Öyle bir gün geldi ki!.. Osmanlı şeyhülislamı 'Vatanı savunan Türklerin öldürülmesi din görevidir" fetvası verdi. 

İstanbul'daki din adamlarının hiçbiri de ‘Dini siyasi emellere alet etmeyin efendim…’ diyemedi. 

Sustu ve tabiri yerindeyse “Dilsiz Şeytan” oldu.

Birkaç Din Derneği halkı istiklalcilere karşı durmaya çağırdı. Hemen ardında da isyanlar çıkartan ve sözde din adamı olduğunu iddia edenler oldu. Müslümanı Müslümana acımadan kırdırttı.

Bu isyanlarda Kuvayı Milliyeci subaylar, askerler ve esaret istemeyen, vatanın savunulmasını isteyen halk 'Din gereğidir' denilerek katli vacip görüldü.

Enver Paşa İngiliz’lerin izni ile Kuvayı İnzibatiye’yi kurdu. 

O dönem padişahın mızraklı şövalyeleri olarak da isim yapan bu ordu, istiklal mücadelesi veren Kuvayı Milliye’ye karşı savaştı. Türk ve Müslümanları İngiliz’in talebi ve izniyle katletti.

1912'de Lozan kentinde, Uşi anlaşmasında padişahın emri ile 12 adaları İtalya'ya bırakan Rumbeyoğlu Fahrettin Paşa’da Kuvayı İnzibatiye ’ye komuta etti.

Tekirdağ, Bursa, Edirne müftüleri Yunan Başbakan Venizelos için sağlığına duacıyız fetvaları verdi. 

Feraizci Hamdi Hoca açık açık Yunana destek verdi. 

‘Yunan bizim dostumuzdur.’ dedi. 

'Padişahımızın emridir, Yunana silah çekmek küfürdür, isyandır' dedi. 

İstiklal mücadelesini destekleyenleri İngilizlere şikâyet etti. Onları tutuklattı.

Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi 'Yunan ordusunun Kemalistler ile mücadelesinde başarılı olması için dualar edin' dedi.

Konuşma için davetli Eşref Hoca ‘Bugün İngilizlere meydan okuyoruz. Bundan büyük küfür yoktur.’ dedi.

İyi de hoca, güzel dinimizde 'Esaret altında kal' anlayışı hiç olmadı ki!

Damat Ferit taraftarı yazar Refik Halit Karay gazete yazılarında Yunan ordusunun Ankara'ya yürüyüşünü övüyor. Bağımsızlık mücadelesi veren ve işgalden kurtarılan köylerde halk tarafından 'Kemalin askerleri' diye sevinç nidaları atılan ordumuz hakkında 'Patlıcan bunlar' diyordu. Ve ardından da ukala ukala devam ediyor. "Patlıcan deyip geçme sakın başı dolu, içi koftur' gibi yazılar kaleme alıyordu.

Ali Kemal kendi yazdığı gazetede, köşe köşe 'Ankara, Yunan ordusunu yenemez. Yunan birkaç güne Ankara’ya girer. Ve bu haddini bilmez birkaç serseriyi yakalar. İstiklal, Millet, Hürriyet gibi içi boş laflarla vakit kaybetmemeliyiz. Ne güzel işte! Bizde Yunan gibi İngiliz’e bağlanır, keyfimize bakarız.' diyordu.

Peki sonuç ne oldu? 

Kral Konstantin’in ifadesi ile ‘Yunan tarihinin en büyük, en donanımlı ordusu’, yoksun, donanımsız Türk ordusuna yenildi. 

Hem de öyle böyle yenilmedi. Kaçarken topukları kaba etlerine çarpa çarpa gittiler…

Hemen ardından İstanbul Basın Derneğinin Ayasofya camisinde, Sakarya şehitlerimiz için düzenlenen mevlide binlerce Türk, hatta farklı soylardan da insanlar katıldı. Ama Hürriyet ve İtilaf partisinden, Din derneklerinden, İngilizci gazetecilerden kimse katılmadı. 

Saraydan da sadece şehzade Ömer Hilmi ve Veliaht Abdülmecid katıldı.

14 Eylül 1921’de Saray Başkatibi Rıfat Bey’in yazdığı anılarından bir paragraf;

Koşarak padişahın huzuruna çıktım. Padişahın mutlu olacağını düşündüğüm güzel bir haberim vardı. Huzuruna çıktığında selam verip ve yüksek sesle 'Türk Ordusu Yunan’ı gerçekten yenmiş efendim, bu milli zaferi duymak istersiniz diye düşündüm' dediğinde… 

Maalesef Vahdettin'in ağzını bıçak açmamış. Aksine yüzü buz kesmiş. Ve sadece Eliyle işaret ederek dışarı çıkmasını istemiş.

