Kaleme aldığımız ve bu sütunlarda yayımlanan, Merkezî Sistem Ezan, Merkezî Sistem Va’az ve “Zorluklar Aşılırken Üzerine Umûmî Bir Değerlendirme” serlevhalı yazılar üzerine, Dostumuz Dr. Tayyar Altıkulaç tarafından gönderilen mektubu noktasını virgülüne dokunmadan, büyük bir memnûniyetle ve şeref duyarak sütunlarıma alıyorum.

“Muhterem Mustafa Akkoca
Önce VATAN yazarı
Muhterem kardeşim,

2, 9, 12/Aralık/2011 tarihli Önce VATAN gazetesinde yayımlanan “Merkezi Sistemlere Bir An Evvel Son Verilmelidir” ve “Zorlukları Aşarken Üzerine Umumî Bir Değerlendirme” başlıklarını taşıyan yazılarınızı memnuniyetle okumuş bulunuyorum. Bu yazılar, -şahsım hakkındaki takdirkâr ifadelerinizi değerlendirmemin dışında tutarak belirteyim ki -hakkınızda bugüne kadar taşıdığım ve zaman zaman gıyabınızda dile getirdiğim “uyumlu, munsif, hakşinas, yumuşak tabiatlı…” kişiliğinizi bir kere daha ortaya koymuştur. Bu vesile ile size samimi teşekkürlerimi ifade etmek isterim.
Ancak her iki yazıda dikkatimi çeken birkaç hususu (sehvinizi) -tarihe yanlış bir not düşülmemesi adına- düzeltmemi hoş göreceğinizi umuyorum.
1. a) Söz konusu yazılardan ilkinde:  “Zamanın Millî Eğitim Bakanı, pek muhterem Ali Naili Erdem Bey kendisini Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı iken Milli Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müdürlüğü’ne davet ettiğinde, pek çok şartın yanında, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne, bu enstitüden mezun olmayanların ta’yin ve nakilleri hususunda ısrarlı olunmaması, hatta teklifte bile bulunulmaması şartını da koşmuştu.” şeklinde bir ifade yer almıştır. Sayın Ali Naili Bey’den “İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne, bu enstitüden mezun olmayanların tayin ve nakilleri hususunda ısrarlı olunmaması”nı değil, asgari doktorasını yapmamış veya bu Enstitülerde tez çalışması yaparak ilmî yeterliliğini isbat etmemiş olanların Yüksek İslâm Enstitülerine tayinlerinin yapılmamasını istemiş, o da bu talebimi yerinde bulmuştu. Yani burada enstitü ve fakülte ayırımı gibi bir şey söz konusu olmamış, nitelikli eleman konusu üzerinde durulmuştur.
b) Aynı yazınızda: “Makamında CHP’nin milletvekillerinden birisinin fiilî darp tecavüzüne maruz kalmıştı. Hizmete ehil ve lâyık olmayan birisi siyasî baskıyla bir yere tayinini ister, istediği gerekçeler bildirilerek nazik bir şekilde reddedilince öfkelenir, kaba kuvvete başvurur, makamında bir Diyanet İşleri Başkanı’na (Dr. Tayyar Altıkulaç’ın şahsı hiç önemli değil) yumruk atar.” denilmiştir. Olayda sözlü tartışma, hakaret ve silahla tehdit dışında  “darp” ve “yumruk atmak” gibi bir fiil gerçekleşmemiştir.
2. İkinci yazınıza gelince;
a) Merhum Süleyman Efendi’yi bana tanıtamadığınız elbette doğrudur. Siz de kabul edersiniz ki, ihtilaf üzere olmak varken maalesef böyle şeylere sizin de bizim de vaktimiz olmamıştı.
b) Kitabımda “Üstad Hazret’leri” ve “Büyük bir âlim” sıfatlarını -sizin tabirinizle “mebzûlen”  ve “cerbezeci” olan merhum zat dâhil- doğrudan kimse için kullanmadım ki, Süleyman Efendi merhum için kullanmış olayım.
c) Kitapta “flu” ve “meskûtün anh” konuların bulunduğu doğrudur. Takdir edersiniz ki -istemeyerek de olsa- özellikle cemaatler konusuna girmekteki maksadım, bu konuda her şeyi yazıp dökmek değil, özellikle “filan cemaatle uğraşmakla” suçlanan biri olarak kendi durumuma ve pozisyonuma açıklık getirmek, söz konusu cemaatle kavganın benden çok önce başladığını, aksine bulunduğum her konumda te’lif-i beyn çabası içinde olduğumu anlatmaya çalışmaktır. Bunu yaparken elbette bazı hatalarımdan ve belki bazı aşırılıklarımdan söz etmek mümkün olacaktır.
Bilvesile selamlarımı, dualarımı, sağlık ve başarı dileklerimi sunuyorum.
