Pazar yazıları... Ben İyiyim, hayat nasıl bilmiyorum... Ne istersen anlatacağın, her anlattığını dinleyen, anlayan, mutlaka bir parçasını gören çoğu zaman sen anlatmasan da bilen, sadece onda kalacağını bilmenin rahatlığıyla konuştuğunuz bir gölgeniz oldu mu bilmiyorum. Araya giren zamanların, sanki bir saat önce ayrılmış kadar azımsandığı en fazla bir telefon kadar uzakta hissettiğiniz bir gölge? Benim var. Onu görmemenin beni üzmediğini fark ettim. Uzun zaman nedenini düşündüm, adını koymak için yazamadım. Evet sonunda buldum... Evet buldum. Mavi Uçurtmanın gölgesi en gizli sırdaşım! Işıksız kentlerin sigara kokan dar sokaklarında kalıyor, ama insan umut ışıklarını göremiyor. Öyle boş geçiyor ki her şey. Giderek daha fazla inanmaya başladım " İnsan eleştirdiği her şeyi yaşarmış " sözüne. Yazık ki uçurtmalara benziyorum zamanla. Var olan her şeyden bir ibret çıkarmayı, mucizeler bulmayı, aşktan elmaslar yapmayı bilirdim önceleri. Benliğim artık uçtuğunu sandığım kağıt parçalarının tam gölgesinde buluyor kendini. Ben iyiyim, kalbim nasıl bilmiyorum! Pusulasız bir rotada ilerleyen ben miyim! Yoksa bir yabancının eli mi kalbimden çekilen. "Yıldızlardan yönümü buluyorum" diye düşünüyorum! Oysa gittiğim yerin, duygusuz ufuklar olduğunu fark ediyorum. Güzellikleri paylaşamama riskine rağmen, dostluklar kurmak istiyorum denizlerle... Başarıyorum, lakin hüzünler her zaman bende, yalnızlık akşamlarda çıplak kalıyor. Alıştım artık. Alışmak; benlikte yenilgi olarak sınıflandırıldığında korkutur insanı. Ama alıştım. İnsan her şeye alışıyormuş. Uzaklara gittim, çalışmaya başladım, işe kapandım, gece yarısı eve döndüm, para kazandım, işimde uzmanlaştım, kısaca tanındım ama... Aması yok ben mutlu değilim... Olamadım. Herkes kendini tanıdı da, bir ben mi kendimi tanımlayamıyorum! Döndüğümde kendimi ve her şeyi değişmiş buluyorum. Yaşama uyum sağlama ihtiyacı hissediyorum. Yoksa bu uyum sahiden gereksiz mi! Ben iyiyim, aciz tüm duygular nasıl bilmiyorum... Muhtaçlık kahreder kişiyi. Kendi ayakları üzerinde durma arzusu, sembol olarak ifade edilse bile kas gelişimindeki yetersizlikten başarısızlıkla sonuçlanıyor. Düşmelerin bıraktığı yara berelere hüzün deyip üzerine arabesk merhemler sürmekteyiz. Kremin miktarına bağlı olarak, kangren olma süreci değişik. " Ben sensiz bu ömrü istemiyorum " nidalarıyla muhtaçlığı şikâyet ediyoruz. Sahibinden daha çok başkaları muhtaçlığımızın hesabını tutuyor. Sonrada şarkılar eşlik ediyor bu nidaya " Bir gün dönsen yeter bana " Hiç kimse, geçen zamanın hesabını sormayı akıl edemiyor mu, bilmiyorum ? Değişim zor şartlarda da umut veriyor. Hayatı tutan umut. yaşadığını hatırlatıyor insana. Yaşamak demek nefes almak oluyor da, zamanın di'li geçmiş. Yani aslında hiç değişmiyor. Tarihin tekrarında, tekerrür ne bilinmezken, hayatın tarih olduğu niçin fark edilmiyor! Hiç bilmiyorum... Gönlüme hüzün