Filozof Rıza Tevfik Hoca öğrencilere yaptığı bir konferansta 'Fuzuli Türk değildir' dediğinde öğrenciler tarafından hafiften uğultular başlamış. Konuşmanın devamında baklayı ağzından çıkarıp 'Bende Türklükten istifa ettim' deyivermiş. Artık tutulabilir mi Türk genci?.. 

O konuşuyordu ama sadece kendi duyabiliyordu söylediklerini. Yuhalamalar olabildiğince yükselmişti. O konuştukça da yuhalama, hakaretlere yerini bırakmaya başladı. Filozof Rıza Tevfik tekrar ve bu sefer avaz avaz bağırarak 'İngilizler burada oldukça beni susturamazsınız' dedi. 

Ardından da olanlar oldu. 

Salondan Hürriyet ve İtilaf partililerce zar zor kaçırılabildi.

Başka bir hoca Hüseyin Daniş, Barsamyan ve aynı zamanda şair olan Cenap Şahabettin'de 'Üzülmeyin efendiler Yunan bizim için çalışıyor. Ülkeyi milliyetçi haydut ve serserilerden temizliyor.' dedi.

Bu arada Ankara’da da çok fazla kargaşa oluyordu. İngiliz sömürgesini benimseyen, Türk ordusunun savaşı kazanamayacağından kendince emin olup korkan, çok fazla muhalif vardı.

Mesela birinci ordu komutanı Ali İhsan Paşa kendi taraftarı olan teğmenleri asker kılığına sokup 'Memleketi ancak Ali İhsan Paşa kurtarır.’ şeklinde ordu içinde propaganda yaptırmaya başlamıştı. 

Ali İhsan Paşayı, müthiş bir strateji ile Malta sürgününden, İngilizlerce idamdan kurtaranlara ihanet edivermişti. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusunu bölmeye kalkmıştı.

Haliyle görevden hemen alındı.

O görevden alınınca bu sefer Milletvekili Ziya Hurşit 'Ali İhsan Paşa elinde koca birinci ordu vardı. Yürü işte Ankara'ya bitir bu işi, şimdi o imkânda kalmadı' diyerek kendi arkadaşına hayıflanıyordu.

Ağustos 1922’inin ilk haftasında, Ankara'da muhalif vekiller 'Savaş ne zaman?' diye tarih öğrenmeye çalışıyorlardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi bakanlarına da olmadık hakaretler ediyorlardı. 

Bu sırada bakanlar, son derece gizli yürütülen ve 300 yıldır yapmadığımız taarruzu ve planını asla açıklamadılar. 

Çünkü ajanların kulakları onlardaydı. Ankara ajan kaynıyordu.

O sırada Atatürk ise; Gizlice ve çıt çıkarmadan tam 100 bin askerle Tınaztepe önlerine iniyordu. 

Bu arada İngiliz ajanları kandırabilmek için çay partilerinde, balolarda olduğu duyurulmaktaydı. 

Sonra bir anda muhaliflerden darbe söylemleri başlayıverdi. Hiç vakit kaybetmeden İngiliz casusu Sait Molla, hızla darbe yapılacağı bilgisini İstanbul'daki başka bir İngiliz casus Ali Kemal'e uçurdu.

Ali Kemal, General Harrington’a durumu rapor ederken ne de keyiflenmişti.

Ama uzun sürmedi. Kısa süre sonra bu ihanet barındıran keyfi kursağında kalacaktı.

Evet işte böyle… 

Bundan tam 99 yıl önce, bu ve benzeri neler oldu neler… 

Nutuk’ta da anlatıldığı gibi düşman sadece dışarıda değil, her yerde idi…

Elbette sonunda hak kazandı. Bu koca Türk milletinin bileği bükülemedi. Binlerce yıldır olduğu gibi yine esaret altında kalmadı. 

Gelin o muhteşem taarruz emri ile yazımızı noktalayalım…

Tabi genelde lanse edildiği gibi eksik değil, sözü tam olarak hatırlayalım…

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri…” 

Bu söz ile Meclisin her şeyin üzerinde olduğunu da bize anlatır. 

Gelin bir olalım, hedefimizi şaşırmayalım… 

Seçkin olabilmek için önce iyi bir ‘Seçmen’, ‘Seçen’ olabilmemiz gerektiğini de asla unutmayalım!..