STAKEHOLDER TEORİSİ
            
Sabancı Üniversitesi tarafından, Değerli Dostum Doç. Dr. Oğuz Babüroğlu’nun girişimi ile, Sabancı Center’da düzenlenen toplantının konuşmacısı, dünyaca ünlü teorisyen Prof. Dr. Edward Freeman ve görüşülen konuda ‘Stakeholder Teorisi’ idi.
Yeni kapitalizm yaklaşımı içinde, ‘Stakeholder Teorisi’ mevcut ve yönetimsel kapitalizme karşı olan bir kuramdır. Eskisinden farklı olarak, yeni kapitalizm hikayesidir. Kapitalist ve serbest piyasa düzeninde şirketlerin varoluş amaçlarının yeniden tanımlanmasıdır. Şirketin kimin çıkarı ve kimin faydası için yönetilmesi sorusunun irdelenmesi ve tanımlanmasıdır. Hedefler, iş etiği şirket ve ülke değerleri arasında kurulan dengeli ilişkiler yönetimidir. Yukarıdaki hedefler ışığında, şirketlerin yönetim biçimi ve yöneticilerin davranış şekilleridir.
“Stakeholder Teorisi’, sadece hissedarların ve şirket sahiplerinin menfaatlerini maksimize eden bir yol değildir. Hissedarlığın ve paydaşlığın yeni bir tanımıdır. Kurumsal yönetişim, kurumsal sosyal sorumluluk ve gelişme, sürdürülebilirlilik kavramlarının herhangi birini tek başına ifade edemeyecek bir sistemdir. Bu yaklaşım, özellikle ABD’de kurum ve şirketlerin topluma karşı ödev ve sorumluluklarını yeniden tanımlayan ve ön plana çıkaran bir anlayıştır. ABD’de şirketler, birçok hissedarlardan oluşmaktadır. Şirketlerin temel amaçları mutlak ve mümkün mertebe çok kâr etmek ve bu kârı hissedarlar arasında dağıtmak noktasında odaklanmıştır.
Prof. Freeman son zamanlarda, bu anlayışın, yeni “Stakeholder” savunucuları tarafından desteklenerek, değişime uğradığını veya uğramaya başladığını, şirketlerin fertler ve toplum için neler yapabilecekleri hususunun ön plana çıktığını ifade etmektedir. Karl Mark’sın, “Das Capital’da” proletarya, emek ve emeği ezen sermaye sınıfının bir gün ortadan kalkacağını öngörmekteydi. Karl Mark’sın, bu beklentisinin ABD toplumunda, şirketlerin hisseler yolu ile, toplumun malı olması yolu ile ortadan kalktığı görülmüştür.
Pepsi Co, Tamek grubunda genel müdürken, o sırada Türkiye’yi ziyaret etmekte olan, Pepsi Co İnt.’in ünlü başkanı Roger Enrico ile The Marmara Otelinin Roof’unda yemekteydik. Kendisine sordum, “Enrico, siz çok zengin bir kişi olmalısınız, zira, koskoca Pepsi Şirketinin sahibisiniz”, Enrico güldü ve cevaben; “Ben Pepsi’nin sahibi falan değilim, ben biriktirdiğim üç-beş kuruş parayla Pepsi’nin hisselerinden satın aldım, bu da çok küçük bir meblağdır, ancak, beni bu göreve Pepsi Co. Hissedarlar Kurulu getirdi. Bende diğer görevleri ve şirketin yönetimini organize ediyorum. ABD işletme kurallarına göre, bir şirket %10 – 15 arasında kar elde etmezse, o şirketin yöneticilerini, başarısız sayarlar ve kapıya koyarlar. Bende kapıya konulmamak için ve şirketin öngörülen kârı elde etmesi için çaba harcıyorum”, dedi. Daha sonra, duydum ki Roger, işten ayrılmış ve Pepsi’nin bir başka görevine tayin edilmiş. Gene yakın dostum Nebraska Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Jack Gobbel’e birgün sordum; “Jack, gayet güzel bir hayat yaşıyorsun ve sürekli eşinle dünyayı geziyorsun, galiba Amerika’da profesörlerin emekli maaşları dolgun”, dedim. Jack cevaben; “Yok zannettiğin gibi değil, makul bir maaş alıyorum, ancak ben, 6 şirketin sahibiyim”. Ben “nasıl yani” dedim. “Evet ben tasarruflarımı biriktirerek, uygun gördüğüm şirketlerden hisseler aldım, yani bir nevi, bu şirketlerin hisseler yoluyla sahibiyim, onların yıl sonunda dağıttıkları temettülerle yaşıyorum. Hiçte fena para vermiyorlar” dedi.
Amerika’da konuşulan yeni sorumluluk yaklaşımının Türkiye ile mukayesesi zor görünmektedir. Türkiye’de hala aile işletmeciliği ve sahipliği geçerlidir. Müteşebbislerin kafasında, “yemedim, içmedim, bu şirketleri tırnaklarımla kurdum, başkalarına yedirtmem ve emanet edemem” düşüncesi bulunmaktadır. Bu zihniyet değişmeden şirketlerin profesyonel yöneticilere bırakılması mümkün değildir. Bunu, ben de özel sektörde yaşadım, bir profesyonel yönetici, yönetimin belli kademelerine kadar gelebilir, ne kadar değerli olurlarsa olsunlar belli bir noktadan sonra ileriye gidemezler. Nitekim ülkemizin, en büyük holding gruplarının şirketleri, onlar ne kadar profesyonel yönetimi benimsiyoruz derlerse desinler, yönetim kurulu başkanları mutlaka patron veya aile çevresidir. Bunun yanı sıra, ülkemizde, daha birinci ve ikinci kuşaklar işbaşındadırlar ve şirketlerin profesyonel yöneticiler tarafından idare edilmesi, şirketlerin sahipleri tarafından hoş karşılanmamaktadır. Bu nedenle, şirketlerin aileden olmayan, profesyonel yöneticilere bırakılması ve Amerika’da olduğu gibi, şirketlerin ferdi hissedarlar tarafından topluma yaygınlaştırılması güç ve alınması uzun bir yol olarak görülmektedir.
Ben yıllardır, şu tezi ileriye sürmekteyim, “Özel sektörün özelleştirilmesi”. Ancak, yukarıda ifade ettiğim gibi, Türkiye bu noktaya gelememiştir. Çok yararlı geçen Sabancı Center’daki toplantıda bir husus dikkatimi çekti. Katılanlar, Türkiye’nin büyük holding gruplarının, üst düzey yöneticileri ve bazı öğretim üyeleriydi. İzleyiciler Profesör Freeman’ın konuşmasını simültane çeviriye ihtiyaç duymadan, doğrudan takip ettiler, yemek sırasında görüştüğüm bu şirket mensuplarının büyük bir çoğunluğunun ABD başta olmak üzere, yurt dışında okuduklarını ve Türkiye’ye dönüp, görev aldıklarını öğrendim.
Amerika’da, işletme derslerinde, eğer başarılı ve kaliteli sonuca ulaşmak istiyorsan, kaliteli insanlarla çalışacaksın tezi okutulur. Bu genç iyi yetişmiş ve çağdaş düşünceli insanları gördükçe, geleceğe dair umutlarım ve inançlarım olumlu şekilde artmaktadır.