Zaman zaman Sn. Başbakan, kendi yaşamından da örnekler vererek, doğru şeyler söylüyor.
Örneğin; 07.04.2012 tarihli Hürriyet’e düşen şu sözleri: “Bütün yokluğa, imkansızlığa rağmen bizim çocukluğumuz, bugününün çocuklarına göre, dolu dolu, daha neşeli, unutulmaz anılarla geçti. Çünkü oyun alanımız sokaktı. Bizim oyun alanımız, uçsuz bucaksız, mavi gökyüzünün altıydı. Bir futbol maçının ardından, mahalle bakkalından alıp içtiğimiz, o ucuz gazozun tadını, inanın bugün hiçbir içecekte bulamıyorum. Sokakta dayanışmayı, paylaşmayı öğreniyorduk. Kardeşliği, rekabeti de, muhabbeti de sokakta öğreniyor, orada adeta geleceğin bir provasını yapıyor ve geleceğe, hayata böyle hazırlanıyorduk. Bezden yapılmış bir top, bugününün bilgisayar oyunlarıyla kıyaslanamayacak ölçüde, keyif vericiydi, öğreticiydi. Ekmek arası köfte, hamburgerden, çok ama çok daha lezzetliydi.
Maçlara gittiğimizde hep “Köfte ekmek, hazır yemek” denirdi. Hani diyorlar ya, aman şunu alma şöyle olur, bunu alma hasta gidersin falan. Biz hasta olmadık, bugüne böyle geldik. Belki de, bakterileri biz ürküttük, mikropları ürküttük. Dün akşam, eski mahalleme gittim. İnanın şok oldum. Mahallem eskiden çıplaktı. Şimdi baktım ki, işgal altında. Demek ki, ülkenin refah düzeyi yükselmiş, herkes araba alabiliyor. Belediyelerimiz  kusura bakmasınlar. Çünkü, hiçbir imar ve proje uygulanırken evlerin altında, mahallelerde garajlar olmadığı için, yazık ki sokaklar işgal altında. İki araç yan yana geçemiyorsun. Evlerin altına garaj mecburiyeti olduğu halde, bunun parası alındığı halde, biz o mahallede veya sokaklarda niye garajlar yapmıyoruz? Merkezi yönetim olarak bize burada, bir yasa düzenlemesi getirmek düşüyor. Buna mecburuz.”
Öte yandan Başbakan deprem tehlikesine karşı çürük yapıların yıkılacağını söylüyor. Aslında, bu söylemin insanların mülkiyet hakkının gasp edilmesiyle bir alakası yoktur. Yapılan, halkımızın can ve mal güvenliği, ülke ekonomisinin esenliği içindir. Adam köyünden çıkıp gelmiş, büyük şehire yerleşmiş, Devlete veya özel şahıslara ait araziyi çevirmiş ve herhangi bir inşaat tekniğiyle ilgisi olmayan primitiv gecekondusunu yapmış. Buna kümes, ahır da katarak, köy yaşantısını kendi keyfine göre şehirde de devam etmek istiyor. Tamam! mülkiyet hakkı kutsaldır ama, toplumun menfaati söz konusu olunca, mülkiyet hakkı şekil değiştirir. Böyle, keyfince yaşayamazsınız, kentin kurallarına uyacaksın!
Dünyanın birçok Anayasalarında kamulaştırma diye bir kavram vardır. Devlet amme menfaatini düşünerek, toplumun refah ve güvencesi için, mülkiyet hakkına müdahale edebilir. Tabiatıyla bunu yaparken, bina sahiplerinin ve mülkiyetin belgesi olan tapulu gayrimenkullere makul bir sürede rayiç bedellerine göre parasını ödeyerek, el koyabilir. Bunları yıkabilir. Kaldı ki, evini yıktırmamak ve evden çıkmamak için direnen, kendisinin ve ailesinin can ve mal güvenliğini düşünmeyen fertlerin çıkarlarını Devlet olarak düşünür ve gereğini yapar. Bunu deprem, sel, heyelan ve benzeri gibi doğal afetlere karşı yapıyorsa söylenecek fazla da birşey kalmaz. Devlet haklıdır ve doğrusunu yapmaktadır.
Bir deprem ve sel ülkesi olan Türkiye’de, biran önce harekete geçmek ve kentsel dönüşümü derhal başlatmak gerekir. Tüm bunlar güzel ve gerçekçidir. Ancak ben, söylenenlerin aksine yapılan çevre ve imar ihlallerini görünce, aklım karışıyor! İstanbul’da yaşadığımız için daha iyi biliyoruz, inşaatçılar, yerel yönetimlerinde, yardım ve katkılarıyla, İstanbul’da bir karış yeşil alan ve park bırakmamaya sanki yemin etmişlerdir.
Örneğin; Meciyeköy Ali Samiyen Stadı ve yanındaki Likör Fabrikası müteahhitlerin rantlarına terkedilmiştir. Gene Mecidiyeköy’deki eski İETT arazisi ve eski iftar yeri arazisi, Zincirlikuyu Karayolları arazisi, Selami Çeşme Eski Meteoroloji Bahçesi, Zeytinburnu’ndaki korkunç silüetli binalar, Moda sahilindeki binalar, Gökkafes ve her yer müteahhitlere peşkeş çekiliyor. Şimdi sırada, park olması gereken Beşiktaş – İnönü Stadının iğrenç beton yığınına çevrilmesi hadisesi var. Aslında, orada stad olmaması gerekir. Dolmabahçe Sarayının Sit Bölgesi içinde olup, yapılaşma yasaktır. Buna kimse izin veremez, vermemelidir. Halkın ve gelecek nesillerin hakkı olan park ve yeşil alanlar, iğrenç beton yığınlarına dönüştürülüyor. Her vesile ile ifade ediyorum, dikilen bu 30-40 katlı beton yığınlarında, sade vatandaşın, hiçbir menfaati yoktur. Bunlar, bir takım masum insanlara, gazete ilanlarıyla cazip gösterilerek satılmakta ve birilerinin cepleri dolmaktadır. Artık, İstanbul’da bina yapılacak yer kalmayınca, acaba nereleri yıkıp, bina yapabilirim düşüncesi yaygınlaşmaktadır. Eğer sıra, Dolmabahçe sarayına, Topkapı Sarayına, Selimiye Kışlasına gelirse hiç şaşmam! İstanbul sorumsuzca AVM’ler ve Rezidanslar şehri olmuştur. Acaba bu kadar AVM’ye ihtiyaç var mıdır? Zaman zaman geziyorum, bu AVM’deki dükkanların çoğu sinek avlıyor ve iş yapmıyor, bu da ayrı bir israf konusudur. Bu nedenle söylenen sözlerle, icraate baktığımızda hadiseyi samimi ve gerçekçi bulmak mümkün değildir...