DÜNYA'NIN EN ASÎL VE EN NECÎP AİLESİ!...
Mustafa AKKOCA
Osmanlı Hanedanı'ndan, Osman Ertuğrul Osmanoğlu Efendi'nin İstanbul'da ebediyyete intikâli dolaysiyle, 400 çadırlık bir Oba'dan, Cihan Devleti çıkaran Osmanlı Ailesi, Osmanoğulları veya Âl-i Osman, muhtelif tartışmaların hedefi oldu.
Bir Oba'dan Cihan Devletine, inkıtasız 623 sene hüküm sürmüş, Afrika çöllerinden, Uzakdoğu'ya, Alt Kıta'da, Hint Okyanusu'nda uzak adalara, meselâ Miammara kadar uzanıp, başta hak ve adalet olmak üzere, temel insan haklarını ulaştırmış bir başka aile ve aile devleti yoktur.
Merhûm, Şehzâde Osman Ertuğrul Efendi, Devletimizin şekli Saltanattan-Cumhuriyete dönüşmeseydi, Osmanlı Devlet-i Aliyye'sinin, 4. Osman veya 1. Ertuğrul olarak pâdişah'ı olarak hayata veda edecek ve cenazesi, dedesi Sultan 2. Abdülhamid gibi (azledilmiş olsa bile) pâdişahlara mahsus merâsimle teşcî edilecek ve ahirete uğurlanacaktı. Filhakîka, kadirşinas Milletimiz ve Devletimiz kendisine yakışanı yapmış, Şehzâde Osman Ertuğrul Efendi'yi pâdişahmış gibi ahiret yolculuğuna uğurlamıştır.
Tesâdüf mü, şansızlık mı diyelim, Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Devletimizin önemli işleri için memleketimiz haricinde olduklarından Ertuğrul Efendi'nin cenazesine iştirâk edememişler, fakat Başbakan Vekili, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri bizzat cenazeye katılmak suretiyle Cumhurbaşkanı'nı ve Başbakan'ı temsil etmişlerdir.
Başbakan, Amerika dönüşü ayağının tozuyla, hiçbir yere uğramadan, doğruca Osmanlı Ailesi'nin ve Osman Ertuğrul Efendi'nin Refika-i Muhteremelerinin bulunduğu yere gitmiş taziyelerini sunmuştur. Muhterem Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Beyefendi de, bizzat telefonla Osmanoğlu Ailesi'ne ve refikasına taziyetlerini bildirmiştir.
Şehzâde Osman Ertuğrul Osmanoğlu Efendi'nin irtihali ki-Osman Ertuğrul Osmanoğlu Efendi, Saray'da doğmadıysa da, Devlet-i Aliyye Döneminde dünya'ya gelmiş son Şehzâdeydi.
Bu vesiyle ile Âl-i Osman'ın (Osmanlıları), Osmanoğlu Ailesinin asâletine ve necabetine bir kerre daha işaret etmek isterim.
Osmanlı pâdişahları arasında en fazla tartışılan, en fazla iftiraya mâruz bırakılan, en fazla mazlûm, mağdur, makhûr olanlar, Sultan 2. Abdülhamid ve Sultan Vahîdüddîn'dir.
Birisi, Devlet-i Aliyye'yi, inkıraz döneminde çok büyük bir akıl, zekâ, siyâset ve dirâyetle idare etmiş, Ulu Hâkân, Sultan 2. Abdülhamid Han'dır. Diğeri Osmanlı padişahları arasında en talihsizi, saltanatın ilgası üzerine, Halife sıfatını taşıdığı halde, muhtelif mülâhazalarla Osmanlı Vatanını terk'e mecbur kalmış, Sultan Vahidüddîn'dir.
Sultan Abdülhamid, çeşitli iftirâ ve buhtan ile taht'dan indirilikten sonra, Devlet-i Aliyye'miz, muhteris, basiretsiz, gâfil ve hâin kadroların elinde bir Cihan Devleti olmaktan uzaklaştırılmış, sadece Anadolu topraklarına çekilmek durumuyla karşı karşıya bırakılmıştır.
Selânik kaynaklı, Ermeni-Yahudi, muhteris Türk'ler, İttihad ve Terakkî Cemiyeti başta 31 Mart Vak'ası olarak tarihe geçen vukuât ve diğer pekçok şen'î iftiralarla, dünya tarihinin en siyâsî, en müdebbir, en zekî ve Vatanımızı Devletimizi yıkılmaktan, dağılmaktan kurtarmak için her çâreye başvuran, pâdişah'ı, çeşitli anâsırdan oluşturulan Meclis-i Meb'usân'ı, Şeyhu'l-İslâmlığı ve kimi din alimini de âlet ederek taht'dan indirmişlerdir.