19.12.2011
Dr. Tayyar Altıkulaç”

Dostumuzun mektubunda, aslâ layık olmadığım halde cömertçe iltifatı ve fakiri medh-u senâ ifadeleri derîn mahcubiyetime sebep olmuştur. Teşekkürüm, “sehvimizi”, zühûlümüzü tashih ederken bile “Mevi’ze-i Hasene’ye” ve mücamele’ye itinâ göstermelerindendir. Günümüz Türkiye’sinde, “Üdebâ”, demeyi çok arzu ederdim, fakat diyemiyorum, yazar-çizer takımı ile siyâsî’ler arasında cereyan eden polemiklere bakıldığında, Üstad’ın bu tavrı yol gösterici emsalsiz bir örnektir.
“Hâfıza-i Beşer Nisyân ile ma’lûldür.” denilmiştir. İnsan oğlunun en önemli zaaf’larından birisi de şüphesiz nisyanıdır. İlk unutan da ilk insandır, “Evvelü’n-Nâsî, Evvelü’n-nâs’dır.” “Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşürsek bizi sorumlu tutma!” Nazm-i Celili fahvasınca, unutarak ve hatâ’en yaptıklarımız, yazdıklarımız, elbette bilerek ve kasıtlı iftira yanında ma’kul ve afvediler kabul edilmelidir.
Bizler, dâimâ yazmakta olanlar, her ne kadar doğruları, yalnız doğruları yazmaya gayret etsek de zaman zaman, nisyân ile hataya düştüğümüz de oluyor. Bizler hata edeceğiz, nisyanımıza mağlup olacağız, dostumuz gibiler bizim “sehvimizi”, zühûlümüzü tashih buyuracaklar. Böylece, “Müsâdeme-i Efkâr’dan Bârika-i Hakîkat Çıkacak”, gelecek nesillerin araştırmacılarına ve tarihçilerine şüphelerden arınmış, sahîh ve metîn ma’lumat bırakacağız.
Dostumuz, Dr. Tayyar Altıkulaç Bey’in “Zorluklar Aşılırken” adını verdiği geniş muhtevâlı hâtıratı’nda, “EKLER” bölümünde çok önemli vesikalara yer verilmiştir.
Bunlardan birisi de, 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra kurulan, Askerî hükûmette Millî Eğitim Bakanlığı’na getirilen, emekli General Hasan Sağlam, devrin Diyânet İşleri Başkanlığı’nı tedvirle vazifeli Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e, 22.12.1980 gün ve 325,20-018323 sayılı bir yazı gönderiyor.
Yazı şöyle:
“Sayın Mehmet Özgüneş
Devlet Bakanı
İmam-Hatip Okulu İdare Yönetmeliği’nin 140. Maddesi “Öğrenci giyiminde sadelik ve temizlik esastır. Öğrencilerin göze batan saç tuvaleti (Tualet) Fransızçadan dilimize musallat edilmiş bir kelime olup doğru kullanımı (Tuvalet) değil, “Tualet” olmalıdır.- yapmaları, sakal ve favori bırakmaları, sivil kasket ve şapka, bere giymeleri ba’zı kimselerin kılık ve kıyâfetlerini taklit etmeleri yasaktır” hükmünü getirmiş olmasına rağmen bugün İmam-Hatip Liselerinin büyük çoğunluğunda kız öğrencilerin içte ve dışta başlarını kapattıkları, hattâ ba’zı okullarda tek tip uzun pardesü giymek suretiyle örtünmeyi daha da ileri götürdükleri müşahade edilmiştir.
Atatürk ilkelerine tamamen aykırı olan bu durumun düzenlenmesi için yukarıda belirtilen yönetmelik maddesine açıklık getirmek üzere Tâlim ve Terbiye Kurulu Dairemizde çalışmalara başlanmıştır.
Ancak, Bakanlığı’mıza yapılan başvurulardan, kız öğrencilerin başlarının açılmasına karşı bulunanların da olduğu anlaşılmaktadır.
Diyânet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’ân Kurs’larındaki kız kursiyerlerin durumu da dikkate alınarak bu konuda Bakanlığımız görüşünün bildirilmesini arzederim.
Hasan Sağlam
Millî Eğitim Bakanı”
Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş, aynı tarih (22.12.1980) ve 5.05-1020 sayılı yazı ekinde Hasan Sağlam’ın yazısını Diyânet İşleri Başkanlığı’na göndermiş ve Devlet Bakanlığı adına görüş hazırlanmasını istemiştir. Yazısının altına da kendi el yazısı ile “Gerekli ise konunun Din İşleri Yüksek Kurulu’nca incelenmesini rica ederim,” şeklinde bir not düşmüştür.
