepimiz iyi biliriz.

Ve yine iyi biliriz ki bu tufandan insanlık bilinçli bir şekilde kurtarılmadı. Yanlışlarını düzeltmesini sağlayacak birşey de yapılmadı. Çünkü insan yaradılışında o yeti ile yaratılmıştı. Kendini değersizleştirme, adaletsizleştirme, yozlaşma sarmalına soktuysa, bunu isteyerek yapmış olduğu kabul edilecek ve sınavı veremeyecekti.

Nuh trajedisinin altı, elbette oldukça dolu ve derindir... Öncelikle dedik ya! Yaradılışta insan kendi yolunu çizme yetisi ile yaratılmıştır. İnsanlık, yaşam boyunca güzel işler de yapmıştır, nefsine yenilip hata da yapmıştır.

İşte bu! Bizim üzerinde durmamız gereken kilit kelime “Hata”!..

Bu hata (yanlış, günah) ise; İlk olarak ve maalesef düzenli olarak girdiği tembellik hastalığıydı. Bu hastalık onlara dini ritüelleri saptırarak, kendi çıkarlarına uygun hale getirmelerine neden oldu. Çalışmadan yaşamanın yollarını aradılar. Ve faiz, rant keşfedildi. Böylece başkalarının hakkını yeme fırsatını bulabildiler. Bu ise; hakkını alamadığı için çalışanları da çalışmaz eden, derin, tembel bir sarmaldı. Ve kısa sürede sarmal, faizciye de ulaşacaktı...

Diğer taraftan bu uygulama, yaradan ile aralarına bir kahin kral koyma ihtiyacı doğuruyordu. Çünkü yaradan ile baş başa kalma fikri çok korkutucuydu. Yüzleşmeye cesaretleri yoktu. Birini ikna edip, coşturup, sırtını sıvazlayıp onun arkasına saklanmaya ihtiyaç duydular. Kaçma, kulun arkasına saklanma ile kula kulluk başladı. Paradan para kazanma, hır nedeniyle oluşacak her türlü belaya da ‘kader’ ismini verip topluma empoze ettiler. Böylece toplum başına gelen her belaya razı olacaktı. Tabi ki sermayenin, şeyhin, tüccarın “kader” adıyla andıkları hırsları, kişisel çıkarları kısa sürede “keder”leri olacaktı. İşte bu, hak etmeden, ahlaktan, erdemden uzak, birilerinin çıkarları uğruna öne itilmiş, yoğun yetkilerle donatılmış kahin krallar, toplumuna acı (keder) getirenler, ünvanları “Keder” kökünden aldı.

Keder, Türk milletinin inacında Gök Tengri’nin erdemli oğlu Geser (Ghzer, Gheser, kawsar, kevser) idi. Keder; coğrafi özellik ve lehçelere göre hata yapıp, kedere düşen toplumlarda benzeş sesler ile anıldı. İnkalarda reis yapılan kişinin adı Keshua oldu mesela... Azteklerde Kashitl, Maya şefi Kashikel, Karayip, Florida kabile şefleri Kashekwa, Meksika kralı Kashonsee, Mısır Kush, Arizona, Afrika Kais, Afganistan Kish, Pers Kassi, Mezopotamya, Asur Kastra, Roma Kaesar, Caesar, Çin Kathat, Grek Kshatrap, İspanya Kastra, German Kaiser, Rusya’da Kazaks isimleri verildi.

Hatta bu liderlerin evlerine bile Castle (Kale) dendi.

(Kaynak; Hepiniz Türksünüz. Gene Matlock)

Bu günahlar ve keder sinsilesi, onları olabildiğince değersizleştirdi. Ve sonunda yok etti. Yaradılmışların en güzeli, beceriklisi, akıl ile ödüllendirilmişi insan, dönüşü oldukça zor “kişisel çıkar inanç” sarmalına girdiğinde, dönmek için fazla yol kalmıyordu. Değersizliği, zayıflığı her geçen gün arttı. Halk değersizleştikçe kahin kralın güçlü devletlere tavizleri arttı. Halk, malı yani kendi icadını bile temin edemez hale gelmişti. Tavizleri, esaretleri, değersizlikleri karşısında herşey gibi toprakları da bir bir ellerinden çıktı.

Bu bilinç hezeyanından kurtulmanın, gerçekliğe geri dönmenin, güçlenmenin, tekrar erdem ve kamil olmanın, yaradılmışlar arasında ayrım yapmamanın, kadınlara eşya muamelesinde bulunmamanın, çocuk istismarının, sapıkça sadece şehvet ile yaşamamanın, yanlışı değiştirmenin elbette bir çok başlangıç noktası var. Ama en hızlısı ve kurtuluş için en güzel ivmelenmeyi sağlayacak olan kesinlikle Topraktır... Toprak kutsaldır. O atadır, babadır. Ona ne verirsen çoğaltır ve sana geri verir. Buğday tohumu verirsen kilolarca buğday alırsın. Hormon, cehalet, hırs, ihanet verirsen kilolarca kanser, kayboluş alırsın.

Hani en bildiğimiz işte! Ektiğini biçersin...

Gelişim çarkımızda aynı Dünya gibi döne döne devam etmelidir. Döngünün yazılı ilkeleri vardır. Bunların biri Dişil ilke, diğeri Erkil ilke adı ile anılır. Bir kişiye bir bilgi öğretirsen, verirsen erkil hareket etmiş olursun. Veren olursun. Alan ise dişil hareket etmiş olur. Yaradılış gereği, alanın buna hızla cevap vermesi beklenir. O da bunu başkasına öğretirse bu sefer o erkil hareket etmiş olur. Bu seferde ondan alan dişil hareket etmiş olur. İşte bu döngü idarenin, dairenin, evrenin döngüsüdür. Bu sebeple “sağlıklı birine dilense bile para vermek” kişi kendine yetebilecek iken onu tembelleştirme anlamına geldiğinden ‘günah’ olur. Onun, kendine yetebilecek kabiliyetlerini törpülemiş olursun. Ve yaradan kuluna zarar verenleri, kutsal döngüye çomak sokanları hiç sevmez.

Ama yaşlı, engelli, eğitimsiz, yaradılışı anlamamış ise ve döngüde kalması için yardıma ihtiyacı varsa, sende ona yardım ettiysen, bilgilendirdiysen işte bu senin huzurla dolmana, sevaba, diğer kulların tehdidi olmadan, dış güçsüz yaşamına sebep olacaktır.

Manevi, ruhani hayatta; Erkil, dişil ayrımı yoktur. Burada kadında erkekte cinsiyetsizdir, Androjendir. İşte karma budur.

Manada iyi ya da kötü insan vardır.

İyi olmanın yolu ise; Döngüye çomak sokmamak, dünyayı ileri götürmek, kendi içinde de ilerlemek, gelişmek, kula kulluk, minnet etmemek, özellikle de zamanı israf etmemektir. Toprak gibi kuru kalmak, ihanet rutubetinden sıyrılabilmektir. Şerden kurtulmanın, yeniden iyi olana başlamanın yolu toprağımıza, atamıza, babamıza sadık kalmaktır.