Haftanın en önemli olayı Muhteşem Yüzyıl dizisinde, Şehzade Mustafa’nın Padişah Kanuni Sultan Süleyman tarafından boğularak, öldürülmesiydi. Ne ekonomi, ne cari açık, ne kuraklık, ne rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık iddiaları, ne ortadan kalkan demokrasi, ne ortadan kalkan kuvvetler ayrılığı, ne internet ne Twitter yasağı, ne de Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren Ukrayna olayları, ya da Kırım olayları ve Kırım Türklerinin karşı karşıya kaldığı tehlikeli durum.
Milletimiz 461 yıl önce meydana gelen bir olayın peşine düşmüştür. Bursa’da Hasan Köz adında bir şahıs, Şehzade Mustafa’nın katli konusunda, savcılığa suç duyurusunda bulunmuş ve Kanuni, Hürrem Sultan ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın cezalandırılmasını istemiştir. Öte yandan, Düğün – Dernek, Eyvah Eyvah, Recep İvedik 4 rekor üzerine rekor kırıyor. Bu ilgi halkımızın düzeyini göstermek bakımından da enteresan! Zaten, Recep İvedik’i oynayan kişi “Vallahi bu durumda 5’i de 8’i de çekeriz” diyor. Madem gülelim dedik, bir şeyler anlatalım.
Bahçeli’nin şu nüktesi çok hoşuma gitti: Sn. Bahçeli şöyle diyor: “Bizi de dinliyorlar, bizim açımızdan bir beis yoktur. Zira, bizim konuşma ve faaliyetlerimiz, basın ve medyada yer bulmamaktadır. Bari, bu şekilde dinleyerek, sesimizi ve görüşlerimizi duyururuz diye düşünüyoruz…”
Turgut Özal’ın Başbakan olduğu yıllar… “Şampiyon” filmi oynuyordu. Kapalı gişe filmde boks da vardı, aşk da… Aylarca gösterimde kaldı… İzleyenlerin çoğu ağladı. O sırada bir karikatür yayınlandı, “Fırt” dergisinde. “Zampiyon” başlığıyla. Karikatürde Özal “Boksör olarak çizilmişti. Millete zam yumruğu atıyordu. Garibanı ağlatıyordu. Başbakan karikatüristi aradı. Karikatürün orijinalini istedi. İmzalı olarak. Karikatürü çerçeveletti. Başbakanlık konutunun duvarına astı. Duvarda buna benzer pek çok karikatür vardı. Sahi… O karikatürler şimdi nerede? Bulunsa da sergilense. Erdal İnönü hayattayken kendisi ile ilgili, Beyoğlu Nokta galerisinde sergilemişti. Şunu ifade edeyim, Turgut Bey, güne gazeteleri tarayarak başlardı. Aradığı şey kendisiyle ilgili karikatür olup, olmadığı idi. Eğer yoksa çok üzülürdü…
Eskiden siyasetçiyi “omuzda taşımak” adeti vardı. Siyasetçi omuzlara alınır. Sonra “Türkiye seninle gurur duruyor” diye bağırılır. Bu sırada, yukarı fırlatılarak, zıplatılırdı. ANAP’ta bulunduğu yıllarda Bakan Sn. Ali Coşkun bir gün “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye omuzlarda taşınırken… Kalabalıktan biri “Coşkun’u omuzlayanlara seslendi: İşlem tamam…. Büyümüzü daha fazla yormayalım. Ali Coşkun omuzlardan indirildi. Sonra, elini cebine attı. Mendilini çıkarıp, terini silmek için. Ama fark etti ki… Mendilin de yerinde yeller esiyor, cüzdan da paralar da gitmiştir…
Rahmetli Mustafa Taşar…. ANAP Genel Sekreteri’ydi. Gaziantep Milletvekiliydi. Seçim zamanı bütün şehri afişlerle donatmış: “Başın düşerse dara, Mustafa Taşar’ı ara”. Gaziantep’te miting vardı…. Kürsüye ‘Bakan Yaşar Okuyan” çıktı: “Sevgili Gaziantepliler… Başı dara düşen Mustafa Taşar’ı arayacak…. Ama nasıl arayacak? Taşar’ın telefonlarını bilecek ki arayabilsin. Herkes kağıt kalem çıkarsın… Mustafa Taşar’ın cep ve ev telefonlarını söylüyorum… Yazın… Akşam da arayın.” Sonra ne mi oldu? Taşar’ın telefonları haftalarca susmak bilmedi…
