Bugünlerde gündemimiz, geçmişte de sık sık olduğu gibi ilaç fiyatlarında indirim.
Sosyal Güvenlik sistemi sayesinde, ülkemizdeki ilaç alımlarının neredeyse tamamını Sosyal Güvenlik Kurumu yapmaktadır. Satış riskini dağıtamamış ilaç sektörü, bu bitmek bilmeyen pazarlık tehdidi altında yaşamaya mahkûm kalmış görünüyor.
Sosyal Güvenlik sistemiyle birlikte, devletimiz bütçesinden 14 milyar TL ilaç ödemesi yapmıştır. Bütçeden yapılan bu yardımlara “Sosyal Güvenlik açığı” denir.
“Açığımız” olarak ifade edilse de, bu bedel halkımızın kullandığı sosyal yardımlardır.
2012 yılında Türkiye’nin toplam ilaç pazarı 16,5 milyar TL idi. Görüldüğü gibi; rakamlar da sektörün en büyük müşterisinin devlet olduğunu doğruluyor.
Neredeyse tüm pazarın alımını, Sosyal Güvenlik Kurumu yapmış.
Hal böyle olunca bütçe açığı verme riski taşıyan demokratlar, haklı olarak ilaç fiyatları için bir dizi önlem alıyor ve bunu medyadan duyuruyorlar.
Pazarlıkların dışında, yine tasarruf sağlayabilmek için kademeli ilaç kullanımı uygulaması getirildi. Uzmanlara göre bu durum sakıncalı; mesela kanser hastalarının 4’üncü evresinden sonra ilaç bedeli karşılanıyor. Oysaki fayda için ilaç öncesinde alınmalı.
Bir de madalyonun diğer tarafına  bakılalım.
İlaç sektörü de, yıllar süren ve çok yoğun araştırma-geliştirme, deneyler sonucunda ürünlerini imal etme olanağı bulabiliyor. İlaç fiyatları oluşturulurken de hammade ve işçilikten daha ziyade Ar-Ge maliyetleri etkili oluyor.
Tüm dünyada, Ar-Ge harcamalarında en fazla payı %15 ile ilaç sektörü tutmaktadır. Bu sayede medikal teknolojilere de ayrıca destek verilmiştir.
İkinci sırada %9 ile yazılım bilgisayar, %8 ile teknoloji ekipmanları ve %4 ile uzay ve savunma sanayi yer almaktadır.
Türkiye’de 68 adet ilaç üretim tesisi bulunmaktadır. Bunların 15 tanesinin tamamı yabancı sermayedir. Yılda 5 milyon USD’lik ilaç ve hammadde ithalatı yapmaktadırlar.
Bu şirketler, ilaç pazarlıklarının sonucu olarak, kârlılıklarını düşürmemek, verimli kalabilmek adına binlerce işçiyi çıkarmak durumunda kaldılar. Şirketler, maalesef işçileri tazminatsız ayırabilmek için çirkin oyunlara başvurdu.
Tabana yayılamayan ekonominin sıkıntılarını birçok kez anlattık. İlaç pazarlıklarının istihdama zarar vermemesi mutlaka sağlanmalıdır.
TC. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 3.100 çeşit ilaç üretiliyor.
Türkiye’de üretilen ilaçların neredeyse hepsinin önceden keşfi yapılmakta, yani kopyalama yöntemi ile üretilmektedir.
Türkiye’nin ilaç pazarının %75’i ithal, kalan %25’i ise yerli; bu yerli üretimin de hammadesinin %85’ini yine ithal etmekteyiz.
Kısaca “ilaç” denildiğinde her şeyimiz ithal. Ülke olarak, bu kadar hayati bir unsur için altyapı oluşturma zorunluluğumuz var.
Maalesef, sağlığımız ile ilgili, sırtımızı tamamen yabancı ülkelere dayamışız.
21’inci yüzyılda, bu kadar hassas bir konuda artık ithalatı bırakıp, ihracat yapabileceğimiz çalışmaları başlatmalıyız.
Şimdi diyebilirsiniz ki, bir yılda hastalık sonucu vefat edenlerin sayısı, trafik kazasında vefat edenlerin sayısının yanından bile geçmez. Haklısınız…
Bu da kelimelerin kifayetsiz kaldığı başka bir gerçeğimiz.
Bu durum sadece Türk insanını tanımaktan geçer. Duygu gücüyle yaşayan bu savaşçı toplum, masa başında araştırma ve deneylerle vakit geçiremiyor.
Günümüzde ise ‘delikanlılığın kitabı’nı sadece direksiyon başında ‘yazmak’ zorunda kalan bu toplumu tanıyıp, Türk’ü dünya sistemine uydurmak yerine, Türk’e uygun sistem uydurmak daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır.