Yorumcular, tenkid ve tebriklerini bize tevcih ettikleri gibi, zaman zaman, kendi aralarında da birbirlerine tevcih ediyorlar. Gerçekten de Türk Matbuatında başkalarına çok güzel bir örneklik teşkil edecek kadar birbirleriyle çok seviyeli bir tartışma yapıyorlar. Yalnız, övgü ve tenkid’lerinizi doğrudan bize veya birbirinizi tevcih ederken geçmişteki vukuatı değerlendirirken, günün şartlarını ve nezâketini dikkate alarak yapınız. Nasıl ki, günümüz mes’elelerini dünün şartlarına göre değerlendirirsek nasıl hataya düşüyorsak, dünde kalan, dünün mes’elelerini, bugünün şartlarına göre değerlendirmeye kalkarsak yine hataya düşeriz.
Demek isterim ki, iletişimin, bilgiye ulaşmanın, daha doğrusu, doğru bilgiye ulaşmanın çok büyük bir önem kazandığı bu devirde böylesine bir zemini bize hazırlayan, en başta Gazete’mizin kategorisinde en fazla ziyaret edilen, tıklanan bu site’nin kurucusu ve sahibi Pek Muhterem Dostum, Aziz Abdullah Akosman Beyefendi’ye, Yaz İşleri Müdürü Oğuzhan Akosman Bey’e, İnternet Editörü Filiz Argut’a, yorumlarıyla katkı veren tüm yorumcu’larımıza en hâlisâne şükranlarımızı sunarım.
- Nihad, remziyle yorum yapan değerli Kardeşim.
Allah, Kur’ân-ı Kerim’de, “Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyet’lerini inkâr edenler bilmelidirler ki, Allah’ın hesabı çok çabuktur.” (Âl-i İmran 3/19) Allah indinde kabûle şâyan, yegâne din, Din-i İslâm olduğu, Cenab-ı Hakk tarafından kat’î olarak beyan edildiğine göre, “dinler, dinler arası diyalog, semâvî dinler, hak dinler, Musevî’lerin dini, İsevî’lerin dini, Edyân-i Selâse gibi,” ta’birleri, konuşmalarında kullananlar, kitaplarında, risâle’lerinde, mebzûlen kullananlar, başkaca bir fiil işlemeseler bile, Allah’ın yukarıdaki kat’î hükmünün hilafına davranmış olmakla, zâten küfrü tazammum eden bir hareketin içerisindedirler.
Kasdettiğiniz zat ve istinad ettiği zat hakkında, koskocaman bir ansiklopedi’nin ancak isti’ap edeceği kadar yazı yazdım.
Ba’zılarının bu tesbitlere zaman zaman karşı çıktıkları, “Canım! Sen bu insanlarla ne uğraşıyorsun? Başka şeyleri yaz,” dedikleri oluyor. Bilinmelidir ki, nifak ve fısk’larıyla Müslümanları aldatan, Müslümanlardan topladıkları zekât ve diğer yardımlarla, dünya’nın çeşitli yerlerindeki Hıristiyan ve komünist’lerin çocuklarına İngilizce öğreten, Türk Eğitim Sistemine bir kuruşluk katkı vermeyen, aksine çok pahalı dershâneler sistemiyle Türk Milli Eğitim Sistemine yıllarca büyük darbeler vuranların maskelerini indirmek boynumuzun borcudur. Unutulmamalıdır ki, kâfir’in küfrünü, münafık’ın nifakını, fasık’ın fıskını izhar etmek (açıklamak) aslâ dedi-kodu değil yerine getirilmesi gerekli bir Emr-i Bi’l-Ma’ruf ve Ney-i Ani’l-Münker vazifesini yerine getirmektir. Tersine hicretin bâriz bir örneği olan, ebed-müddet bir Dâr-ı İslâm olan Azîz Vatanımızı terk edip, ebed-müddet bir Dâr-ı Küfrü tercih eden birisi için ne söylense boştur.
- A.Laedrî Kardeşim.
Elbetteki tesbitlerinizi saygıyla karşılıyorum. Fakat, bu yazıya başlarken, kısaca işâret ettiğim gibi, Fitne zuhur ettiğinde hâdiseleri buna göre değerlendirmek, geçmişteki bu tesbitleri yaparken günün şartlarına göre değerlendirmek lazımdır.
Öte yandan, “İsmet” sıfatı Peygamber’lere mahsus bir sıfattır. Peygamber’ler haricinde ma’sun ve ma’sum yoktur. Bilindiği gibi “İmam-ı Ma’sum,” Şîa’nın i’tikadıdır. Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat’ın i’tikadı ise, ne imamların ve ne de hiçbir kimsenin ma’sum olmamasıdır.
- Osmanlı Tokadı remziyle yorum yapan değerli Kardeşim.
Yorumcu’lardan ba’zılarının yorumlarında maksadını aşmış yorumlar olabilir. Fakat bizim cevaplarımızda asla, maksadını aşan herhangi bir görüş beyanı sözkonusu değildir.