Bakan Özgüneş, “Gerekli ise konunun Din İşleri Yüksek Kurulu’nca İncelenmesi” ricasını, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın başında herhangi birisi olsaydı, devrin nezâketini de dikkate alarak gerekli görmeyebilirdi. Ancak, o sırada, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın başında müdebbir, rüzgar’lara göre yelken açmayan, “Günebakan” gibi ışık merkezi vehmolunanlara dönmeyen, Dostumuz, Dr. Tayyar Altıkulaç vardı da, yazı kendilerine ulaşır ulaşmaz, Din İşleri Yüksek Kurulu’na havale etmiş, başörtüsü konusunda Diyânet İşleri Başkanlığı’nın görüşünün hazırlanmasını istemiştir.
Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam’ın, Devlet Bakanlığı aracılığıyla Diyânet İşleri Başkanlığı’na ulaşan yazısı, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun gündemine alınmış, mevzu bütün veçheleriyle müzâkere edilmiş, uzun süreler tartışılmış, netice olarak epeyce uzun sayılabilecek gerekçeli karar metni ittifakla kabul edilmiştir. 30.12.1980 gün ve 77 sayılı,  Din İşleri Yüksek Kurulu kararı “Kaziyye-i Muhkeme” haline gelmiş, daha sonraki yıllarda, bilhassa, 28 Şubat döneminde ısrarla bu karar değiştirilmek istendiyse de, Din İşleri Yüksek Kurulu “Sebat-ı Kadem” ederek aslâ tek bir paragrafını bile değiştirmemiştir. (Bu kararın tam metni, “Zorluklar Aşılırken” “EKLER” bölümü sahife 1327’dir)
Karar’ın sonuç bölümü: “Belirtilen sebeplerle, İmam-Hatip Liselerinin yönetmeliğinde, dinimizin Müslüman kadınların örtünmeleriyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer almasının uygun olmayacağı mutalaa olunmuştur.”
Önemli bir tespit: 03 Mart 1924 tarihli 429 sayılı Diyânet İşleri Başkanlığı kanununda herhangi bir sarahat bulunmamasına rağmen, ilk yıllardan i’tibâren Diyânet Müşâvere Hey’eti oluşturulmaya başlanmıştır. Cumhuriyet’in ilk Diyânet İşleri Reisi, M.Rifat Börekçi, Merhûm Ahmed Hamdi Akseki’yi müşâvir olarak almış, Merhûm 1939 tarihinde de Reis Mûavinliği’ne getirilmişti. Sonraki yıllar’da, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın bu en yüksek karar organı Müşâvere Hey’eti, 1950’li yılların başına kadar sekiz zevattan teşekkül ederken, 1950’li yılların başından i’tibâren beş kişiye düşürüldü, 22 Haziran 1965 tarih ve 633 Sayılı kanun yürürlüğe girinceye kadar devam etti.
22 Haziran 1965 tarih ve 633 Sayılı kanun, Din İşleri Yüksek Kurulu’nu getirmişti. Bu kanunun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine bu kurul teşekkül ettirilememişse de, “Zorluklar Aşılmış” her şeye rağmen Din İşleri Yüksek Kurulu bir şekilde kurulmuştur.
1924’den günümüze kadar, memleketimiz, Azîz Milletimiz, Tek Parti Mütegallibe’yi, 1930’lu, 1940’lı yıllardaki aşırı din düşmanlığı’nı, demokrasiye geçiş gayretlerini, 1960 Darbe-i Hükûmetini, 1971 Muhtırasını, 1980 İhtilâlini, 28 Şubat post-modern Darbe-i Hükûmetini, e-Muhtırayı gördü. Çok bâdirelerden geçti. Her ihtilâl’den sonra gözler Diyânet İşleri Başkanlığı’na çevrildi.
Muhteris ihtilâlciler, Diyânet’ten zaman zaman Türkçe Ezan, zaman zaman Türkçe ibâdet, zaman zaman da Hıristiyanlık’ta, özellikle Protestanlar’da olduğu gibi “Dinde reformu” istediler. Bunları gerçekleştirmek için de her bir ihtilâl’den sonra, Diyânet’e emekli bir generali vazifelendirdiler. Fakat, gerek Diyânet Müşâvere Hey’eti zamanında ve gerekse Din İşleri Yüksek Kurulu zamanında, Yüksek kurullar, Yüce İslâm Dîni’ne, sünnete, Ehl-i Sünnete aykırı hiç bir karara imza atmamışlardır. “Benim ümmetim aslâ, dalâlet üzere birleşmez,” Hadis-i Nebeviyye’ye uygun davranmışlardır.
Başta, Müşâvere Hey’eti Başkan ve üyelerine, Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan güzerân eyleyen, Başkan ve üyelerinden hayatta olanlara sağlıklı uzun bir ömür, âhirete intikal edenlere Allah’ın vâsî rahmetini niyaz ederim.