Yıllardır Türk insanı garip çelişkiler yumağı içersinde sürüklenip duruyor. Osmanlı'nın büyük devlet varlığından uzaklaşmasıyla başlayan benlik sorgulaması, özellikle aydınını kendi geçmişine ait Değer Hükümlerini inkâra sürüklemekle kalmamış, sinikliğe ve dış bağımlılığa da duçar etmiştir. Bu çelişkiler yumağının en önemli tezahürü dış politikamızda görülmektedir. Atatürk sonrasında, bazı istisnalar dışında Türk dış politikasının çelişkilere ve bağımlılıklara sürüklendiği görülür. Bu çelişkili yalpalamalar Türkiye'yi bazen o, bazen bu devletin "ne derse!" açmazına mahkûm eder. Böylece önce 12 Ada kaybedilir. Sonra Musul üzerindeki haklarımızdan feragat edilir. 2'nci Dünya Savaşı sırasında doğu sınırlarımızdan ülkemize iltica etmiş olan soydaşlarımız kaçtıkları ülke yetkililerine teslim edilir!.. Batı Trakya'da Yunanistan'ın Lozan Anlaşması ile hakları belirlenmiş soydaşlarımıza yaptığı zulme ses çıkarmaz. Büyük devlet varlığının gereği olan gelecek 10 yıllara ait dış politika masaları kurmaz! Bu yüzden Dış Türkler politikası anlayışının yokluğuna ek olarak 1989 sonrasında S.S.C.B.'in yıkılmasıyla doğan Türk devletleri karşısında şaşkınlığa düşülür! Üstelik büyüklerimizce(!) verilen sözler tutulmadığı için itibarımız da zedelenir.. Yabancı ülkelere, şu veya bu adla giden veya gönderilen yurttaşlarımız, uzun yıllar ancak kendi şuurlarının perçinleyebileceği kaderleri ile baş başa bırakılırlar... Dış politikalarımız, anlamı kavranılamamış "yurtta sulh cihanda sulh" özdeyişi sütresine sığınırken, hedeflerini belirlemiş Türk karşıtı diasporalar arkalarına aldıklarını İslâm ve Türk fobisinden istifade ederek Türkiye üzerindeki oyunlarına yeni oyunlar katarlar. Dış politika hedeflerimiz ise zaafları içersinde küçüldükçe küçülür! Öyle ki Batı basını Türkiye'nin tepkilerini hafife alarak "kızgınlıklarımızın çabuk geçeceğini" söyleyecek kadar ileri gider!.. Lobicilik mi? Yıllar sonra farkına vardığımız konuda, ya kendi içimizdeki kavgaları oralara taşıyarak kamplaşmalarımızı sürdürürüz, yahut propaganda işlevini yanlış kuruluşlara vererek kendimizi aldatmağa devam ederiz! Bütün bunlar ne yazık ki sadece dış politikamızda yaşananlarda da değildir! Benlik zaafları, kendi varlığını, tarihini, geçmişini küçümseme temel yapıdır. Önce kendimizle kavgalıyızdır. Sonra ilk çevreden başlayarak kavga halkalarımızı genişletiriz... Birileri başarılı bir adım atsa, kıskanmakla kalmaz, onu nasıl aşağılara çekeceğimizin hesaplarını yapmakta beis görmeyiz! Siyasî hayat açısından buna "kısır döngü" denilebilir!. Zira meseleler, dün ile bugün, bulundukları konuma göre değerlendirilmektedir! Ancak benlik zaaflarına bürünmüş kişilik, dışa yansıdığında ürkek, kararsız ve acabalarla dolu bir açmaza sürüklenir ve birilerine bağımlılık getirir... Tarafsız bir irdeleme, analiz etme yapısından yoksun kişiliğe sahip aydınımızın ülke içinde verdiği tahribatın zamanla tedavi edilebileceği düşünülebilir. Nitekim kendilerinden büyük hizmetler alınan insanlarımızın varlığı inkâr edilemez. Ancak uluslar arası arenada atılan adımların yanlışlığı nesillere yayılacak kadar derin yaralar açar. Uzun yıllardır dış politikalarımıza bazı güçlerin yön verir göründüğü gerçek budur. Kendisiyle kavgalı, benlik inkârı içinde, geçmişini küçümseme anlayışına sahip