Türkiye garip bir ülke! Bir takım insanların sadece tek doğruları var. Adına cumhuriyet de deseniz, demokrasi de hiç fark etmiyor onlar için. Çünkü ezberlerini ve siyasi iktidarlarından fedakârlık yapmak düşüncelerinde yok. Cumhuriyet de, demokrasi de onlar için sadece kendileri gibi düşünenler için geçerli. Çağdaş olmak kendileri ile kâim, diğerlerinin ya inançları, ya giyimleri veya davranışları onlarla benzeşmediği için gericilik, yobazlık vs ve de vs.... Bazı Okuyucularım için belki tekrar olacaktır ama bugünü anlamak, bugün başörtüsü için Anayasa Mahkemesine başvuran zihniyeti anlamak için yine düne bakmamız gerekecektir. İşte ben de bu yüzden tekrar dünden bahsetmek istiyorum.... O halde dünü unutmadan... Demokrasi sanki bir kurgu gibi gündeme sokulmuştu. Türkiye'de insanlar, tepeden inme, beklenmedik bir yapıyla karşılaşmışlardı ilk nazarda. Oysa öncesinde bir kaç denemesi daha vardı amma oyunda hep isteyenlerin koydukları kurallar geçerliydi. Demokrasinin evrensel değerleri değil, kural koyucuların hükümleriydi esas olan! İşte bu anlayışla gündeme sokulmuştu demokrasi Türkiye'de. Bu yüzden denemeler bu anlayışın yansımalarının getirdikleriyle doludur. Ve, 1950' li yıllar da demokrasiyi bundan farklı bir zemine oturtmamıştır. Belki isteyerek ve bilerek! Belki de!... Hatırlayalım... 1950 de C.H.P.'nin seçim kaybetmesi ile demokrasi havarisi (!) lider ve kadroları 14 Mayıs'tan daha üç ay sonra siyasî tahriklere başlamışlardır. 1957 seçimleri öncesinde ise tahrikler çılgın boyutlara ulaştırılacaktır... O günlerde görünen yüzde "Partizanlık" vardır. Fakat olaylar saptırılarak "ilericilik-gericiliğe" dönüştürülmüştür. Ve inanması güçtür ama siyaset daha o günlerde yeraltına inmiştir. O yıllarda, iktidar muhalefet çekişmesi içinde, iktidar boy hedefi haline getirilirken devleti devlet yapan müesseselerin yıpratıldığının farkında bile olunmayacaktır. Çünkü inanılan değil, gününe göre siyasî tercih ve tahrikler söz konusudur. Kısaca söylenilenle, bugün sözü edilenlerin farklılaşması daha o ilk günlerde başlamıştır. Bakınız nasıl... 14 Mayıs 1950 öncesi iktidardaki İ.İnönü; "masum üniversite talebesinin büyük kitlesi içine girmek fırsatını bulmuş olan politikacılar, üniversite talebesi adına memlekette ehemmiyetli bir mesele çıkarmışlardır. Fakat haber vereyim ki, aile babalarının göznuru ve memleketin istikbâli ve dayancı olan gençlerimizin tahrik politikalarının insafsızlığına kurban olmalarına kayıtsız kalamayız. (9 Mayıs 1950)" Aradan bir kaç yıl geçmiştir ve İ.İnönü muhalefettedir, bu defa 6 Eylül 1953'te üniversite gençliğine başka şeyler söylemektedir: "Gençler ! İktidar size teveccüh etmektedir. Milletimiz önümüzdeki seçimlerde C.H.P.'yi tekrar iktidar vazifesine davet etmektedir. Genç arkadaşlarım. O gün için ciddi olarak hazırlanın". İşte, çifte karakterli siyasetin torunları o günlerde atılır. Arada yaşanan yıllar hiçte iç açıcı değildir. Hele bir 1957 öncesi ve sonrası vardır ki, o günleri bugünlerden ayırmak doğru bile değildir. Değişen belki sadece zamandaki değişimlere uygundur. Nitekim varılan 27 Mayıs 1960 ihtilâlidir. Bu darbe, Türkiye'deki bölünmenin odaklaştığı noktadır. Millet çoğunluğunu karşısına alan zinde kuvvetlerin (!) işbirlikçi okumuş-yazmış ve de siyasîlerle, kamplaşmanın vebâline kucak açtıkları gündür 27 Mayıs. Ülkede "Kuyruklar, gericiler, ilericiler, zinde güçler" kavgası başlatılır. İftiralar, tahrikler, yalanlar boy boydur ve basın bunun âletleri arasındadır. Tıpkı bugünkü gibi... Yıllarca sürer bu fitne. Ama C.H.P.'ye bir türlü seçim kazandırmaz! Devletin partisi (!) yeni arayışlar içindedir. Varılan sonuç bu defa ideolojik bir saplantı olacaktır: "Ortanın solu" bulmacası böylece gündeme sokulur. Bundan sonra ülkedeki kamplaşma ideolojik bir ortama sürüklenecektir. Yeni kamplaşmalarda 1961 Anayasa'sının devletin sırtına geçirdiği ve hukuk devletini laçkalaştırdığı yapıda müessir bir rol üstlenecektir. İdeolojik çekişme "solculuk, sağcılık", "komünistlik, milliyetçilik" tarzında şekillenir. Eğitimden, emniyet güçlerine kadar devlet kurumları bütün müesseseleriyle "der'li", "sen'li" ikili kamplara sürüklenir. 