Futbol sezonu başladı. Keyifli ve Türk futboluna katkı sağlayacak centilmence müsabakalar izlenmesini temenni ediyorum. Öncelikle bir hususu hemen belirtmek isterim. Bir ülke için, hele bizim gibi dünya ve Avrupa üçüncüsü mertebesine çıkabilmiş, bir ülke için, dış ülkelere tercihen Avrupa'ya oyuncu göndermek, oralardaki önemli takımlarda Türk futbolcularının oynamasına gayret sarf etmek, temel amaç olmalıdır. Bakınız, Brezilya'nın yaklaşık üç bin futbolcusu, dünyanın çeşitli ülkelerinde futbol oynuyormuş. Bir Emre'nin, İnter Newcastle'da, Alpay, Tugay, Tuncay, Nihat'ın, Avrupa liglerinde oynamasına çok memnun olduk. Almanya'da, Fransa'da, İngiltere'de Türk asıllı oyuncuları izliyoruz. Her halde herkes aynı duygular içindedir. Ben Avrupa liglerinde, Türk oyuncuların yer aldığı maçları bir başka ilgi ve heyecanla izliyorum. Hal böyleyken, nedense bazı kulüplerin başkanları binbir zorlukla dış ülkelere gitmiş ve kendine yer bulmuş Türk sporcularını, tekrar geri getirmek için anlayamadığım bir gayret içindeler. Hem bu sporculara hem de kulüplere yazık ediyorlar. Örneğin, Nihat, Villareal, Real Sociad'da başka idi. Çok başarılıydı. Şimdi Beşiktaş'ta oynayamıyor, Emre'de İnter'deki gibi değil. İngiltere de kalmak için direnen Tuncay'ı kutluyorum. Amaç, birçok Türk futbolcusunun, dış ülkelerde bulunması ve oynamasıdır. Bu husus, Türkiye'nin tanıtımı açısından da fevkalade önemlidir. Gelelim bir başka konuya. Türkiye'nin 2010 dünya kupasına gitmesi, mucizelere bağlıdır. Her ne kadar milli takımın teknik direktörü biz zoru severiz diyorsa da, sen Belçika'yı, Bosna Hersek'i, Estonya'yı yeneme, dünya futbol literatüründe adı geçmeyen takımlara puan ver, daha sonra halkı aldatarak, "efendim Bosna Hersek, Estonya'ya ve İspanya'ya yenilir, bizde bu şekilde gideriz", diye beyanatlar ver. Ben, eleme grupları belli olur olmaz, eğer evimizde İspanya'yı yenemezsek iş çok sıkıntıya girer demiştim. 2010 yılının Haziran ayında, Güney Afrika'da Türk takımının olmadığı, dünya kupası izlemenin bir ızdırap olacağını ve fazla enteresan görmediğimi ifade etmek isterim. Sporla ilgili diğer bir olay: Ankara Belediye Başkanı ve Ankaragücü Başkanı, çok ayıp şeyler tezgahlıyorlar. Sen, vatandaşın belediyeye ödediği paralarla belediye takımı kuracaksın, halka hizmet yerine takım besleyip, liglere sokacaksın, sonra da onunla bununla birleşip, numaralar çekeceksin! Her zaman ifade ettiğim gibi, belediye takımlarının liglerde yeri yoktur. Belediyeler bulundukları şehirlerin takımlarına destek vermelidirler. Ancak, doğrudan takım besleyerek değil. Maalesef Türkiye'de futbol ve diğer federasyonlara başkan olabilmek, siyasi bir olay haline geldi. Başbakan kimi isterse Başkan yapıyor. Ankara Belediye Sporla, Ankaragücü arasında oynanan bu oyuna kesinlikle seyirci kalınmamalıdır. Esasen Ankaragücü de birinci lige Kenan Evren'in torpiliyle çıkarılmıştır. Bu hep hatırlardadır! Şuan ligler devam ederken yapılacak fazla bir iş yoktur. Ancak gelecek sene tüm belediye takımları liglerden çıkarılmalı, yerlerine İzmir, Adana, Samsun, Erzurum, Van, Şanlıurfa, Edirne gibi Anadolu takımları alınmalıdır ve bu statü şimdiden ilan edilmelidir ki, herkes durumunu bilsin. Şüphesiz, Ankara, İstanbul Belediye Başkanlarının AKP'li olduğu ve iktidara yakın bulunduğu bir ortamda, futbol federasyonu başkanı bunu nasıl yapabilir, pek düşünemiyorum! Futbol Federasyonu Başkanı, Sn. Mahmut Özgener, efsanevi Belediye Başkanı, Sevgili Osman Ağabeyim (Kibar)'in torunudur. İzmir'in çok tanınmış ve kalite ailesinden geliyor. Aslında nitelikleri itibariyle onun Türk futbolunun başında bulunması, bir şanstır. Ama göz göre göre fincancı katırlarını ürkütmeden, zecri kararlar alabilir mi, emin