değdi diyenler gördüm. Yaratıcının gönülde sabit olduğunu unutup gönlünün şah damarını kesmeye çalışırlardı. Bir saniye yetiyor oysa. İnsan lütufa direndiği için değişime de direniyormuş. Her şeyi kim biliyormuş da, daha çok bilenin her zaman var olduğunu unutan insan. Hep halimi soran olsa da derdimi anlatsam diye bekliyor da, halini herkesten çok bilenle konuşmayı beceremiyor insan. Bilmiyorum... Hasretler sararken, benliğinin acısını çekmek zor geliyor insana, kadere isyankâr halim aşikâr. İmkânlar mümkünleri sırtında taşırken, imkânsızların peşinde koşmak ha, mümkünleri sırtına almamak için mi ? Sorumluluklarından kaçmanın diğer yolu mu bu yoksa! Dünyaya kapanıyor, zorlanan korkusunda kapılar. Yaklaşılmıyor yazık ki o ahşap ve gıcırtılı kapıya. Şimdi bu ben miyim? Sahi ben miyim, kendi mantığının karmaşık izdüşümünde cevaplar arayan insan? ... Hayat kendine küsmekle başlıyor sonunda... Yokluk ile boşluk arasındaki ilişkiyi düşünmemiştim hiç. Varlık...Yokluk...Ve boşluk Varken yok olan. Yerine boşluğunu bırakan. Hiç kapısı olmayan... Derin boşluk Giriş mi çıkış mı labirent mi içinde saklayan... Boşluk Ayın hiç yüzünün görünmediği geceler gibi zemheri bir karanlık oluşturan... Boşluk Ben iyiyim, aşklar nasıldır bilmiyorum... Kara sevda diye bir şey varmış! Tek taraflı olduğu için aşığın ruhu karanlıkmış. Ondan adını kara sevda almış. Kara olduğu için toprağa gömülür demişler de, her baharda filizlenip çiçeği açmış. Her baharda başka renk beklemiş insan, ama renk hep aynı olurmuş. Karagül bunun için mi az bulunuyor yoksa ? Yar olunca insanda yara da oluyor... Kabuk tutar her yara, müptela olur insan bu yaraya. Sancılarım, korkularıma emanet. Sizin yaralarınız nasıldır bilmiyorum... Bir amanın görmeyen gözleri yerine hisleri yaşatırken onu. Boşluğun kahrolası karanlığı, hisleri de öldürüyor. Yokluğun bir çizgide oluşturduğu karanlık için kaç kat katran gerekir. Bilmiyorum " amma" lar üstüne bir muamma... Sır değil perde değil sadece bir mahiyet " karanlık " Yokluk mu demeliyim yoksa... Kahretsin bilmiyorum! Tanıyorum bu duyguyu ben. Hep eksik olan yanım, ağrıyor yine. Bunalıyorum. Sabrında bir sınırı var ya. Ne zaman taşacağını bilmiyorum. Yusuf yüzlü bir güzellik beliriyor rüyâlarımda. Yaratıcının adını zikrederken uyandım. Uyurken bunalıyor olmalıyım. Kapatıyorum geçmişe açılan tüm kapıları, karanlıkta boğuluyorum. Puslu bir hayal beliriyor karanlığın ortasında. Miyop gözlerim seçemiyor artık varlığı anlamlandıran yüzleri... Üzerine hüzün değmiş kalbim bu an diyor ki ; " Ömrünün, bu en orta yerinde, karanlığa ve suskunluğa tahammül edeceksin. Bütün seslere kulaklarını tıkamadan önce kendi sesini susturacak ve bir gün bütün sesler kesildiğinde yalnızlığını fark edeceksin " Şimdi ıssız varlığımı sınıyorum yokluğunda! Ey yar artık nefesim rüzgâr, gençliğim mavi uçurtma... Hayat nasıldır bilmiyorum... Bilmiyorum...