12 Mart 1971 darbesine bu ortamda varılır. Demokratikleştirme iddialarının altında "İdeolojik devrim" arayışları yatmaktadır. Ve silâhlanma yaygınlaşmaktadır. Devrimcilik, ilericilik, Kemâlizm, gericilik, irtica, sosyalizm, komünizm, ülkücülük, milli görüşcülük ve milliyetçilik yeni başlıklardır. Basının çoğunluğu bu oyunda devrim çığırtkanlarının yanındadır. Çünkü muhalefet yapmak satış yapmaktır! Ya vatan, ya devlet, ya millet!... İdeolojik başkaldırma denemeleri gençleri, işçileri ve halkı kamplara bölmüş birbiriyle ölesiye vuruşturmuştur. Komünist ihtilâl denemeleri, sol yumrukların havaya kaldırıldığı devlet güçlerine karşı baş kaldırmalar, kır gerillası, hücre evleri vs. vs. hep bu sıralardadır. Mezhep kışkırtmaları, spor sahalarında rekâbeti savaşa dönüştürme çılgınlıkları o günlerdeki olaylardır. İlk hedef ülke için anarşi sonrasında devrimdir. Sağ da boş durmaz. Önceleri "nefsi müdafaa" ve "vatan elden gidiyor" kaygılı direnme vardır, ama eline silâh tutuşturulanlar genç delikanlılardır. Bu arada sağda solda kendi içinde kamplaşmıştır ve kendi içinde bile vuruşmaktadır. Ve ülke böylece zıvanadan çıkarılır. Polis yıpratılır, askere alkış tutulur ve darbeye zemin hazırlanır! Beklentiler, yapılan hazırlıklar sol darbe yönündedir. Ama oyun tutmaz... 1980'den sonra iç uzlaşma çok uzun süreli olmayacaktır. Kürtçülük, etnik şekillendirme, Güneydoğu'da baş kaldırma arayışları başlatılır bu defa. Fundamentalizm, din düşmanlığı, siyasî İslâmcılık, lâikçilik ve nihayet mezhep kavgası tahrikleri yeni kıvılcımlardır. Siyasiler ya basiretsizlikle, ya hamakatla yeni gelişmelerde rol alırlar. P.K.K. yandaşları bu ortamda birilerinin eliyle Meclise taşınırlar! İçerde ve dışarda işbirlikçilik puslu havanın hem yapımcısı, hem yönlendiricisidir. Tahriklerde birileri maşa olarak kullanılırlar ama kaybeden ülke bütünlüğüdür, istikrardır. Tıpkı şurada, burada her an ortaya çıkarılmak istendiği gibi ! Kısa zamanda bölücü pankartlarla yola dökülünür. Parti kongrelerinde Türk bayrağına hakaret edilir, İstiklâl Marşı okunmaz! Tahrip edilen milletin öz varlığıdır. Kazanan iç ve dış düşmandır... İhtiraslar öndedir. Vurgun, mafya, çıkar yönündedir! Sağ ve sol veya radikal ile merkezci tepede, koalisyonlarda uzlaşırlar! Türk İslâm düşüncesi mi? O birilerinin işine gelmez. Çünkü onda 1000 yılı aşan bir bütünlük vardır. Ve demokrasi ancak bu şuurda var olabilir. Tıpkı yüz yılların getirisinde görüleceği gibi... Şöyle bir hatırlayalım bu mantığı... Dün gül pembe, bugünse simsiyah. Dün söylediklerimizle neyi tenkit etmişsek bugün tekkid ettiklerimizi uygulamakta beis yok! Dün neyi yapmışsak bugün yapılanlar bizim yaptıklarımızdan farklı olmamasına rağmen, bizim yaptıklarımız Türkiye'nin yüce menfaatleri içindir, başkalarının aynı davranış biçiminde olmaları ise yanlıştır. Dün özelleştirme hareketleri iktidarımızın başarısı idi, bugün muhalefette olduğumuza göre yetersiz ve yanlış davranış biçimidir! Dün tenkit ettiklerimiz bugün öğündüklerimizdir! Dün yaptıklarımıza bugün de devam edilmektedir, amma neylersiniz ki iktidarda değiliz, şu halde bugün yapılanlar ülkenin aleyhinedir! İşte böyle bir siyaset anlayışıyla "doğrular (!)" ortaya konulmaktadır. Çocuklarımıza öğreteceklerimiz herhalde bu doğrular (!) değildir, ama içine sürüklenilen siyasî zeminin yansıtıcısı bunlardır !... Oysa, politika devlet idare etme san'atıdır, şaşırtma, yanıltma, dün söylediklerini inkâr etme veya farklı zemine uyarlama değil. Ne yazık ki yukarda sıraladığımız çelişkili ifadeler politikacıların inandırıcılığı hakkında ortaya çıkan kuşkuları artırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Ne olurdu genç demokrasimize her şeyi inkâr ederek muhalefet yapmak veya dünü yok kabul ederek iktidarı sürdürmek anlayışı yerleşmeseydi! Bugünün gençleri, önlerinde gördükleri örneklerin doğruların eğrilerle karıştırmalarını, yokla varı bütünleştirmeğe çalışmalarını, dünle bugünü bir türlü bir araya getiremeyişin sırrını doğru teşhis etseler, yarına ve yeni ufuklara doğru yanlış adım atmasalardı !...