değilim! Yıllardır Güney doğu ve Anadolu'dan takımlarını, süper ligde ve birinci ligde bulundurmalarını isterim. Zira spor bu illerde, sosyal hayatı canlandıracak ve kardeşlik duygularını yükseltecektir. Bu yıl, Diyarbakır'ın süper lige çıkmasından ziyadesiyle memnun oldum. Gel gelelim, sporun kardeşliği yeşertmesinden, sosyal ve ekonomik hayatı canlandırmasından rahatsızlık duyanlar var. Ben asıl açılımın geri kalmış, bu yöreleri kalkındırmak olduğunu söylüyorum. Spor da bunun bir aracıdır. Ancak Türkiye'yi bölüp, Kuzey Irak'la birleşip, ayrı bir devlet kurmak hayalinde olanların, o bölgnein ekonomik ve sosyal hayatının gelişmesini, kültür ve sporda ileri gitmesini istemeyenler, bunu engelleyenler vardır. Bunlar, devletin yol, baraj, alt yapı ve benzeri hizmetleri yerine getirirken kullandığı iş makinelerini ve dozerleri yakan insanlarla aynıdır. Aynı güçler, Diyarbakır-Fenerbahçe maçını sabote ettiler. Dünya çapında futbolculardan oluşan bir futbol takımının, Diyarbakır'a gelmesini hazmedemediler. Stat içinde ve dışında meydana gelen görüntüler, bölücü örgüt üyelerinin, emniyet güçlerine saldırmaları, hep aynı zihniyetin eseridir. Diyarbakır Başkanı ve Diyarbakır'ı ayakta tutmak isteyen bir avuç insanın iyi niyetli olduklarına inanıyorum. Esasen Teknik Direktörden başlayarak, futbolculara kadar takımda Diyarbakırlı, kimse yoktur. Oysa gönül arzu eder ki, Diyarbakırspor'un alt yapısından da birçok gençler yetişsin, büyük takımlarda, Avrupa'da yer alsın. Diyarbakır, her branşta adından söz ettirecek, sporcular yetiştirmeye aday bir Türk şehridir. Örneğin neden Türkiye basketbol, voleybol vesaire liglerinde Diyarbakır yok. Diyarbakır'a modern stadyum, çağdaş spor tesisleri, kültür merkezleri, hatta tiyatro, opera, bale, konser salonları yapılsa fena mı olur? Ama bunu istemezler... Zira, onların silahı o bölge halkının fakirlik ve sefaletidir. Eğer, Doğu ve Güney Doğu Anadolu gelişirse, Türk düşmanlarının ellerinde hiçbir koz kalmayacaktır. Tekrar futbola dönersek, bu yıl Galatasaray ve Fenerbahçe'nin açık ara önde gideceği görülüyor. Beşiktaş'ın, şampiyonlar liginde ve süper ligde başarılı olması, antrenörünü değiştirse de çok zordur! Bu yıl ise tahminime göre, Sivas küme düşmekten zor kurtulur. Trabzon'da ise, bu taraftar varken, doğru dürüst bir antrenör, futbolcu ve iyi futbol görmek mümkün değildir. Trabzon taraftarı, takımlarının her maçta mutlaka galip gelmelerini istiyor, bir de Türk futbolunun kaderi, takım başarısız olursa teknik direktör gider, başarısız başkan yerinde oturur. Daha şimdiden teknik direktör kıyımları başlamıştır. Benim tahminime göre bu kıyımları, Sivas, Beşiktaş ve Trabzon izleyecektir. Ama netice itibariyle hiçbir şey değişmeyecektir. Geçtiğimiz yıl, İzmir'in iki takımı Altay ve Karşıyaka, playof'a geldiler. Ben maçları izledim. Sanki resmen Altay ve Karşıyaka, lige çıkmamak için oynadılar. Öte yandan şu anda ligde bulunmaması gereken Kasımpaşa'nın, Başbakanın takımı olduğunu da unutmamak gerekir. Türkiye ne yazık ki atletizmde, yüzmede, teniste, yelkende, dünya spor literatüründe yeri bulunmayan bir ülkedir. Danimarka'da yapılan son güreş şampiyonasında da, serbest stilde sırtımız minderden kalkmadı. Güreşin, ata sporu olduğu düşünülürse, ben bu durumdan hicap duydum. Grekoromen stilde, daha başarılı olundu. Netice itibariyle, Türkiye için yılın en önemli futbol olayı, Güney Afrika 2010 Dünya Kupasıdır. Fakat oraya katılmak, nerede ise imkansızdır ve bir mucizedir. Eğer Türkiye dünya kupasına gidemezse, teknik direktör Terim görevden derhal alınmalıdır. Türkiye her konuda olduğu gibi, sporunda, özellikle tanıtım ve ülke içi kardeşliğin geliştirilmesi için bir araç olduğu bilincine ulaşmalıdır.