Ermeni-Yahudi unsurlarının fitne ve fesadına kimler âlet olmamışlardır ki?! Osmanlı Devlet-i Aliyye'sinin yüzakı ulemasından, Müfessir, "Küçük Hamdi Efendi," olarak bilinen Hamdi Yazır, Meclis-i Mebus'an'daki Devletimizi yıkmaya kararlı unsurların hazırlattığı, hal fetvasının müsveddesini hazırlamıştır. Hayatının son yıllarında, 12 seneden fazla bir zaman evinden hiç dışarıya çıkmayan Hamdi Efendi'nin oğlu, her ne kadar, "Şapka İktisası hakkındaki kanunu protesto için çıkmadı," dediyse de asıl sebebin, "Sultan Abdülhamid'e karşı Ermeni-Yahûdi ve diğer anâsırın fitne ve fesadına, ben de âlet edildiğim için, âlet olduğum için, ne Allah'ın (C.C.) ne de Azîz Milletimizin huzuruna çıkmaya yüzüm vardır," diye çıkmadığı rivâyet edilir.
Bağlılarınca, 20. Asr'ın Mürşidi(!) gösterilmeye çalışılan, Said-i Kürdî, (pardon) Nursî de en şiddetli Abdülhamîd düşmanlarındandı. Ermeni-Yahûdî Gayr-i Türk ve Gayr-i Müslim unsurlarca iftirâ ve açık bir buhtan olan, Abdülhamid'in istibdadına ve Abdülhamid'in müstebit bir pâdişah olduğu inancına kendisini kaptıranlardandı.
Abdülhamid'in zulmü ve istibdadını(!) tel'in maksadıyla Selânik meydanında tertip edilen miting'de, "Hürriyet, Adalet ve Müsâvât" nutku atan odur.
Bağlıları, bu durumu her ne kadar, "Eski Said, yeni Said," te'viliyle geçiştirmeye çalışıyorlarsa da, "Zırva Te'vil Götürmez," fahvasınca aslâ kabule şâyan bir durum değildir.
Hakîkatların tersyüz edildiği, mazlumların zâlim, zâlimlerin mazlûm gösterildiği bir devirde, Resmî İdeoloji, Eğitim Sistemi ve topyekûn matbuât ve Edebiyyat dünyası, "Kızıl Sultan, Müstebid, gaddâr, cessâs" ve nîce çirkin nakarât ve yâvelerle, tüm geçmişimize ve tarihimize söverken, tek başına hakîkatı haykıran ve bütün bunların aksine, "Kızıl Sultan değil, Uluhâkan'dır" diye seslenen, Merhûm Üstadımız, dâvâ ve fikir adamı, Necip Fazıl Kısakürek'e kulak verelim. "Çanakkale Boğazı zorlanırken tası tarağı toplayıp Anadolu'ya kaçmak isteyen İttihad ve Terakkî elebaşıları, Ona vaziyeti haber verdikleri ve nereye gitmek istediğini sordukları zaman-ki kendileri taht'dan indirildikten sonra Selânik'e sürgüne gönderilmiş, Selânik'in işgali üzerine İstanbul'a nakledilerek, Beylerbeyi Sarayı'na hapsedilmişti-şöyle demişti;
"Benim ceddim Fâtih Sultan Mehmed, İstanbul'u kuşatırken Bizans İmparatoru kaçmayı düşünmemişti. Yeni Pâdişahınız istediğini yapmakta serbesttir. Fakat ben, otuz küsûr sene taht'da kalmış ve Türk İmparatorluğunu korumuş bir hânedân azası sıfatiyle yerimden kımıldayamam! Mukadderse Bizans İmparatorunun kucak açtığı âkibeti ben de burada karşılarım burada ölürüm!"
"Abdülhamid, gûya döktüğü kanların silinmez lekesinden kinâye kendisine ilk def'a Ermeni komitecilerinin taktığı, emperyalist Avrupalıların yaydığı, İttihadçıların da çivilediği "Kızıl Sultan" lakabına karşılık bütün hayatında ve saltanat müddetince yalnız katil bir Haremağasının idamından başka hiçbir suçlunun ölüm hükmünü, idam fermanını imzalamamış ve böyle olduğu için kendisine kıyılmış merazî bir şefkat ve merhamet örneğidir."
"Abdülhamid, Selânik yönünden gelen ve âdet olduğu gibi "Pâdişahı kurtarma" yalanıyla yola çıkarılan isyancılar teşkilâtını Hassa Ordusunun birkaç taburuyla darmadağın etmesi en kolay iş iken bunu yapmayan, Hassa Ordusu Kumandanı Mahmud Muhtar Paşa'nın ayaklarına kapanarak ettiği ricayı kabul etmeyen ve tek damla kan dökülmesine razı olmadığını bildiren muhteşem iç hayat ve iç hesap seciyesidir.
Devrin Mürşid-i Kâmil ve Mükemmili'nin derîn telkinleriyle, hem hal fetvasını hem de Selânik'ten gelen hareket ordusunun, İstanbul'a girişini büyük bir tevekkül ile karşılayan asîl, necîp Abdülhamid Han'dır.
Yorumlar