Buna benzer bir olaya da ben şahit oldum. Sabaha karşı saat: 03.00’de ANAP Trabzon Milletvekili Sn. Eyüp Aşık evinde uyurken, telefonu acı acı çalar. “Sn. Milletvekilim biz senin Trabzonlu hemşerileriniz. Trabzon’dan İstanbul’a giderken, Ankara’da mola verdik. Siz Sevgili Milletvekilimizi bir arayalım dedik. Eyüp Bey uyku sersemi haliyle cevap verir; “Çocuklar sağolun, çok teşekkür ederim. Beni aramanıza çok memnun oldum. Yalnız, bizim bir Trabzonlu Milletvekilimiz daha var, Sn. Fahrettin Kurt. Hele beni aradınız, eğer Fahrettin Bey Milletvekilinizi aramazsanız, vallahi darılır. Telefonu şudur, hemen şimdi onu da arayın”. Ertesi sabah TBMM’de Sn. Fahrettin Kurt uykusunu alamamış vaziyette, kendi kendine “Ne iştir yahu, diye konuşarak, sabaha kadar dolaşır”.
Milletvekili ya da gazeteci… Diyelim ki Başbakan Yardımcısı Prof. Ekrem Pakdemirli’yi eleştirdi. Ekrem Hoca “Bunu unutmazdı… Bir kenara yazardı”. Sonra… O Milletvekili veya gazeteci, Pakdemirli’den randevu isteyecek olursa… Hoca “Yarın sabah saat altıda bekliyorum” derdi. Muhatabı “o saat çok erken” diye itiraz edecek olursa… Pakdemirli randevu saatini daha da öne çekerdi. “Öyleyse… sabah beşte buyurun”, derdi.
Benim DPT’de görev yaptığım sırada, Müsteşarımız, Rahmetli, Mülkiyeli Memduh Aytür’de DPT’ye çok erken gelir ve randevularını sabahın 5’inde, 6’sında verirdi. Bir keresinde de, benim Amerika’ya gitmemle ilgili olarak görüşmek istemiştim, Maruflu saat: 05.00’de gelsin demişti. Çaresiz 4’te kalkıp, 5’de gittik, o gün uykusuz gezdik…
Sene 1980. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün “süresi” doldu. Meclis’te tur üstüne tur atılıyor. Ama aylarca yeni Cumhurbaşkanı seçilemiyor. Bir gün… Adalet Partisi Genel Merkezi’nde toplantı vardı. Geç saatlere kadar sürdü. Vakit, gece yarısını geçti. Başbakan Demirel parti merkezinden çıkarken, karşı kaldırımda yürüyen biri seslendi. Belli ki zilzurna sarhoş: “Sayın Başbakan’ım… Sizden bir ricam var.” Korumalar adamın etrafını sararken… Demirel “Durun” dedi. “Bakalım derdi nedir?” Sarhoş dili dolaşarak, derdini söyledi; “Cumhurbaşkanı olmak istiyorum.” Başbakan’ın tepkisi: “Yahu kardeşim daha önce neredeydin? Aylardır seni arayıp duruyorduk.” Oradaki herkes… Bakanlar… Parti yöneticileri… Katıla katıla gülmeye başladılar.
Siyaset o zaman daha kaliteliydi. Nükteler, espriler, şakalar, siyasetin ve Ankara’nın ağır havasını azaltmak için birebirdi…
NOT: Değerli Mülkiyeliler, Kuzguncuk’taki Mülkiyeliler Lokali yeni işletmecisi ile hizmetinize girmiştir. Bize özgü şık ve samimi bir mekandır. Yaşaması için lütfen ilgi gösteriniz. Arkadaşlarınızla, ailenizle gidin, yemeğinizi yiyin, içkinizi için. Fiyatlarda oldukça hesaplıdır. Yönetimdeki Mülkiyeli kardeşlerimiz çeşitli müzik etkinlikleri düzenliyorlar. Yaşayın ve yaşatın. Bu arada lütfen birikmiş aidatlarınızı ve 2014 aidatı olan 100,00 TL’yi ödemeyi unutmayın.