Cevaplarımızda dedikodu yoktur. Aksine, ehl-i Sünnet hassâsiyeti vardır. Asr’ımızın en büyük fitne’lerinden birisi de, sünnet’lerin terki, bid’atların hudusü-zuhuru (meydana çıkmasıdır) günümüzde, ehl-i Sünnet hassasiyeti olması gereken cemaat ve câmia’ların bile, bid’atlara düçâr olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduklarını dikkate alırsak bu husustaki hassâsiyetimizi anlayışla karşılamınızı beklerim.
- Üveys remziyle yorumlarıyla katkı veren değerli Kardeşim.
Lâyık olmadığım halde medhedici sözleriniz için teşekkür ederim. Asr’ımızın Müceddidi, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) Efendi Hazretleri’nin birincil vazifesi ve evlâdına en büyük vasiyet’lerinden birisi, Sünnet-i Seniyye’nin ihyası, bid’atların yok edilmesidir.
Ümmeti Muhammed arasında, bir bid’atın ihdas edilmesi bin sünnetin öldürülmesi ortadan kaldırılması demektir.
Bid’atları, Bid’at-ı Hasene, Bid’at-ı Seyyi’e olarak ikiye ayırıp ba’zı bid’atları “güzel addetmek” olsa, olsa ehl-i Bid’atın işidir. “Agah ve mütenebbih olunuz! Ki, bütün işlerin en şerlisi sonradan ihdas olunan şeylerdir. Her ihdas olunan bid’attır, her bid’at dalâlettir, her dalâlet de cehennemliktir-cehenneme’dir.” (Hadis-i Şerif)
Hazreti Peygamber’in “Dalâlettir,” buyurduğu şeylerde aslâ “Hasene” güzellik bulunmaz.
Hicrî ikinci bin’in Müceddidi, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fârukî es-Sirhindî (K.S.) Efendi Hazretleri, bütün Fukahâ’nın ittifakıyla kerâheten mekruh olan bir şeyden sevap beklemek, hâşâ! Sümme, sümme hâşâ! “Haram olan bir şey’i helâl addetmek gibidir,” buyuruyor.
Tesbih Namazı, zahmetli bir namazdır, “Amellerin en hayırlısı, zahmeti çok olanlardır,” fahvasınca, tesbih namazının sevabı çoktur. Fakat nâfile namazların gizli ve yalnız kılınmaları esastır.
“Tesbih namazını cemaatle kılmak bid’at olsa bile, ibâdete teşvik olduğu için bid’at-ı Hasene hükmündedir,” tarzında bir yorum, aslâ kabul edilemez. “İbâdettir, ibâdeti teşvik etmek lâzımdır,” denilerek kerahet vakitlerinde nâfile veya kaza namazlarının kılınmasına izin verilmez. İbâdettir, teşvik edilmesi gerekir, denilerek ramazan ve kurban bayramlarının birinci günlerinde oruç tutulmasına izin verilmez. Tahrimen mekruh olan bir şeyden sevap beklemek, fıkıh’ta Necaset-i Hafîe kabul edilen, tamamen bevl ile ıslanmış bir elbise ile namaz kılmaya benzer.
Bu hususta i’tirazı olan kardeşlerimize, İmam-ı Rabbânî Hazretleri’nin Mektubatı’ndan, 1.Cilt/288. ve diğer mektupları okumalarını tavsiye ederim.
- A.Lâedri remziyle sürekli yorumlarıyla bize katkı veren değerli Kardeşim.
1970’li yılların ortalarından i’tibâren zuhur eden ve bu ümmet arasında derîn yaralar açan büyük fitne’nin muhataplarından ve mağdurlarından birisi de benim. Bir yerde fitne ateşi yakıldıktan sonra, kimisi, çok samîmî bir şekilde bu ateşi söndürmek için elinden geldiğince gayret sarf eder, kimisi söndürür gibi yapar, kimisi karşıdan seyreder, memnûniyetle elini ovuşturur. Kimisi, “acabâ, bu yangından ne kapabilirim,” hesabını yapar, kimisi de yangını daha da artırmak için benzin döker. Keşke, sizinle yüzyüze görüşebilme imkanım olsaydı da, büyük yangında kimler nasıl davrandılar anlatabilseydim!..
“Kavgada yumruk sayılmaz” denilir. “Kurt Dumanlı havayı sever,” denilir fitne’nin zuhur ettiği, bulutlu ve dumanlı hava’nın etrafı kapladığı bir sırada, kimin, kimin adına neler söylediğini kestirmek mümkün olmaz. Kendi söylemek istediklerini “Birilerine” söyletenler çok olmuştur. Bugün o günlerin vukuâtını değerlendirirken, günümüz şartları içinde değil de o günün şartları içinde değerlendirirsek daha isabetli davranmış oluruz...