Elini her cebine attığında değersizliğin yüzüne yüzüne çarpması ne kadar zormuş. Bir de değersizleniş yetmezmiş gibi, diğer taraftan gelecek nesillerin hakkından hoyratça yediğini hatırlayarak, ahları şimdiden çarpar yüzüne tokat gibi…

Asgari ücret açıklandı.

İyi mi? Kötü mü? Ne kadar anlatılsa inanmak istediğine inanıyor insan… Hatta akla, bilime hiç bakmadan… Baktın anlaşılmıyor, iyisini de kötüsünü de zamana bırakmak tek seçeneğin olur. Kısa zaman içinde azalan ya da artan alım gücü anlatır kendini…

İyi kötüyü ayıştıramasa bile hemen dolar ile kıyasladı. Açıklanan asgari ücret bölündü, çarpıldı dolar bazında ne denli bir zam olduğunu ölçüldü. 2021’de 383 dolar olan asgari ücret 260 dolara düşmüştü. Bunun önüne geçmek için “Ama dolarla kıyaslamayın” tavsiyesi en yetkili ağızdan yapıldı. Bu konuşmanın ardından kur yine arttı. Asgari ücret 10 dolar daha düştü, 250 dolar oldu.

Peki neden halk ücretini dolar ile kıyaslıyor?

Alışveriş yaparken birçok esnaf, sanatkâr, tüccar dolar ile fiyat veriyor?

O zaman biraz daha geriye gidelim. Dolara şiddetle bağımlılığımız nerede başladı hatırlayalım…

Yıllardan 2003 idi. “Babalar gibi satarım”, “Kâr edeni de zarar edeni de satacağız” diye inlemişti üst sütun manşetler…

Aradan yıllar yıllar geçti ve 2021’de görüyoruz ki banka mevduatlarımızın %63’ü dolar mevduatı olmuş… Çok şaşırıp “Nasıl olmuş bu acaba?” diye sorabilirsiniz… Evet haklısınız bu acı bir rasyo… %40’a kadar belki kabul edilir ama %63’te nedir?.. Bu tam olarak ekonomi biliminde yerel paranın hükmünün kalmadığını, kendi toplumunun bile ona güvenmediğini, yerel olmanın değersizliğini ve elbette bağımlılığını anlatır.

O zaman tekrar bir geriye bakalım, sebep olan adımları hatırlayalım!..

O unuttuğumuz limanların, elektrik santrallerinin, özel işletmelerin, KİT’lerin, binlerce taşınmazın, isim haklarının, maden ruhsatlarının, makine demirbaşlarını hatırlayalım.

Tekel ile hızlıca başlayalım… Çünkü bilinçli toplumun ilk büyük travmasıydı. Özelleştirilmesi, büyük sansasyon yaratmıştı. Kârlılığı çok yüksek olan Tekel, stoklarından bile daha az bir bedele, önce geçici olarak bir yerli firmaya, kısa sürede de yabancıya satıldı. Tekel Genel Müdürünün “Türk tütün piyasasına saygısızlıktır” bağırışları o günleri hatırlayanların kulaklarındadır. Dediği de oldu Maltepe, Samsun, Bafra, Birinci, Türk Hava Kurumu, Silahlı Kuvvetler, İzmir gibi yerli sigaraların tamamı kapatıldı. Çiftçimizden tütün alınmaz oldu. Bugün hepimiz yabancı çiftçilerin tütünlerini tüketiyor. Kendine kadar eken bazı yerli çiftçilerimizin  üretim ise  neredeyse yok olmak üzere.

Sigara fabrikaları Adana, Ballıca, İstanbul, Malatya, Tokat, Bitlis yabancılaştı…

Tuzlaların satışın da ise Kağızman, Çankırı, Kaldırım, Tuzluca, Kayacık diye liste uzayıp gidiyor…

Santrallerimiz Beyköy, Denizli, Çıldır, Ataköy, Tunçbilek, Orhaneli, Çatalağzı, Soma, Mercan santralleri diye aynı hızla liste yine uzuyor…

Şeker fabrikaları Alpullu, Afyon, Bor, Turhal, Kırşehir, Çorum, Elbistan, Muş, Erzincan, Erzurum…

Limanlar Mersin, Galataport, Samsun, Bandırma, Tekirdağ, Çeşme, Kuşadası, Dikili, Trabzon, Salıpazarı, Derince, İskenderun…  

Madenler Seyit Ömer, Güney Ege, Eti bakır, Murgul, Samsun, Yeniköy, Bursa ve daha bir çoğu…

Petkimi, Telekomu, Tüpraşı…

Bitmedi… Yine İngilizi, Amerikalısı, Korelisi, İtalyanı ile dolar bazında anlaşılan otobanlar, köprüler, hastaneler, altgeçitler…

Eee tabi birde ürettiğinden çok tüketen, tüketim toplumu haline getirilen bizler için ithalat var. Ürettiğinden çok tüketmeye sevk eden, toplumu tembelleştiren, yabancıyı zenginleştiren o vahşi alımlar…  

Mesela; Sırbistandan büyük baş hayvan eti, ayçiçeği tohumu, yağı, kuş yemi, köpek-kedi mamaları, havuç, buğday, bezelye, mısır, fasülye ve daha bir çok meyve-sebze alımları… Hemde gümrük vergisiz…

Rusya’dan buğday, arpa, ayçiçeği, doğalgaz…

Yunandan balık, hatta midye… Evet evet her yer deniz ama midye Yunandan...

Sanırım en çok eleştiri alan Bulgar’dan saman alımı olmuştu…

İç karışıklık yaşadığını bildiğimiz Suriye’den patates, soğan, kahve, çay, bakır, pamuk, hayvansal ve bitkisel yağlar…

Almanya’dan Makine, Otomobil…

ABD’den yakıt, cep telefonu, bilgisayar, pamuk, mısır yağı, soya fasülyesi, ceviz, badem, otomobil, helikopter…

Çin desen say say bitmez. Şu elinizin altında ne varsa hammaddesi kesin oradan…

Katarı, Suudi Arabistanı, Japonyası, Kanadası, Güney Koresi hepsi Türkiye’ye girmiş durumda…

Medeniyetin beşiği Anadolum, tarım ülkesi olan topraklarımız, 3 tarafı denizler ile çevrili güzel vatanımıza neler olmuş. Yabancı dolmuş, yaban olmuş...

Dolar’a endekslenmeyen neyimiz var acaba diye üzerine düşünsek, bulmak imkânsız… Sınanıyoruz ve ne enteresan ki! Hristiyan parası dolar ile sınanıyoruz. Bak şimdi!.. Bu nasıl olabilir? Peki madem oldu. O zaman acaba neden?..

Şimdi “Saygıdeğer asgari ücret, anladık dolar senin kalemin değil… Peki sen söyle bu çerçevede seni ne ile kıyaslamalıyız?...  

Bir Türk’ün elini cebine attığında, cebindeki paraya teması ile eli tir tir titreyen… Yüreği adeta buz kesen… İçi ürperen… Türk’ün değerini, Türk’ün Lirasının değersizleşme sebebi… Tüm kalelerin, fabrikaların teslimi değil mi? Dolara bağımlılığımız değil mi?

Unutma 2002’de 1 gram altın 6,43 TL idi. Bugün 750 TL ise suçu ona, buna, yabancıya, dış güce falan atma… Suç sende, bizde…