Türkiye’nin Suriye, Mısır politikasının Türkiye’ye sağladığı faydalar (eğer varsa!) konusunda, bu aşamada fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ne yazık ki, büyük ve güçlü olan Türkiye bu gücünü gösteremiyor ve itibar kaybediyor.
Örneğin Suriye uçağımızı düşürdü, pırıl pırıl iki vatan evladı pilotumuz şehit oldu, biz uçağın Suriyeliler tarafından düşürülmediğini ispata çalıştık. Şimdi ise iki THY pilotu Beyrut’ta esir edilmiştir. Rica, minnet, diplomatik kurallar diye günler geçiyor. Güçlü bir devlet, pilotların yerini bulur ve burunları kanamadan, bir operasyonla, onları alır, gelir. Bunun yapılmış örnekleri vardır.
Nedendir bilinmez, birileri Esad’la can ciğer kuzu sarmasıyken, birden bire düşman oldular! Mısır’da, nedendir bilinmez, Mursi hayranı olundu. Kimse anlamıyor, bu Arap baharı denilen hadise tutmadı… Toplumlar çağdışı, gerici, yobaz idarelerin emirlerine girmek istemiyorlar. O toplumlar istemiyor ama, galiba bizimkiler istiyor. Zira adları, Müslüman kardeşler... Esad muhalifleri Türkiye’yi ateşe atmak, kendi yanlarında savaşa girmesini sağlamak için Hatay, Ceylanpınar, Cilvegözü bölgesini ateş altında tutuyorlar, bombalar atıyorlar ve birçok vatandaşımızın hayatını kaybetmesine sebep oluyorlar.
500 binin üzerinde Suriyeli gelmiş, ekmek elden, su gölden yaşıyor. Bunların Türkiye’ye maliyetleri 1 milyar doları buldu. Türkiye’nin güneyinde, Suriye’nin kuzeyinde yeni bir Kürt devletinin provaları yapılıyor. Biz ise buna karşı tedbir alacağımıza, onların sözde liderlerini muhatap alıp, ağırlıyoruz. Planlanan Kürt konferansında, Türkiye’yi tehdit eden Kürt devletinin temelleri atılıyor. Türkiye’nin kırmızı çizgisi kalmadı. Türkiye’nin dış politikası tarihin hiçbir safhasında, böyle bir duruma düşmedi. Düşman olmadığımız hiç kimse kalmadı.
Şimdi gelelim, işin enteresan yanına. Batılılar Suriye’ye, Mısır’a kayıtsız kaldı diye en ağır perdeden bağırıp, çağırılıyor. Amerika, İngiltere, Fransa kimyasal gaz olayı üzerine harekete geçmeye karar vermiş. Şimdi onlarda diyorlar ki, “Ey Türk Hükümeti, madem sen bağırdın, çağırdın, bizi vurdumduymazlıkla suçladın, gel bakalım geç önümüze, Suriye ve Esad’a, Mısır’a, Sisi’ye hadlerini bildirelim. Meydan açılınca, bizimkilerde bir tereddüt oluştu.
Öte yandan bakın adamlarda sistem nasıl işliyor. İngiltere Başbakanı David Cameron, ABD ile müdahale noktasına gelmişken, İngiliz Parlamentosu şöyle diyor: “Sen İngiltere Başbakanı, Parlamentoya atlayarak hareket edemezsin, Birleşmiş Milletlerin bulgu heyetinin sonuçlarını beklemelisin, neticede İngiltere Parlamentosu harekatı reddediyor ve askıya alıyor”. Amerika’da da durum aynı. Kongre Başkanı, Başkan Obama’yı arıyor. “Kongreden müdahale için karar alman gerekir”, diyor. Gerçi, ABD Başbakanın resen karar verme yetkisi vardır. Ancak bu yetki ABD’yi tehdit eden ve yakından ilgilendiren acil ve hayati konularda kullanılır. Başkan Obama’nın kendisinin de, söylediği gibi, “başka birinin savaşı ve derdiyle fazla ilgili değiliz”, cümlesi müdahaleye fazla istekli olmadıklarını gösteriyor.
Şimdi şöyle bir düşünün, bizde olsa ne olur!
Başbakan müdahaleye taraftardır. Ancak, Meclis Başkanı “Dur bakalım, önce Meclisten onay al, sonra harekete geçersin” diyecek olsa, vay onu diyen Meclis Başkanının veya iktidar yanlısı Milletvekilinin haline. Zaten, bizim Başbakanımız Türkiye’de azarlanacak insan kalmayınca, şimdi Batılı liderlere, Ruslara, Çinlilere, Birleşmiş Milletlere verip veriştiriyor. En doğrusunu, en iyisini sadece kendisi biliyor… Dış politikada, yanlış üzerine yanlış yapılıyor. Türkiye ekonomik, siyasi, PKK terörüne ilişkin, bunca sorunları varken, kraldan fazla kralcı bir eda ile Suriye ve Mısır’ın iç meselelerine giriyor. Evet, oralarda insanlar yok yere ölüyor veya öldürülüyor. Bundan büyük yeis duyuyoruz. Ancak, Suriye’de Esad’ı iyice köşeye sıkıştırır, çaresiz bırakırsanız, delinin ne yapacağı belli olmaz ve Türkiye’yi boş yere savaş noktasına getirirsiniz.
İktidara dış politikada başarılı demek mümkün müdür? Hele ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve bütün Batı dünyası kaçak güreşirken, yan çizmişken, Türkiye’nin tek başına kendisini tehlikeye atacak düzeyde, bu konulara girmesi acaba doğru mudur? Oysa, yapılacak iş, Kuzey Irak’ta yaşayan Türklere sahip çıkmak, bu Türk kardeşlerimizi Kürdistan Özerk Bölgesinde olduğu gibi, bir Kuzey Irak Türk Özerk bölgesinde, federasyonda hatta Kıbrıs’ta olduğu gibi ayrı bir Kuzey Irak Türk Devleti olarak organize etmek ve örgütlemek, işte aslında, bu konu Türkiye’nin menfaatleriyle yakinen ilgiliyken, biz Türkiye’yi tehlikeli sulara ve mecralara götürecek yollarda yürüyoruz…