bir okumuş yazmışlar güruhunun yönlendirdiği dış politikalarımızın zaman seyri içersinde neden bir dönem Fransız, sonra Alman, Amerikan ve nihayet AB sevdalısı bağımlıkla bugünlere vardığını anlamak, dış politika yapımcılarımızın kişiliklerini incelediğimizde, kolaylaşmış olur. Hayranlık ve bağımlılıklar, ders alma şuurunu sağlamış olsaydı, sanırım bundan fayda bile beklenebilirdi! Ancak millî kişiliğe sahip olmayan yapı tavizleri, tavizlerse uluslar arası politikalarda yeni kayıpları getirmiştir. Oysa yıllar önce, iki kutuplu dünya gerçeği karşısında, o günlerin şartları içersinde ve haklı olarak, politikalarını Batı Dünyası lehine koymuş olan Türkiye, bunun bedelini defalarca ödemek mecburiyetinde bırakılmıştır. Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk'ün güçlü kişiliği ile ulaşılan başarılardan sonra, Menderes - Zorlu ikilisinin dış politikada sağlamağa çalıştıkları şahsiyetli tavrın kazanımı olan Kıbrıs meselesi, Ecevit döneminde taçlanacaktır. Ama ne yazık özel gelişmeler dışında dış politikamız giderek Batı yanlısı olmaktan çok, bağımlısı hüviyeti taşımağa doğru yol alacaktır... Arada gel-gitler de vardır. Meselâ, DP iktidarının büyük kalkınma hamlelerindeki taleplerine "yeteri kadar" anlayışı ile yaklaşan ABD'ne tepki veren Menderes hükümetinin, SSCB ile önceliği ekonomide olan ilişkilerine Amerika tahammül göstermeyecek ve Menderes'in 1960 yılında programlanmış olan SSCB ziyareti öncesinde 27 Mayıs Darbesi gerçekleşecektir! Bunun bir komplo teorisi olduğu söylenebilir mi? Eğer ABD'nin genel olarak dış politika seyrini dikkatle irdelerseniz, bu sorunun cevabının komplo olma ihtimali zayıflar. Zira ABD için uluslar arası ilişkilerde tabii olan dostluklar değil sadece çıkarlardır. ABD açısından bunun örneklerinin sayısı ise, hemen hiçbir ülke ile kıyaslanmayacak kadar doludur. ABD dostluğunun(!) Türkiye'yi ilgilendiren tezahürleri Kıbrıs'la ilgili olarak İnönü'ye Başkan Johnson'un 1964 yılında gönderdiği tehditkâr mektupla; 1974 Harekâtımız sonrasındaki ambargo ile gün yüzündedir! Zaman sürecinde ABD'deki Ermeni ve Rum lobilerinin oyunlarına gösterebildiğimiz tepkiler(!) ve dostluk uygulamalarındaki tek boyutluluk ise, üzerinde ayrıca durulması gerekenlerdir. Ancak ABD'nin çıkarları gündemde olduğunda Türkiye vazgeçilmez müttefik ve dosttur. Başka zamanlardaysa gerekirse başına çuval geçirilebilir! Çeşitli eyaletlerinde yalana dayalı Ermeni tezleri kabul görür, anıtlar dikildiğinde ise bunun adı "kusura bakmayın" demokrasimizdir! Yahut tasarı Başkanlık yönetimi ile parlamento arasında "Demoklesin kılıcı" olarak kullanılan bir baskı unsurudur! Bunlar şu veya bu yönde ABD politikalarının tabii seyridir. Sorgulamamız gerekense bizim ne yaptığımızdır. Hatta sadece yakın geçmişe bile bakmak kâfidir. AKP iktidarının dış politikalarına bir bakınız. Başarılıdır diyebilir misiniz? Başta Kıbrıs, Irak, Orta Doğu ve AB politikalarında sağlanan bir başarı var mıdır? Yoksa Türkiye'nin dış politikadaki en başarısız dönemi midir bu son beş yıl! O halde acaba biz kendimizi avuturken, Amerikan'ın müttefiklik tezgâhında Yeni Orta Doğu Projesi'ne kurban mı edilmekteyiz? Bu noktayı açabilme açısından herhalde gelecek yazıda genel olarak Amerikan dış politikasının iç yüzüne bakmamız gerekecektir... ?? ?? ?? ?? 2